Zikir, Allah’ı anmaktır. Kur’ân’ın sarih emirlerindendir. Beni anın, ben de sizi anayım” (Bakara Sûresi, 152),

“Allah’ı çokça zikredin ki, felaha eresiniz” (Enfal Sûresi, 45)

Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O’na kul ol! O’nun kulluğunda sabırlı ol! O’nun İsmi’yle isimlendirilen (bir kimse) biliyor musun’ MERYEM – 65

Ve Rabbinin İsmi’ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş. MUZEMMİL – 8 Ey iman edenler.! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin. AHZAB – 41

Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. NİSA – 103
Münib olan (Allah’a yönelen: Allah’a ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun (onların kalp gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar) diye. KAF – 8 ayetleri, bu konudaki pek çok ayetten sadece birkacıdır.

Zikir iki türlü olur:
1- Lisan ile.
2- Kalb ile.

Asıl olan kalbin zikretmesidir. Dil buna sadece bir tercümandır.Yalnız dilde kalan evrad, kalbe intikal etmedikçe, zikir sayılmaz. (Mahirİz, Tasavvuf, 243)

Tarlada çalışan çiftçinin,dairede çalışan memurun, fabrikada çalışan işçinin Allah’ı vardır ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah’ı zikirden, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyamaz.(Nur Sûresi, 37) Bunlar, “dışı sahra-yı kesrette, içi umman-ı vahdette”olan kimselerdir.Dış dünya ve bununla meşguliyet, onların gönül âlemlerini bulandırmaz.İç âlemlerinde vahdet ile teneffüs ederler.
Bütün tarîkatların üssü’l-esası olan zikir, kalbi şeffaflaştırır.Ona letafet kazandırır. O kalbi, ilham esintilerine duyarlı bir alıcı haline getirir.

Manevî terbiye ve yolculukta ilk hedef, kalbin uyanmasıdır. Peşinden manevî kirlerden arınmak gelir. Onu Yüce Allah’ın razı olduğu güzel ahlaklar ile süslenmek takip eder. Bundan sonra, kalp ilâhî dostluğa hazırdır. Bu kalbin hediyesi Allah (c.c) ile huzurdur. Bütün seyr-u sülük bunun için yapılır. Mücahedenin sonucu Yüce Allah ile dost olmak ve ilâhî himayeye girmektir.Manevî terbiyede ilk olarak kalp ele alınır. Bütün ariflerin tecrübe ve tespitine göre, kalbin temizlenmesi
ve nefsin terbiyesi için en etkili ilaç Allahu Teala’yı zikirdir.Zikir, ilk anlamıyla anmak, hatırlamak, unutmamak ve yad etmek manalarını taşır. Ancak ondaki gizli mana sevmek, yüceltmek ve özlemektir. Zikrin aslı, gönülden masivayı çıkarıp, Mevla’yı sevmektir. Allahu Teala’nın dışındaki her şeye masiva denir. Zikir, nefsi ezip Yüce Rabbi yüceltmektir. Zikir, fikrin meyvesidir. Fikir, muhabbetin eseridir. Muhabbet, Allah vergisidir.Büyük arif Mevlana Hâlid Bağdadi (k.s), sadık müridi Şeyhu’l-İslam Mekki Zade Mustafa Asım Efendi’ye yazdığı bir mektupta zikrin önemini kısaca şöyle ifade etmiştir:”Düzgün bir itikada sahip olup hak mezheplerden birisine uyarak farzları yerine getirdikten sonra, ibadetlerin en yücesi ve en faziletlisi gizli zikre devam etmektir.”

Zikir esnasında insan, Allahu Teala’nın kendisini gördüğünü, işittiğini ve hiçbir şeyin O’ndan gizli kalmadığını bilmelidir. Bu bilme, taklitle değil, tahkikle elde edilen bir ilim olmalıdır. Ona yakin ilmi denir.Yakine ulaşmak için insanın Allah’tan gayri her şeyden yüz çevirip ihlas, edep ve sevgiyle sünnete sarılması gerekir. Bunun en güzel yolu, irşatla görevli Allah dostlarından birisinin terbiyesi ve tasarrufu altına girmektir. Gücünüzün yettiği kadar, gizli zikre özen gösteriniz, büyük sadatların himmet ve tasarruflarını üzerinize çekmeye çalışınız. Sahip olduğunuz yüksek rütbeler sizleri bunlardan alıkoymasın. Bu büyüklerden alacağınız azıcık nispet bile sizlere çok şey kazandırır.”(Mevlana Halid, Mektubat, 10. Mektup.)Günümüzde, zikir deyince, farz bir amel değil, nafile bir ibadet akla geliyor. Bazı insanlar, beş vakit namazını kılan, Kur’an’ı okuyan, ilimle uğraşan, haramlar’dan kaçan müminlerin, zaten zikir yaptığını; ayrıca bir zikre ihtiyacı olmadığını düşünüyor.Evet, bu sayılan ibadet ve ameller bir çeşit zikirdir, fakat kalbe ilaç olacak, nefsi uslandıracak zikir, hepsinden ayrı bir ameldir. Allah dostları, kalbin ilacı olan zikri günlük “vird” hâline getirmişlerdir. Bu sayede zikir, onların tüm
benliklerini sarmış, bütün vakitlerine yayılmış ve hayatlarının ayrılmaz bir parcası olmuştur. Buna “zati zikir” denir.Onlar için Yüce Allah’ı zikir, kalbin hayatıdır, huzurudur, sevincidir, ilacıdır. Zikirsiz kalp ölür. Önce şu gerçeği hatırlayalım. Hz. Kur’an, bütün kainatın Yüce Allah’ı zikrettiğini haber veriyor:Yedi kat gök, yer ve bunların içindekiler hepsi Allah’ı teşbih eder. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur.Fakat siz onların teşbihini anlamazsınız. O çok halimdir, çok bağışlayıcıdır.”
(İsra, 44)Kur’an ayrıca bize şunu öğretiyor: Her bir varlığın kendine ait bir dua ve teşbihi vardır, Allah’ın izniyle onu bilir ve yerine getirir. (Nur, 41.)Allahu Teala, yarattığı her varlığa, kendisini zikretme özelliği vermiştir.Cansız varlıkların zikir şeklini bizler fark edemeyiz, ancak bir çeşit zikir yaptıkları muhakkak…Nefes alıp veren her canlı, iradeli ve iradesiz, mutlaka nefes alıp verir. Bu nefesler tabii haliyle boğazdan çıkarken canlı hû, hû der, zikir çeker. Hû, O’nu, yani Yüce Yaratıcıyı gösterir. Bu, en kısa ve en özlü zikirdir. Ancak pek çoğumuz bundan habersizdir.Zikir, terbiye için farzdır, o, ne kadar yapılsa azdır.

Bunlar da hoşunuza gidebilir

1 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.