share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Makâmât-ı Mazhariyye

0 yorum
Makâmât-ı Mazhariyye

Makâmât-ı Mazhariyye 3. Bölüm

ONBiRiNCi BÖLÜM

Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin terki, zühdü ve vasflarınınbeyânı: Mazheri Cânı Cânân hazretleri buyurdular ki: Allahü teâlâ bize kâmil akl ve saltanât işleri ve memleket intizâmıyla ilgili geniş ve isâbetli görüş ihsân etmişdir. Herkesin hâline uygun olanı en güzel bir sûretde öğretebiliriz. Bu sebeble zemânın emîrleri mühîm işlerinde bizimle meşveret ederlerdi. Mühîm işlerinin nasıl iyi olacağını bize sorarlar ve aldıklarıcevâba göre davranırlardı. Buyurdular ki: Yüksek babamın verdiği terbiyenin bereketiyle, herkesin bakışından, onun insanlık cevherinin ve hâlinin ne olduğunu bilirim.insanların alnındaki tarîkat nûrundan, Cennetlik ve Cehennemlik kimdirdiye se’âdet ve şekâvetini okurum. Mubârek, kâmil bir zât olup, zühd ve tevekkül sâhibi idi. Dünyâdanve dünyâ ehlinden son derece istignâ gösterirdi (uzak dururdu). Onlarınhediyyelerini az kabûl buyururlardı. Zemânın pâdişâhı Muhammed fiâh, vezîr Kamerüddîn Hânı Mazi Cânı Cânâna gönderip, Allahü teâlâ bize mülk ve saltanat vermişdir. Her ne isterlerse hediyye olarak kabûl buyursunlar diye söyletdi. Cevâben buyurdular ki: Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: (De ki dünyâ metâıazdır) (Nîsâ sûresi: 77). Allahü teâlâ yedi iklimin metâına az buyurmuş.Sizin yanınızda bulunan o, az olanın yedincisi olan Hindistân iklimidir. Sizin önünüzde tesavvuf ehlinin başı nasıl eğilir. Umerâdan biri dergâha birşeyler hâzırlatdı, dervîşlerin mâaşını ta’yîn edip, hazreti Îşâna arz etdi.Fekat hazreti Îşân kabul etmedi. Herkesin rızkı ilmi ilâhîde takdîr edilmişdir. Vakti gelince mutlaka ulaşır. Fukarânın hazînesi olarak sabr ve kanâ’at yeter. Bir gün şiddetli bir soğukda, eski bir ridâyı sırtına almışdı. NevvâbHân Fîrûzcenk de oradaydı. Bu durumu görünce gözü yaşardı. Yanındakilerden birine dedi ki: Biz âsîlerin bedbahtlığı nedir böyle? Huzûrlarında talebelik ve hizmetcilik yapmamız gereken büyükler hediyemizi kabûlbuyurmuyorlar. Hazreti Îşân buyurdu ki: Beyt: Bizim fakîrliğimiz gül yapıldı, Nâdân yalın ayağımıza geldi. Bu fakîr, zenginlerden bir şey kabûl etmemek için oruc tutmakdayım. fiimdi güneş gurûba yaklaşmışdır. Eğer orucumu bozarsam on lehke rupye vermek gerekir. Tâ ki komşu kadınların tenceresi kaynasın.Nevvâb Nizâmülmülk otuzbin rupye getirdi. Fekat kabûl edilmedi. ihtiyâcsâhiblerine Allah için dağıtın dedi. Buyurdular ki: Biz sizin malınızın evi değiliz. Bu işi burada değil evinizde yapın. Afganistân kumandânlarından biri üçyüz altın lira gönderdi. Kabûletmediler ve şöyle buyurdular: Gerçi hediyyeyi geri çevirmek men’ olunmuşdur. Fekat onu almanın vâcib olduğuna dâir emr yokdur. Halâl olduğu kesin