MÜMİN KARDEŞLERİN ARASINI BULMANIN ÂDABI
Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşi olduğu için bazı düşmanlık gibi ahlâk dışı kötü hâller meydana geldiğinde onları barıştırmak vaciptir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Müminler kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hücürat suresi ) buyurulmuştur.
Ayrıca Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına:
“Ey Ashabım! Nafile oruç tutmaktan ve sadaka vermek ten ve namaz kılmaktan daha faziletli bir amelî size söyleyim mi?” buyurduklarında Ashab: “Evet ey Allah’ın Resulü” dediler. Peygamber şöyle buyurdu: “Aralarında düşmanlık olan iki müminin arasını bulmaktır. O müminlerin arasını açmak dini traş etmektir.”
İki mümin kardeşin arasını düzeltmek için yalan yoktur. Yani iyilik ve ıslâh için iki tarafında söylemediği sözleri, onların birbirlerine olan sevgilerinin artması için onların adına söz söylemek caizdir.Hadis-i şerifte:
“İnsanların arasını düzeltmek için yalan söyleyen kimse, yalan söz söylememiştir, aksine hayırlı söz söylemiştir.” buyu rulmuştur.
Bu hadis-i şerifte insanların arasını bulmanın vacip olduğuna dair delil vardır demişlerdir. Yalanı terk etmek vaciptir. Vacip olan şey ancak kendisinden daha kuvvetli bir vacip olursa sakıt olur. Bu yüzden iki müminin arasını düzetmek haram olan yalandan daha kuvvetlidir.
Hadis-i şerifte:”Allah’tan korkunuz ve de iki müminin arasındaki düşmanlığı gidermek ve düzeltmek için gayret ediniz, çünkü kıyamet gününde Allah müminlerin aralarını düzeltir.” buyurulmuştur.
Enes b. Malik’ten rivayet edilir:
“Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in meclisinde bulunuyorduk. Bir müddet sükût edip ardından ağlamaya başladı. Mübarek gözlerinden yaşlar akıyordu. Bunun üzerinden bir müddet geçtikten sonra tebessüm buyurdular. Sevindiği yüzünden belli oluyordu. Sonra Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) bunun sebebini sormaya cesaret etti. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem):
“Şimdi gördüm ki, kıyamet kopmuş bütün canlılar hesaba çekiliyor. Ümmetimden iki kişi birbirleriyle muhakeme oluyorlardı. Birisi zalim diğeri mazlumdu.
O biçare mazlum; “Ya Rabbir Benim hakkımı ver” diye duâ eder, Allah’ta o zalime;
“Bu mazlumun hakkını ver!” diye emir buyurdu. Zalim olan kişi;
“Ya Rab! Benim bütün iyiliklerim üzerimde hakkı olan herkese verildi. Benim bir şeyim kalmadı. Çaresiz kaldım, ne vereyim?” dedi. Mazlum olan;
“Ya Rab! Benim günahımdan hakkım miktarınca ona ver!” dedi.
O zalim o kadar sevabından mahrum kaldığı gibi o mazlumunda günahlarını yüklenip cehenneme gireceği için üzüldü. Ben de bu duruma ağladım.
Mazlum olan başını kaldırınca Allah ona seslendi.
“Neler gördün?” Mazlum:
“Ya Rab! Gümüşten şehirler ve altından köşkler ve döşekler gördüm.
“Peygamberler ve sıddıklardan hangilerinindir bunlar?” diye sordu. Allah;
“Ücretini kim öderse onundur!” dedi. O mazlum da;
“Ona kimin parası yeter, gücümolsa satın alırdım” deyince, Allah;
“Şu din kardeşinin üzerinde olan hakkını affetmek bu sarayların fiyatıdır.” buyurdu. O mazlum da;
“Ya Rab! Sen şahit ol! Onun üzerindeki hakkımı helâl eyledim ve onu affettim!” dedi. Allah;
“Kulumu affetmek bana mahsustur! O din kardeşini de al ve beraberce o saraylara gidin. Onları size ihsan ettim.” buyurdu. Mutluluğumun sebebi de budur.”
ANNE VE BABAYA İYİ DAVRANMANIN ÂDABI
Anne ve baba’ya iyi davranmak farzdır. Kur’ân’da;
“Allah’a ibadet edin ona bir şeyi ortak tutmayın ve anne babanıza iyi davranın!” buyurulmuştur. (İsra suresi)
Hatta Beyazıd-ı Bestami hazretleri çocukluğunda, mektepte Kur’ân okurken;”Bana anne-babana şükret…” âyet-i kerîmesine gelince, hocasına bunun manasını sordu, o da “Allah önce kendisine sonra anne ve baba’ya şükür etmenizi emrediyor.” dedi.
