share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Ehl-i Beyt

0 yorum

ÜMMETİN KİBRİT-İ AHMER’İ (EHL-İ BEYT)
Kibrit-i ahmer; Şeyh Muhammed Dıyauddin(ks )’in ifadesiyle değdiğini altına çeviren madde manasındadır.
Mutasavvıflar kibrit–i ahmeri; kişinin çıktığı sonsuz olgunluk mertebesi olarak adlandırmış ve İbni Arabi, Mevlânâ gibi mutasavvıflar bu iksirin aşk olduğunu söylemişlerdir. Hz. Mevlânâ hayatın üç harf ve beş noktadan ibaret olduğunu söyler.
Aşk, kişinin sıradan bir insandan ölümsüzlüğün sırrına ermiş bir insan-ı kâmil olmasını sağlayan iksirdir. Aşkın menbağı ariflerin gönlüdür. Tıpkı sıradan bir madeni altına çeviren “Kibrit-i Ahmer” gibi. Bir arifin gönlüne girip oradan feyz alan kişi de kısa sürede istikamet ehli bir mümin olur.

Aramak; bulmaya giden yolda gösterilen gayret ve çabalardır.  Bir konuda iradenin kullanılması, kulluğun devreye girmesidir. İrade ise,  Rabbimizin biz kullarını imtihan etmek için külli iradesinden hediye ettiği küçük bir cüzdür. Aramak ve bulmak için gelmemiş midir insan dünya denilen hana?  Bu arayışta istikamet doğru olursa, dünyaya gelirken ayrıldığı Maşuk’unu daha dünyadayken bulur insan.
İnsan, bezm-i elesti hatırlamak için, bir bakıma kaybettiğini bulmak için gelmiştir bu âleme. Kalp denilen muhteşem merkez bunun için yaratılmıştır. O halde aramak, bulmaya hamildir aslında. Yeter ki istikamet doğru olsun ve kişi bu istikamet üzere çabalarını bıkıp usanmadan sabırla sürdürsün.

Kibrit-i Ahmer’e doğru
Aradığını bulmak konusunda, biz ahir zaman ümmetine , Ehl–i Beyt’imizin büyüklerinden Ebu’l-Hasan Şazili(ks) ne güzel bir örnektir.
Arıyordu. Kalbine arama arzusu verilen, kıymetli bir talebeydi O. Aslında, aradığı kendisinde bulunan bir soydan, Ehl-i Beyt’ten geliyordu nesebi.
Küçük yaştan itibaren doğduğu Şâzile kasabasında ilim öğrenmeye başlayan Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî(ks) Önceleri kimyâ ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Kibrit-i ahmeri, dokunduğu maddeyi altına çeviren cevheri arıyordu. Bu uğurda gecesini gündüzüne katıyor, dua ve ibadetlerini de ihmal etmeyip, isteğini vermesi için Rabbine yakarışlarda bulunuyordu. Uzunca bir müddet aradığını bulmak için çaba sarf etti. Bu maddeyi bulmak onun için bir sevda haline gelmiş, tek düşüncesi o olmuştu.

Allah(cc), bu güzel kalbin kendisinden başka bir şeyle daha fazla oyalanmasına razı olmamış olacak ki; manevi bir işaretle aradığı iksirin aşk olduğunu, mübarek kalbine ilham etmiştir. Böylelikle İslami ilimlere yönelmiş; tefsir, fıkıh, hadis ilimlerinde zamanının en önde gelenlerinden olmuştur. Bu ilimleri aldıktan sonra kalbi yine mutmain olmamış, kendisine aşk iksirini tattıracak manevi bir rehber aramaya koyulmuştur.

Bu amaçla birçok velinin sohbetinde bulunup, onlardan istifade etmeye çalışır. Bu sebeple pek çok seyahat yapar. Bir defasında Irak’a giderek buradaki âlimlerden Ebü’l-Feth Vâsıtî(ks)’nin sohbetlerinde bulunur. Bir gün, Ebü’l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; “Sen onu Irak’ta arıyorsun. Hâlbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada bulacaksın.” buyurunca, tekrar memleketine döner.