bilinen şeyleri almakda bereket vardır. Fakîr talebelerimdenihlâs ve ihtiyât ile hediyye getirenlerin hediyyelerini kabûl ediyorum.Umerâ ve zenginlerin altınları ekseriyâ şübheli olur. Onlarda insanların hakları bulunur. Hesâb günü hesâbından kurtulmak zor olur. Tirmüzînin“rahmetullahi aleyh” bildirdiği hadîsi şerîfde şöyle buyrulmakdadır: (Kıyâmet günü herkes, dört süâle cevâb vermedikce hesâbdan kurtulamıyacakdır. Ömrünü nasıl geçirdi. ilmi ile nasıl amel etdi. Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harc etdi. Cismini, bedenini neredeyordu, hırpaladı?) O hâlde hediyye alırken düşünmek zarûrîdir. Ümerâdan biri hazreti Îşâna hediyye gönderdi. O hediyyeleri kabûl etmedi. O zât ısrârla hediyyeleri tekrâr gönderdi. Hazreti Îşân onlardan iki enbehi alıp, diğerlerini geri gönderdi. Fakîrin gönlü bu hediyyeyialmak istemiyor buyurdu. Tam o sırada bir bahçıvân huzûrlarına gelip, falanca emîr enbehlerimi zulm ile aldı ve onun bir kısmını size gönderdi. Zulme ma’rûz kaldım. Bana yardım ediniz, dedi. Hazreti Îşân buyurdu ki:Sübhânallah! işin sonunu görmeyenler, gasb edilmiş hediyyelerle fakîrinbâtınını karartmak istiyorlar. Allahü teâlâ onları afv etsin. Mazheri Cânı Cânân hazretleri zenginlerin yemeklerini az yirdi. Buyururdu ki: Bu insanların yemekleri bâtın nisbetini bulandırıyor. Bundandolayı, yemeğin şerlisi zenginlerin yemeğidir, demişlerdir. Hattâ garîb kimselerin verdikleri ziyâfeti kabûl etmekde de, râhatsızlık duyarlardı. Çünki, bunların imkânları olmadığı için borç alıp, ziyâfet veriyorlardı. Bir def’asında, iftâr vaktinde yabancı birinin yemeğinden bir ekmeği yârâna taksîm etdi. Kendileri de bir parça alıp, yidiler. Terâvîh nemâzından sonra şöyle buyurdular: Kıymetli kardeşlerim, o ekmek parçaları bâtın nisbetine te’sîr etdiğinden, herkes kendi bâtının hâlini söylesin.Bu fakîr (Abdüllahi Dehlevî hazretleri) şöyle arz etdim. Zâtı âliniz de yidiniz. Önce siz irşâd buyursanız. Buyurdular ki: Fakîrin bâtını bozuldu vesiyâhlaşdı. Nemâzın ve Kur’ânı Kerîm dinlemenin bereketiyle eski hâline döndü. Ben de hâlimi şöyle arz etdim: fiübheli lokma zâtı âlinizin bâtınını bulandırır, nûr deryâsı olan gönlünüzü değişdirirse, bizim dar gönüllerimizin harâblığı nasıl anlatılabilir. Buyurdular ki: Lokma, bu yolda gideni muvaffak eder, tâ’at nûrunu artdırır. Hazreti Îşân fakîrliği zenginliğe tercîh etmişlerdi. Sabr ve kanâ’atıbenimseyip, teslim ve rızâyı tabî’at edinmişdi. Acı tatlı başına gelen her şeyi Allahü teâlâdan bilir, hepsini hoş karşılardı. Resûlullahın “sallallahüaleyhi ve sellem”, (Allahım! Muhammedin “aleyhisselâm” âlinin rızkını yeterli kıl) diye düâ etmesine uygun olarak, insanın ihtiyâc duyduğuşeylerden en zarûrî olanla kifâyet ederdi. Eshâbı hakkında da aynı düâyıyapardı. Çünki onların isrâfa düşecek kadar zengin, borç