share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Hikemi Ataiyye

0 yorum
Hikemi Ataiyye

Hikemi Ataiyye 2. Bölüm

19- “Allâh’a yakınlık Allâh’ın sana olan yakınlığındandır.”

Allâh (C.C.): “Ey Habîbim, kullarım senin Rabb’ın uzak mı, yakın mı, diye soruyorlar. Ben Azîmu’ş-Şan kullarıma pek yakınım.” diye buyuruyor.

Allâh kullarına şah damarından daha yakındır. Burada yakınlık maddi değildir. Yani Allâh kulunu en iyi bilendir.

Yine şöyle buyuruyor: “Ben Azîmu’ş-Şan insana yakınım. Fakat onlar beni görmekten âcizdirler.” Teşbihte hata olmazsa: Karagözcünün, <<Hayy, Hakk; perdeyi açtık, mûmunu yaktık, görelim zılli (gölge) hayatı>> derken, işte burada karagözcü, perdede her türlü hayali gösterir ve konuşturur. Görülüyor ki gösteren konuşturan karagözcüdür. Bunun gibi her şeyi yaratan ve yaptıran da Allâh’dır. Her şeyde Allâh’ın ef’âli, Sıfat ve Zâtın zuhuruna vasıta olan her şey zıldır (gölgedir). Aslında ağaç vardır, gölge yoktur. Gölge ağaç ile var oluyor. İşte her şeyin varlığı da bir gölge mevhûmdur. Evveli ve sonu yokluktur. Mutlak var ve Bâkî olan ancak Allâh’dır.

Allâh’ın sana yakınlığını, onun sana yakın olduğunu bilmekle anlarsın. Senin O’na kurbiyetin (yakınlığın) onun sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi, Allâh’a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka bir şey değildir. Allâh’a her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak lâzımdır ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lâzımdır. Şu hâle göre, senin edebinin artması Allâh’a olan vuslatını gösterir.

20- “Nâr, Allâh’ın cemâline âşık ve bütün mâsivadan yüz çevirenler içindir. Onlar bize teveccüh ederlerse biz onları yukarı çıkarırız.”

Allâh sevgililerine: “Ey kullarım, Allâh deyiniz, siz benimsiniz, bana geliniz, mâsivayı bırakınız.” der.

21- “Ey kul, kendindeki gizli ayıpları bulup birer birer temizlemelisin.”

Ayıplar şunlardır: Benlik, nefsi emmâre, ucûb, kin, garez, gadab-ı nefsânî, kibir, varlık ve benzerleri.

22- “Hak kapalı değil açıktır. Perdeli olan sensin. Sen kendine bakmayıp başka şeye bakıyorsun. Sen perdeli olduğun için Hakk’ı göremiyorsun. Ayıplarını bul, perdeyi kaldır.”

23- “Ey derviş sakın ha! Hak’tan başkasından bir şey bekleme. Veren O’dur. O halde veren varken başkasından isteme.”

Bir şeyi yapan görünen âlettir. Fakat asıl yapan ustadır. Aleti görüpte ustayı unutma!.. Buna uyarak düşün de Allâh’dan başka bir kimseye gitme. Her yere Allâh ile git. <<Allâhım dilerse bu adam ban yardım eder>> de. Eğer o kişi o işini yapmazsa ona darılma. Çünkü onu yaptırmayan Allâh’dır.

24- “Ey âşık, eğer Allâh’ın vasfı, fiili ve şefkâtinden, iyi düşünceler çıkaramıyorsan, doğduğun günden bulunduğun ana kadar Allâh’ın sana yaptığı muamelelerine bak da Allâh’ı an ve Allâh’ı sev.

25- “Ey derviş, ey âşık, mahluktan mahluka dönme. Dönersen dolap beygiri gibi olursun. Bütün mâsivadan Allâh’a göç, Allâh’a dön. Çünkü bütün seyirler O’nda sona erer.

Ey âşık, kemâle ermek istiyorsan, bütün kâinat ve mahlukattan Allâh’a göç. Hattâ; Cennet, hûri, gılmandan dahi vazgeçip Allâh’a göç. Çünkü bütün seyirler Allâh’da sona erer.

Allâh Resûlu (s.a.v.) buyuruyor: “Bir kimsenin hicreti, Allâh’a ve Resûlüne olursa, onun gittiği yerde Allâh ve Resûlullâh bulunur. Eğer onun hicreti dünya ve güzel kadın olursa, onun gideceği yerde dünya ve güzel kadın olur.” (Buhari).

26- “Seni yürütmeyen kimse ile (Ehl-i dünya ile) sohbet etme. Seni Hakk’a götürmeyenle konuşma. Hak’tan bahsetmeyenden kaç. Çünkü o, seni yoldan çıkarır.”

İyi yaptığını kötü, kötü yaptığını iyi diyen adamla görüşme. İlmen senden aşağı olandan fayda sağlanmaz. İlmen, rütbe yönünden senden yüksek olanla görüş ki seni yükseltsin. Akranınla bile konuşma. Ehli âşıkla, Allâh yolunda olanla görüş. Seni yokluğa götürenle görüş, sofularla da görüşme. Aşıkla, yokluğunu gösterenle ve seni Allâh’a yaklaştıracakla görüş.