Büyük velîlerden olan Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât olduğunu anlar. Böylelikle kibrit-i ahmerini bulmuş olur.
İbn-i Meşîş hazretleri, Rabat (Ribâte)’daki bir dağda mağarada inzivaya çekilmiştir. Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî(ks), onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde bulunan çeşmeden gusl abdesti alır. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri unutarak, yâni tam bir boş ve kırık bir kalb ile huzûrlarına doğru yürür.
İbn-i Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, aynı şekilde ona doğru yürür. Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah Efendimize(sav) kadar uzanan nesebini tek tek saydıktan sonra ona: “Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden soyunarak tam bir ihtiyaç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhiret servet ve zenginliğini aldınız.” buyurur.

 Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî diyor ki: “Onun bu hitâbından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak Teâlâ kalb gözümü açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devam ettim.”

 Aradığını bulan Hasan–ı Şâzilî Hazretleri de mürşidi önünde diz çöküp kibrit–i ahmer olma yolunda seyr-ü süluke başlar.

ÜMMETİN KİBRİT-İ AHMER’İ (EHL-İ BEYT)

Merhaba ey nur-ı ruyundan münevver kâinat
Cevher-i zat-ı şerifin cami-i hüsn- i sıfat
Merhaba ey varis-i ilmi Resul-i Haşimi
Mukteda-yi ehl-i iman hadi-i rah-ı necat

Merhaba ey yüzünün nuru cihanı aydınlatan
Mübarek ruh cevherin güzel sıfatların yeri
Merhaba ey Resul’ün ilmine varis olan
İman ehli imamı, kurtuluş yolunun rehberi

Manevi buhranlarla boğuşan çağımız insanının, en çok ihtiyaç duyduğu şey ve kendisini bu durumdan kurtaracak iki önemli iksir iman ve muhabbettir! İmanın ve muhabbetin membağı Fahr-i âlem, Eşrefi mahlûkat Hz Muhammed Mustafa(sav) Efendimiz ve O’nun pak Ehl-i Beyt’idir.

Ehl-i Beyt’in büyük âlim ve evliyalarından olan Seyyid Sıbgatullah Arvasi(ks) bir sohbetlerinde şöyle buyururlar. ”Peygamber Efendimiz(sav), ehl-i beyt ve sahabenin hayatını okumak insanın imanını; Sadat-ı Kiramın hayatını okumak insanın muhabbetini artır.”(Minah) buyurur.

Peygamber Efendimiz(sav) “Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur.” (Hâkim, Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî, el-Kebîr, No:2636-2638.) buyururlar. Tarih yolculuğunda bu hadisi şerifin tahakkuk ettiğini geçmiş tüm ümmet en güzel şekilde müşahede etmiştir. Bizler de günümüzde bu hadisin taahhukuna şahid olmaktayız.

Ehl-i Beyt hazarat’ı da kendisine sığınanları esfeli safiliinden alıp ala-i illiyine çıkararak Allah‘ı kula, kulu Allah’a sevdirme misyonlarını en güzel şekilde ifa etmektedir. Bir çok cihetle kibrit-i ahmer olduklarını 1400 yıllık İslam tarihinde müşahede etmekteyiz. Alemi İslam’a ,ümmeti Muhammed’e canları bahasına hizmet etmişler.

Ehl-i Beyt Kimlerdir?
Ehl’in lügat manası: Yabancı olmayan, alışık olduğumuz, dost, sahip, mensup, evlat, iyal, kavm,  mahir, usta, üstad, muktedir, becerikli demektir.  Beyt; ev, oda, hane manasına gelir. Ehl-i beyte, İslam âlimleri tarafından birçok mana verilmişse de genellikle üstünde durulan manası, Peygamber Efendimiz (sav)’in ailesi olarak algılanmaktadır.