isteyecek kadar da fakîr olmasını istemiyordu. Hazreti Îşân halkın serveti en az olanı idi. Ölüm gelmeden önce onahâzırlık yapardı. Buyururdu ki: Kulluk vazîfelerini yerine getirdikden ve zikrhalkasından sonra, ölümü beklemede olmalı. Gönülde hiç bir arzû kalmayıp, hiçbir düşünceye bağlılık bulunmayınca, ölüm ilâhî bir hediyyedir. Allahü teâlâya ve dîdârı Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem” kavuşmaya vesîledir. Her işinin hadîsi şerîfe uygun olmasına dikkat ederdi. Buyurdu ki:işlerimi ve hâllerimi, Habîbi Hüdânın sünnetine “sallallahü aleyhi vesellem” muvâfık ve fıkha uygun yaparım. Bizden ahkâmı islâmiyyeye uygun olmayan bir iş meydâna geldiğini gören bizi uyarır. Hazreti Îşân, insanları Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uygun olarak, islâm âdâbını yerine getirmekde yardımcı olurdu. Selâm verirken eli başa kaldırmayı ve eğilmeyi men’ ederdi. Dâimâ dostunhasretinde idiler. Kendi meşâyıhına (hocalarına) bilhâssa, hazreti Müceddide ihlâsı ve muhabbeti son derecede idi. Buyurdular ki: Fakîr neye kavuşmuş isem hocalarıma muhabbetimin çokluğundan kavuşdum. Fakîrin amelleri nedir ki, kurbi ilâhîye vesîle olsun. Makbûlleri ve yakınları sevmek, Allahü teâlânın kabûlüne enkuvvetli sebebdir. Sübhânallah! Çok yüksek ahlâk sâhibi idiler. Tevâzu’yuve güler yüzlülüğü hiç kimseden esirgemezlerdi. Fazîlet ve takvâ sâhiblerine, mertebelerine göre ta’zîm ve hurmete ihtimâm gösterirlerdi. Emîrolsun fakîr olsun, hiçbir kâfire ta’zîmle kalkmamışlardır. Bir kerre kâfirlerin kumandânı Murahtânın kendisini ziyârete geleceğini duymuşdu. Meclisden kalkıp, meşgûl olmak için odanın içerisine gitdi. Murehtâ geldi vebiraz oturup, bekledikden sonra gitdi. Hazreti Îşân onun gitmek için hâzırlandığını anlayınca odaya teşrîf etdiler. Eğer Murahtâya alâka göstermeseydi o incinirdi. Ta’zîmde bulunsaydı, ehli dünyâya ta’zîm, dinde noksanlığa sebeb olacağından, ona ta’zîm etmedi. Hazreti Îşân, tarîkat nûrlarını yaymakda ve talebelere teveccühdeçok gayret sâhibiydiler. Talebelerine şu husûsları çokca hâtırlatırdı. Tarîkatın bereketiyle gönülde bir nûr, tâ’atda bir huzûr hâsıl olur. Huzûr veâgâhlıkla yapılan bir tâ’atin kabûl edilmesi ümmîdi çokdur. Kalbe düşünce gelmeden kılınan nemâz, bu tarîkatın nûrlarını hâsıl eder. Hazreti Îşân Mazheri Cânı Cânân, bir keresinde çok hastalanmışlardı. Sedirden kalkmaya güçleri yokdu. Talebeleri sedirin etrâfında murâkabe halkası yapıyorlardı. Âniden şu şi’ri okudular. Beyt: Hızır gıbtadan ölür yârin yüzüne, Son def’a bakar ve yoluna gider. Bu şi’r, hazreti Îşâna çok te’sîr etdi. Sedirden aşağıya inip, sohbetetdiler. Sanki onda za’fiyet ve hastalık kalmamışdı. Bir büyük, sevgi ve buğz işlerine, tayyı mekân, gaybdan bahs etmeye, zekâtın edâ şartları olmadan sultânlara boyun eğdirmeğe izn veriyordu. Bu