Bir zahidin kalbinden zuhur eden amel az olsa da yeterlidir. Bir dünya düşkününün ameli çok olsa bile, çok değildir.

Şunları yaparsan Cennetlik olursun, şunları yaparsan Cehennemden kurtulursun diyene bakma. Yaptığına değil, Allâh’a güven. Yalvar ama, yalvarmana değil Allâh’a güven.

27- “Bir kimse bir vakitte Allâh’ın istemediğini yapmak isterse bu davası, bu adamın cehli mürekkep ehli olduğunu gösterir. Çünkü Allâh’ın hakiki yapıcı olduğunu, O’nun yapmadığını kimsenin yapamayacağını bilemiyor.”

Mesalâ: Allâh, İslâmı vaaz etmiştir. O bir nûrdur. Onu kimse söndüremez. Onu söndürmek isteyenler sönmüşler ve söneceklerdir. Çünkü İslâm’ın sâhibi Allâh’dır.

Allâh bir kulunu bir yerde bir halde kullanıyor. Nerede kullanıyorsa, orada durmak istemeyişinle hatâ etmiş olursun. Bu cahilliktir. Çünkü Allâh’ın çıkarmak istemediği yerden ve vazifenden çıkmak istiyorsun. Hak çıkarıncaya kadar, o işte kalman lâzımdır. Mubâh olmayan yerlerden kurtulmak için de Allâh’a dua et ve yalvar.

28- “Kâinatın zâhirine bakma. Çünkü hepsinin hakikatları Allâh’dır. Dünya der ki: “Ey sâlik, bana bakma. Bende kalıpta oyalanma, ben fitneyim. İleriyi, ileriyi iste.”

Keşif ve benzerlerinin hepsi, birer hicabtır. Allâh yolunda aşılması gereken yetmişbin hicap (perde) vardır. Hiç bir makamda kalma, her mertebede ne zuhur ederse ondan kaç. “Allâh’ım zât’ından başka matlûbum yoktur.” de ve hiç bir makamda durma. “Zidnî” (daha ver) diye iste.

29- “Allâh’ı, Allâh ile bilen kimse, bütün eşyayı Allâh’ın kudretiyle bilen kimseden üstündür.”

Allâh’ı biliş üç şekilde oluyor:

I- Allâh’ı Allâh ile bilen.

II- Allâh’ı ile eşyayı bilen.

III- Eşya ile Allâh’ı bilen.

Allâh’ı Allâh ile bilen “ehl-i huzur” ve “ehl-i şuhûd” dur. Hakk’ı Hak ile gören böyle kişiler işi aslından tutar. Böyle kişilerle diğerleri arasında çok fark vardır.

30- “Allâh’dan başka her şeyin varlığı kendinden değil, hakîki var olan Allâh’ın varlığındandır.”

Biz, Allâh’ın varlığına o kadar müstağrak olduk ki, O’nun varlığına delil aramayız. Belki başka varlığı onun varlığı ile isbat ederiz. Başka varlığı da bir Hakk halinde görürüz. Mesalâ: Bir odanın içine giren Güneş hüzmesinin geçtiği istikâmette atmosferin varlığını ve onun içindeki her şeyi de zerreler şeklinde görürüz. Bu odaya Güneş girmezden evvel ne atmosferi ve ne de onun içindeki zerre halindeki maddeleri görüyorduk. Güneş girmeden evvel yok olduklarını zannettiklerimiz Güneş hüzmesiyle var oldular. İşte biz ve bütün kâinat Allâh’ın yanında böyleyiz ve varlığımız Allâh iledir.

31- “Ey âşık, ey sâlik bütün mâsivâullâh bir seraptır. Nasıl olurda bu mâsiva, Allâh’a perde olur? Allâh’ın yarattığı bir şey Allâh’a perde olamaz. Zira her şeyin zâhiri Allâh iledir. Hey şeyde zâhir olan da onun nûrudur.”

Öldüren ve dirilten Allâh olduğunu görmek gerekir. Yediğin ve gördüğün güzel şeylerdeki güzellikler, O’nun dur. Huve’l-evvel, huve’l-âhir, huve’l-zâhir, huve’l-bâtın odur. Her şeyde zâhir olan Allâh olduğu halde, nasıl oluyorda o şeyler Allâh’a perde oluyor? Olamaz. Çünkü her şey O’nun inâyetinin mahkûmudur. Kâfirin küfrü, mü’minin imânı, âşıkın aşkı O’ndandır. Her yerde ve her zerrede Allâh’ı gör ve Allâh’ı unutma. Ezelen, ebeden zâhir olan O’dur. O <<OL>> demeden bir şey zuhûr edemez.

32- “En ziyade kabûle lâyık amel, yani kalplere en fazla feyiz veren amel, görmeden yapılan ameldir. Amelini görmemen lâzımdır.”