Ehli Beyt Hakkında Kullanılan Tabirler
“Âl-i Rasul”, “Evlad-ı Rasul”, “Âl-i Ali”, “Itre”, “Seyyid”, “Şerif”,Al-i Aba,“Haşimî” vb…
Ehl-i Beyt Efendimiz(sav)’in bizlere bıraktığı rehberlerdir. Risaletin manevi havasında yetişmiş, iman kaynağının başıdır. Bir su kaynağı ki içerisine hiçbir şey karışmamış saf ve berrak.

Ehli Beyt ile ilgili ayeti kerimeler
Kur‘an-ı Kerim Resulullah(sav)’le her türlü çirkinlikten arî olan Ehl-i Beyt‘in yakınlığını vurgulamıştır. Bunun en bariz örneği herkesin ittifak ettiği Tathir ayetidir. Allah Teâlâ, Meveddet ayetinde belirtildiği gibi Ehl-i Beyt ‘i sevmenin ve onlarla dost olmanın önemini vurgulamış ve bunu tüm Müslümanlara farz kılmıştır. Ehl-i beyte has olan birçok fazilet ve menkıbeler vardır ki onların hakkında nazil olan çok sayıda ayetler buna delalet etmektedir;

Meveddet (Sevgi) Ayeti
“De ki sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi iş yaparsa onun güzelim mükâfatını artırırız; şüphe yok ki Allah, bağışlayandır, iyiliğe mükâfatla karşılık verendir. (Şura, 23)

Tathir Ayeti
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler.” (Ahzab, 33).
Şüphesiz ki Allah’ın tertemiz kıldığı ve her türlü pisliği giderdiği şahıslardan maksat, “Al-i Abâ”ve onlardan gelen pak nesilleridir. Bu da ehl i beytin mahlûkatın en üstünü ve yeryüzündeki tüm insanların faziletlisi olduklarının en büyük delillerindendir.

Ehli Beyt’in kendine has özellikleri
1-Onların Nübüvvet Hanedanından Olmaları:
Risalet soyundan olmaları, bu ağacın has meyveleri olmaları. Onlar öyle bir nesildendirler ki hepsi birbirindendir ve Allah’ın onlarda olan bir takım kabiliyetlerden dolayı seçtiği ve bütün insanlığın üzerinde tuttuğu bir nesil. Al-i İmran süresinin 33 ve 34 ayetlerinde: “Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u ve İbrahim soyunu ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı. Bir zürriyet olarak birbirlerinden gelmiştir. Allah her şeyi işiten ve bilendir.”
2- Risalet Ve Nübüvvetin Özel Talim Ve Terbiyesinden Geçmeleri:
Hiç kimsede olmayan bu özelliği  Emirü’l-Mu’minin Ali(ra) şu şekilde ifade eder: “Peygamberi Allah eğitti ve en güzel şekilde eğitti. Peygamber de beni eğitti.”
Hz. Ali de Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyin’i eğitti. Hatta İmam Hasan ve İmam Hüseyin Peygamber(sav) tarafından talim terbiye edilmiş onun omuzlarında büyümüşlerdi. Bu talim ve terbiye nesilden nesile devam etti.
3. Nübüvvet Ve Risaletin İlim Ve İrfanının Madeni Ve Varisi Olmaları:
Bu da Ehl-i Beyt’in kendilerine has önemli özelliklerinden birisidir. Evet, önceki o iki husus, onlara böyle bir özelliği kazandırmıştır.  Böylelikle  Ehl-i Beyt diğer kimselerin üstadı konumuna gelmiştir. Herkes onlardan ilim almıştır. İslam âlim ve büyüklerinin okudukları medreseler, üstatları, hocaları hepsi bu kaynağa dayanır. Zamanının büyük âlim-uleması, mezhep âlimleri çoğu İmam Cafer-i Sadık(ra)’tan ilim almışlardır.
4- Bütün İlahi Ve İrfani Değerlerin Zirvesinde Oluşları:
Hz. Aişe Annemiz’e Peygamber Efendimiz’in ahlakı sorulduğunda cevap olarak: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an ahlakıydı.’’ diye cevap vermiştir. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış bir peygamberin eğitimini nesilden nesile sürdürmüşlerdir.
5. Ehl-i Beyt’in; İslam’ın, Kur’an’ın, İlahi Ve Dini Değerlerin Maslahatını Her Şeyin, Hatta Kendi Canlarının Bile Üstünde Tutmaları:
Onlar, Allah(cc)ın kalplerine bahşettiği rahmet ve merhamet duygusuyla ümmeti sahiplenmişler, kendi nefislerinden çok onları düşünmüşlerdir. Mahşerde bütün sevdiklerini ümmet için feda eden Rasullullah(sav) gibi, tek dertleri ümmetin maslahatı olmuştur.