zât hazreti Îşâna hâlis altın elde etmek için bir iksir verdi. Hazi Îşân bâtın nisbetinin riyâ ile kirlenmesi ve dünyâ ehline yapışma ihtimâli vardır diye, kabûl etmediler. Böyle işlere rağbet eden ve kimyâ öğrenen tâliblerden hiç hoşnûd olmazdı. Buyururdu ki: Bunlar nasıl bir belâ ile karşılaşmış ki, tevekkülden ve mâsivâdan temâmen uzaklaşmaderecesinden aşağı inip, fânî süslere meyl ediyorlar. Dünyâ ehli ile olanın, sohbetin bereketleri ve tarîkatin nûrlarına kavuşmasından ümmîdsizolurdu. Buyururdu ki: Dünyâ ehli ile ihtiyâc ve zarûret mikdârı berâber olmakda zarar yokdur. Fekat niyyetin iyi olması ve bâtın nisbetini muhâfaza şartdır. Buyurdular ki: Allahü teâlâ dünyâya buğz eder. Hadîsi şerîfdeşöyle buyrulduğu gibi: (Dikkat ediniz! Dünyâ ve içindekiler mel’ûndur.Ancak şunlar hâriç, Allahü teâlânın zikri, sevdikleri, âlimler ve ilm öğrenenler.) Bu hadîsi şerîfi Tirmüzî rivâyet etmişdir. Sâlikin gönlünde, Allahü teâlâyı taleb ile dünyâyı taleb bir arada bulunmaz. Mâsivâyı terk etmek, boş maksadlardan ve benlikden yüz çevirmek îcâb eder. Böylece kabûl kapısı açılır. Beyt: Arzûyu bırak ki, ona merhamet gelsin, Böyle yapmak gerekdiğini iyi anladım, bilesin. Beyt: Vahdetin hâlis mey’ini içse bir kimse, Dünyâyı da ukbayı da unutur, o kimse.

ONiKiNCi BÖLÜM

Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin sözleri: Buyurdular ki: Îmânı mücmel, Allahü teâlâya, Resûlüne, Onun Allahü teâlâdan getirdiklerine inandım. Allahü teâlânın ve Resûlünün sevdiklerini severim, düşmanlarını sevmem, demekdir. Âhıretde kurtuluşiçin Îmânı mücmel kâfîdir. Her hükmü delîl ile isbât etmekden derinâlimler mes’ûldür. Müslimânların avâmı bununla mükellef değildir. Buyurdular ki: Ehli beyti etharın imâmlarını sevmek, eshâbı kirâma ta’zîm ve hurmet etmek “radıyallahü anhüm” zarûrîdir. Doğru yolbudur. Âhıretde sırâtı müstekîm, köprü sûretinde zuhûr edecekdir.Dünyâda doğru yoldan ayrılmayanlar, âhıretde sırâtı dosdoğru geçeceklerdir. Buyurdular ki: Bir keresinde edebsiz bir râfizî, hazreti Ömer Fârûka “radıyallahü anh” dil uzatdı. Din gayreti ve seyyidilmürselînin eshâbına olan hurmetimiz, bizi o râfizîye karşı gazâba getirdi. O edebsizin başını hançerle yardım. Cânı yanarak hazreti imâmı Hasenin hurmetine,benim başımı bırakınız diye feryâd etdi. Hazreti imâmın ismini işitince gazâbım ve öfkem geçdi. O edebsizi afv etdim. Buyurdular ki: Bütün evliyâya ta’zîm ve bütün meşâyıha muhabbet“rahmetullahi aleyhim” lâzımdır. Kendi pîri hakkında, fâide ve istifâde içinen üstün olduğuna inanırsa, muhabbetin fazlalılığından dolayı imâmı Rabbânî hazretlerinin üstünlüğüne inanmak çok görülmez. Çünki, hazreti Müceddid “radıyallahü anh” yeni bir tarîkat bildirdiler. Kendi tarîkatınınmakâmlarını ve kemâlâtını çok yazdılar. Bu tarîkatın mensûblarından omakâmlara ve vâridâtlara