Bir kimsenin amelinin Allâh yanında kıymetli olabilmesi için, o kişi kendinde zuhûr eden ameli ben yaptım dememeli. Allâh verdi demeidir. Ben yaptım derse, o kimsenin yaptığı amelin Allâh yanında hiç bir değeri yoktur. Zirâ Allâh’ı tesbih etmek, ancak Allâh’ın kudretiyle ve inâyetiyle oluyor. Her şeyi yaptıran Allâh’dır. Kul, Allâh’ın amelinin zuhuruna bir kanal ve bir vasıtadır. Çünkü amel senin değil, O’nundur. Amelini görmemek lâzımdır. Tsavvuf yolunda zikir, Allâh için yapılır. Allâh için yapılan amele de güvenmemek lâzımdır. Ancak Allâh’a güvenilir.

33- Ey kul, gece yarısı, uykudan kalkıp yalvarmanı istemesi Allâh’ın arzusudur. Bu yalvarış ve isteyişin senin değil, Allâh’ın isteğinin sende zuhûrudur. Yâni Allâh isteğidir. Böyle yapış, Allâh’ın seni kendine çekmek arzusudur. Allâh bunu sana, seni ereden kurtarıp, müessir-i ilâhî’sine ulaştırmak için yapar.

Ben ancak seni isterim demelisin. Allâh’ın yarattığı olan eserlerin kulu olma. Çünkü eserler hırsız olup, seni Allâh’dan çalarlar. Serlerden Allâh’a bakma. Doğrudan doğruya Allâh’ı gör. Çünkü; kâlbe bir olan Allâh girer.

34- “Vârid, Allâh’dan gelen hâl, nûr, ışık olup, insanı Hak yolunda aydınlatır. Bu ışıkla Allâh’a dönülür.”

İmân nûru, yâkîn nûru olup, kâlplerin mahyasıdır. Sen bu ışıkla, yani aşkı ilâhî ile Allâh’a gidersin. Akılla ancak sidre-i müntehâ’ya gidilir. Ondan öteye “Refref” (aşk-ı ilâhî) ile gidilir. Nûrlar kâlbin, zulmet nefsin askeridir. Allâh bir kuluna yardım yapmak istediği zaman aşk ve muhabbeti ile ihâta ederek, o kulunu zulmetten ve mâsivaullâh’dan keser.

Lâ ilâhe illallâh” ve lâfza-i celâl (Allâh) ve benzer evrâd, Allâh’ın nûrlarıdır. Allâh’ın varlığına inandık. Allâh’dan başka varlık yoktur, her şeyde görülen O’dur. Öyle ise hey şey O’dur. Biz yâkîne erdik, kim kime ibadet edecek deyip, dalâlete düşenler çoktur. O, Hakk’a değil bâtıla ermiştir. Allâh’a en yakın Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’dir. O, son nefesine kadar namaz kıldı. Yakınlık ne kadar iyi olursa, ahkam-ı şer’iyye o kadar eksiksiz tatbik edilir. Ahkâm-ı şer’iyye’de eksiklik olursa o sapıklıktır.

Kâlb emelini kaldırıp, Hakk’a güvenmek ikbâldir. Amele güvenmek idlâldir. Sakın, senden çıkan ibâdet ve taatla iftihâr etme. Bu idlâldir. Çünkü senden çıktığı için kusurludur. Ta’atın Allâh’ın inâyeti ile senden çıktığını gör. İşte bu ikbâldir. Çünkü Hak’tan çıkan her şey eksiksizdir.

35- “Ey âşık, Hak’tan gayri her şey (mâsiva) senin düşmanındır. Bunları Hak ile görürsen senin için iyi. Mâsivayı Hak ile göremezsen acıdır, Cehennemdir.

Bir kıssa:

Şam’da oturan bir zât’ı methettiler. O, ârif bir zât imiş. Gittim ve onu buldum.

O zâta: “Seni burada oyurtan kimdir, niçin oturuyorsun?” dedim.

O d: “Sen onu ararsan bulamazsın, bulursan yetişemezsin” diye cevap verdi ve devam etti: “Bunu nasıl anlatayım? O, kâlbe girince Ne Cennet, ne Cehennem kaygısı ve ne de ortada sen kalırsın”. Sonra şöyle dedi: “Ey Allâh’ım, ben senden uzak olduğumu zannediyordum, meğer değilmişim. Beni neden ifşâ ettin?”.

Ben ona: “Sen büyük bir zât’sın, bir nûr ve kandilsin. Herkes senden istifâde eder” deyince, o: “-Ah” diye bir nârâ attı ve ilâve ederek: “Ey âdem, ben halk filan bilmiyorum. Ben Hak’tan başka bir şey bilmiyorum. Sen ne söylüyorsun? Ey semâvât, benim kalbimde ne Cennet, ne de Cehennem vardır. Hiç bir şey yok. Ancak Hakk vardır. Sen bunu bilirsin Allâh’ım. Eğer ben böyle isem beni hemen öldür” dedi ve oracıkta öldü. Yedi kişi gelir, onu yıkar. Bu yedi kişi şöyle söylerler:

I- Bilinmekten sakın,

II- Bilinmekten sakındığını kendin bile bilme. İdrâki tamamen mahbûbuna bırak. Her şeyi unut, ancak Allâh’ı unutma.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*