Ehl-i Beyt’in Fazileti ve Sevgisi
İslam âlimleri, Ehl-i Beyt sevgisini, son nefeste iman ile gitmek için şart görmüşlerdir. Ehl-i Beyt’i sevmek her mümine farzdır. Bunlarda Rasulullah Efendimizin zerreleri vardır. Onlara kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazifesidir. Çünkü imanın temeli ve en kuvvetli alameti, Allah-u Teâlâ’yı sevmek ve Allah-u Teâlâ’nın sevmediklerini sevmemektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Çocuklarınızı üç hasletle terbiye ediniz. Bunlar: Peygamber sevgisi, Ehli Beyt sevgisi ve Kur’ân öğretimi.”

Abbasi devletinden itibaren itibarlı İslam devletleri Ehl-i Beyt’e karşı vazifelerin ifa edilmesi noktasında bazı tedbirler almışlar, bu işin yönetimi için Nakîb-ül Eşraf adlı müesseseyi kurmuşlardır. Osmanlı devleti de İslam dininin devlete yüklediği bu görevleri en iyi şekilde yapmak için Nakîb-ül Eşraflık müessesesine layık olduğu özeni göstermiştir.

Onlar da Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin nesline yakışan bir emniyet ve saygınlıkla bu vazifeleri güzelce icra ederlerdi.
Osmanlı devletinde bunlara ek olarak Ehl-i Beyt için vakıflar kurulmuş, tahsisatlar bağlanmış, vergi muafiyetleri getirilmişti. Bu uygulamaların ortak maksadı Ehl-i Beyt’in neseplerinin şerefini muhafaza ederek kendilerine yakışan bir hayat içinde olmalarıydı.

Allah(cc)‘ın bir rahmet peygamberi olarak göndermiş olduğu Rasulullah(sav)’ın bu ümmete kendisinden sonra en büyük iki hediyesi; Kur’an ve ehl-i beyttir. Veda Hutbesinde Rasulullah(sav) “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberin(a.s.m) sünnetidir.”

Sünnetin en iyi uygulayıcısı da o manevi ocakta yetişmiş Seyyidlerdir. Bu nimetin çağlardan günümüze izdüşümü olan Nurşin Ümmet i Muhammed üzerindeki bu misyonunu büyük bir sadakatla sürdürmektedir. Bağdat’tan gelerek Bitlis’in Nurşin ilçesine yerleşen Seyyid Abdurrahman–ı Tagi(ks)  ve O’nun ocağından yetişen mübarek evlatları ve talebeleri Kur’an ve sünnetin menbağı olmuştur. Bugün medreselerinde Kur’an ve sünnet-i seniyyenin eğitimini devam ettirip, ülkemizde ve dünyada İslamiyet’in pak ve berrak nurunun güneşi olmuşlardır.

Seyyid Muhammed Fadlullah (ks)  2005      yılında kurmuş olduğu Nurşin Medresesi’nde O’nun vefatından sonra Seyyid Alameddin–i Nurşini(ks) zahirî ve batınî ilim tedrisatıyla günümüzün kibrit-i ahmeri olmuştur. Bu yüce Nakşibendi silsilesine altın silsile denmesinin sebebi de silsilenin başındaki mürşitlerin Seyyidlerden oluşmasıdır.

Allah-u Teâlâ(cc)bu mübarek zevatın muhabbetini tahsil etmeyi ve gereğince hizmetlerinde bulunmayı cümlemize nasip etsin. Aminnn

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*