kavuşan seçkin zâtlar binlerden fazladır. O makâmlarda hiç şübhe yokdur. Çünki binlerce âlim ve akllı kimselerin ikrârıyla tevâtür mertebesine ulaşmışdır. Hazreti Müceddidin diğer evliyâya müsâvî olduğuna veyâ onun “radıyallahü anh” o büyüklerden “rahmetullahi aleyhim” üstün olduğuna i’tikâd etmemelidir. Çünki o büyüklerimâmı Rabbânî hazretlerinin hocalarıdır. Buyurdular ki: Bu zemânda azîmet ile amel etmek, takvâyı seçmekçok zordur. Çünki, mu’amelât yok olmuş, ahkâmı islâmiyyeye uygun amelsanki durmuşdur. Eğer fıkha ve fetvânın zâhirine uygun amel edilir,bid’atlerden sakınılırsa, büyük bir ganîmetdir. Buyurdular ki: Simâ’ rikkat hâsıl eder. Rikkat ise rahmeti ilâhiyyeyi çeker. O hâlde rahmeti ilâhiye sebeb olan şey niçin harâm olsun. Müzik âletlerinin harâm olduğunda ihtilâf yokdur. Ancak düğünlerde def mu bâhdır. Ney için ise, mekrûh denilmişdir. Bir gün Resûlullah “sallallahüaleyhi ve sellem” yolda giderken, mubârek kulaklarına bir ses geldi. Kulaklarını kapatdılar. Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” berâberinde idi. Ona dinlememesini emr etmediler. O hâlde ma’lûm oldu ki, takvânın kemâli böyle seslerden sakınmakdadır. Azîmet ile ameli ve rûhsatdan sakınmayı âdet edinmiş olan Nakşibendiyye büyükleri, simâ’dansakınırlardı. Çünki ülemâ gınânın cevâzında ihtilâf etmişlerdir. Bunungibi yine, takvâlarının kemâlinden zikri hâfîyi tercîh edip, zikri cehrîyi yapmamışlardır. Buyurdular ki: Tevhîdi vücûdî mes’elesi dinde herkese lâzım olan bilgilerden değildir. Ahkâmı islâmiyye ondan bahs etmemişdir. Sofiyyei aliyye, onu keşf yoluyla bildirmişlerdir. Muhabbet hâllerinin çokluğundan dolayı ma’zûrdurlar. Tevhîd risâleleriyle meşgûl olmak ve (lâ mevcûde illallah) sözünün ma’nâsını düşünmekle tevhîdi vücûdîye kavuşmanın ma’rifet ehli katında hiçbir kıymeti yokdur. Ülemâdan biri, rü’yâsında şöyle gördü. Ülemâ ve sofiyye Serveriâlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûru se’âdetlerinde bulunuyordu.Ülemâ sofiyyeyi şikâyet etdi. Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem” o büyükleri, Allahü teâlâya olan muhabbetlerinin çokluğundan ma’zûr görüp,sükût buyurdular. Buyurdular ki: Bir kerre fakîre urûc vâki’ oldu. Açık bir nûr göründü. Kâinâtın bütün şeklleri o nûrda şekllendi. Hazreti fieyhi Ekberin şusözü hâtırıma geldi: Eşyâyı, tek bir maddede toplanmış a’râz olarak buldum. Esmâ ve sıfatlarının varlığın bâtını olan ilm mertebesinde ayrı ayrızuhûr edip, varlığın zâhirine aks etdi ve maksûd olan eserlerin kaynağı oldu. Hakîkatde, o aynı birde gerçekleşmişdir. Ânîden beni bu mertebeninüstünde başka bir mertebe vardır diye uyardılar. Nitekim, sofiyyeninbüyükleri şöyle buyurmuşdur. Varlık âleminin üstünde, melîki vedûdâlemi vardır. O hâlde sülûk esnâsında tevhîd ma’rifetleriyle karşılaşılır. Bundan