Bunun üzerine Beyazıd-ı Bestami hemen evine gidip annesine durumu anlattı, “Ey anneciğim, bugün Kur’ân’da bir ayet okudum, beni dehşete düşürdü. Allah Teâlâ hem kendine hem-de anne ve babaya hizmet etmeyi, şükretmeyi emretmiş. Bir kişinin iki kapıda hizmetçi olması çok zordur. Çünkü bir tarafa eksik hizmet eder. Allah’a yalvar beni affetsin, bütün hizmetimi sana yapayım ya da beni affet hakkını helâl et bende bütün hizmetimi Rabbime yapayım!” dedi.
Annesi bu şekildeki gayret ve sevgiyi görünce şefkat edip, “Ey oğlum! Ben seni affettim ve hakkımı helâl ettim. Bütün hizmetini Rabbine yap!” diye ruhsat verdi.
Anne ve baba’ya iyilikte bulunmak, Allah yolunda namaz, oruç, hacc, sadaka vermekten ve cihad etmekten faziletlidir.
Hadis-i şerifte:”Anne ve baba’ya itaat etmek, namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, hac ve umre yapmaktan, Allah yolunda cihad etmekten faziletlidir.” buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:”Bir kimse anne ve babası kendisinden razı olmuş bir şekilde sabaha girerse o kişi için cennete iki kapı açılır, eğer yalnızca annesi veya yalnızca babasını razı ederse bir kapı açılır. Akşamda bunun gibi olur. Bunun aksi olarak, kim sabah ve akşama anne ve babasını öfkelendirerek girerse, onun için cehennemde iki kapı açılır. Eğer sadece biri hayatta ise bir kapı açılır. Her ne kadar anne ve babası zalimde olsalar onlara iyilik yapmak gerekir.” buyurulmuştur.
Kim ebeveynlerine itaat ederse çocukları da ona itaat eder.
Hadis-i şerifte:”Anne babanıza iyilik ediniz ki, çocuklarınızda size iyilikte bulunsun” buyurulmuştur.
Anne ve babasına asi olan kimse cennete giremez. Ne kadar iyi işte yapsa fayda etmez. Anne ve babasına itaat eden ve iyilikte bulunan kimse ne kadar kötü amel yapsa da cennete gider.
Hadis-i şerifte:”Anne ve babasına asi olan kişi istediği ameli yapsın, asla cennete giremez, anne ve babasına itaatkâr olan kişi istediği ameli yapsın cehenneme girmez!” buyurulmuştur.
Hadis-i şerifte: “Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan duyulur fakat anne ve babasına asi olanlar ve akraba ile ilişkisini kesenler bu kokuyu duyamaz!” buyurulmuştur.
Annenin şefkati çok olduğu için ona itaat etmek babadan önce gelir.
Kur’ân-ı kerîm’in Meryem suresinde;
“Beni anneme iyilik yapar kıldı…” buyurulmuştur. Ayrıca yine Kur’ân’da;
“Ve biz insana anne babasına iyilik etmesini emrettik, annesi onu taşıdı.” (Ahkâf suresi; 15) ayet-i kerimesi karnında taşımak ve diğer zorlukların anne tarafından üstlendiği için onun hakkının daha önce geldiğinin işaretidir, diye rivayet olunmuştur.
Bir zat Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ın huzuruna geldi ve şöyle sordu:
“Ey Allah’ın Resulü! Kime iyilikte bulunayım?
Annene, diye cevap verdi Resulullah.
Sonra kime iyilik edeyim? diye sordu.
Annene.
Sonra kime?
Annene.
Sonra kime.
Ondan sonra babana ve yakınlık sırasına göre akrabalarına” buyurdular.
Yine bir gün Peygamberimizin huzuruna birisi geldi. Ve şöyle dedi:
“Ey Resulullah! Benim annem oldukça yaşlıdır. Kendisi bunadı. Ben onu kendi elimle yediriyorum, içiriyorum, onu sırtıma alıp istediği yere götürüyorum, bu hizmetimle onun üzerimdeki hakkını karşılayabilir miyim?”
Peygamberimiz “Yüzde birini bile değil!” buyurdular.
O adam da “Niçin edâ edemedim” diye öğrenmek için sordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);
“Çünkü o, sana sen zayıfken senin yaşamanı umut ederek sana hizmet etti, sen ona onun ölmesini bekleyerek hizmet ediyorsun, fakat sen yine de ona iyilik yapıyorsun.” buyurdular.
Musa (aleyhisselam) bir gün duâ ederken; “Ey Rabbim benim cennetteki arkadaşım kimdir?” diye sordu. Aüah;
“Ey Musa! Falan şehre git, orada bir kasap vardır, senin cennetteki arkadaşın o’dur.”
Hz. Musa (aleyhisselam) o şehre gelip, o kasabın dükkanını buldu. Uzak bir yerde oturup bir süre kasabın hareketlerini izledi. Akşam olmak üzereyken adam sepetine bir parça et koyup evine gitmek istediği zaman Musa (aleyhisselam) adama selâm verip;
“Misafir kabul eder misin?” diye sordu.
Kasapta, taltif ederek kabul etti. Beraberce kasabın evine geldiler. Kasap getirdiği eti ve birazda çorba pişirdi. Sonra yukarıda asılı olan büyük bir sepeti indirdi, içinden çok ihtiyar bir kadın çıkardı. O çorba ve eti ona kendi eliyle yedirdi. Elbiselerini alıp yıkadı, kurutup yine giydirdi. Kadını sepete tekrar koyarken kadın o adama bir şeyler söyledi. Meğer adam her gün bu şekilde yaparmış. Musa (aleyhisselam), kasaba;
“Kimdir bu?” diye sordu. Adam;
“Annemdir her gün bu şekilde ona hizmet ederim!” diye
cevap verdi. Musa (aleyhisselam);
“Peki sepete tekrar koyarken bir şey söyledi, neydi o?”
diye sordu. Kasap;
“Şu şekilde duâ eder: Allah’ım benim oğlumu cennetinde Musa’ya arkadaş eyle!” Adam bunları söyleyince Musa (aleyhisselam);
“Müjde sana! Ben Musa’yım ve sende cennette benim ar-kadaşımsın!” dedi
Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem); “Helak oldu! Helak oldu!” buyurdular. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram sordular;
“Kim ya Resulullah?”, Peygamberimiz şöyle cevap verdi:
“Yanında anne ve babasından biri yada ikisi de yaşlanıp-da cennete giremeyen kişi!”
Bir kimse anne ve babasının yüzlerine merhamet ederek bakarsa, her bir bakışı için bir hacc ve umre sevabı verilir.
Nitekim hadis-i şerifte:
“Bir evlât anne veya babasının yüzüne rahmet nazarıyla bakarsa ona bir hacc ve umre sevabı verilir.” buyurmuştur.
Bunun üzerine Resulullah’a şöyle bir soru soruldu:
“Ey Resulullah bu sevap günde bir kere bu şekilde bakana mı verilir?” Peygamberimiz:
“Günde yüz bin kere bakarsa bu kadar sevap alır.” buyur muştur.
Bir kimse annesinin ayağını öpse, cennetin eşiğini öpmüş
olur. Hadis-i şerifte:”Kim annesinin ayağını öperse cennetin eşiğini öper!”buyurulmuştur.
Ebu İshak (radıyallahu anh)’a bir kişi gelip;
“Ben seni rüyada sakalın cevher ve yakut ile bezenmiş bir hâlde gördüm!” dedi.
Ebu ishak; “Bu rüya sadık rüyadır. Yani doğrudur. Ben bu gece annemin ayağına sakalımı sürdüm ve ayaklarını öptüm.”
dedi.
Kişinin anne ve babası hayatteyken evlenmesi, annenin ve babanın evlât üzerindeki hakkıdır. Hasan el-Basri, “İnsanın aklı en güzel olanı, anne ve babası hayattayken evlenen, hanımı yüzünden anne ve babasına âsi olmayandır.” buyurmuştur.
Bir Kıssa
Ashab’tan Alkame (radıyallahu anh), hastalanıp, fenalaştı, Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ali, Ömer ve Bilâl (radıyallahu anh)’i onun yanına gönderdi.
Bunlar Alkame’nin yanına girdiklerinde onun dilininin tutulmuş olduğunu ve kelime-i şehadeti söyleyemediğini gördüler. Hemen geri gelip durumu Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’a anlattılar.
Alkame’nin bu hâli Ashab arasında görüşüldü, sebebi arandı fakat bu kötü hâline bir çözüm bulunamadı. Sonra hanımından dolayı annesiyle arasının açık olduğu ve annesinin ondan razı olmadığını öğrendiler.
Bunun üzerine Alkame’nin annesi Rasulullah’ın huzuruna
çağırıldı. Kadın geldiğinde şöyle buyurdu:
“Ey Alkame’nin annesi, nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, sen ona bu şekilde kızgın olduğun sürece, sadaka ve namaz olarak ne yaptıysa fayda sağlamaz!”
Başka bir rivayette Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) onu yakmak istedi, fakat annenin merhameti üstün geldi ve “Allah şahit olsun oğlumdan razı oldum!” dedi. Bunun üzerine Alkame’nin dili çözüldü kelime-i şehadet getirdi. Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem);
“Ey Müminler ve Ensar! Bir kişi hanımını tercih ederse, Allah’ın laneti onun üzerine olsun. O kişinin ne farzı ne de nafile ibadeti kabul olunmaz!” buyurulmuştur.
Anneyi ve babayı isimleriyle çağırmamak âdaptandır. Kesinlikle anneciğim ve babacığım diye çağırmalıdır. Çünkü İsmail (aley-hisselam);
“Ey babacığım, sana emredildi yap” dedi. Anne ve babaya sırnaşmakta bir sakınca yoktur. Bunu başkalarına yapmak hoş olmasa bile anne ve baba’ya yapılabilir.