sonra, telvînsiz islâmiyyetin zâhirine uygun olan bilgiler zâhir olur. Builmler Evliyânın büyüklerinden nakl edilmiş olup, onların bunlardan terakkî etdikleri kesindir. Buyurdular ki: Allahü teâlâ dilediği vakt, muhlîsleri ihlâsda sâbit kılar. Lütuf ve ihsânlarını artdırır. Feyzlerin akması ve müşkillerin halli mürşidin sûretinde rü’yâlarda görünür. Ba’zan o büyüğün latîfelerinden bir kısmı o büyüğün sûretinde görünüp, işlerin halline vâsıta olur. O büyüğünba’zan bu durumdan haberi olur. Birisi fakîrin yanında siz Kâ’bei mu’azzamadan nasıl geldiniz dedi. Ben Kâ’bei mu’azzamaya gitmedim, dedim.Bana sizinle Mekkei mükerremede görüşdüm. fiu ânda hâtırlayamadığım bir mısrayı okuyarak beni irşâd etmişdiniz, dedi. Böyle hâdiseler ucba ve iftihâra sebeb olmamalıdır. Çünki bizi ve sizi behâne yapdılar.Hakîkatde işlerin vekîli Allahü teâlâdır. Beyt: O gönüllerde kendini gösterir, Bu ise dervîş hırkası diler. Buyurdular ki: Bu yolda pîrlik ve mürîdlik sâdece bî’at, şecere ve külâhla olmaz. Mürşidin sohbetinde zikri kalbîyi öğrenmek, cem’iyyet veAllahü teâlâya teveccühün hâsıl olması zarûrîdir. Buyurdular ki: Tarîkatla meşgûl olmayı tercîh etmek muhabbeti ilâhiyyenin çoğalması içindir. Ba’zan muhabbetin çokluğu, yalnız Allahü teâlânın ihsânı ve ikrâmı ile olur. Yoksa şartlarına uygun olarak devâmlı zikretmelidir. Çünki, zikr olmadan gönül açılmaz. Zikr ederken keyfiyyet vebîhodluk (kendinden geçmek) ele geçince, onu muhâfaza etmeye çalışmalıdır. Eğer bu keyfiyyet ve bîhodluk kaybolursa, tekrâr tam bir yalvarma ve acziyyetle zikr etmelidir. Bu şeklde meşgûl olmalıdır. Tâ ki keyfiyyet devâmlı olsun. Buyurdular ki: Vaktleri zikr ve ibâdet ile me’mûr edip, müdrîkesini(aklını, gönlünü) mâsivâya yöneltmekden temizlemelidir. Îmân etdiğimizAllahü teâlânın mubârek isminin ma’nâsından başkasına hiç teveccüh vehimmet etmemelidir. Tâ ki huzûr meleke olsun. islâm, îmân ve ihsândanibâret olan kâmil din hâsıl olsun. Gönle gelince, gönlü Allahü teâlâ ile berâber eylemelidir. Bu esnâda eğer, zevk, şevk ve başka keyfiyyetler elegeçerse, bu, inâyeti ilâhiyyenin artmasındandır. Yoksa, işin aslı huzûr veâgâhlık mertebesinin hâsıl olmasıdır. Buyurdular ki: Gönül, Allahü teâlâdan başkasına yönelmekdenkurtulmalıdır. Vâkı’alar ve rü’yâların o kadar kıymeti yokdur. Bu husûsda müphemlik, karışıklık çok olur. Ba’zan sünneti seniyyeye tâbi’ olmanûru, ba’zan zikr nûru, ba’zan mürşidin nisbeti, ba’zan salevâtın çokluğu, ba’zan sadâta (büyüklere) hizmet, ba’zan hadîsi şerîf dersi, ba’zantasdîk ve ihlâs, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sûretinde vâkı’alarda görünür. Böylece râbıtalar evliyâ ile münâsebetdir. O büyüklerin sûretleri ile tasavvur olunur. Ba’zan meşhûr haberler ve sûreti görenin söyledikleri vâkı’a hâsıl eder. Bütün bu şa’bedeler gönle sürûr verir.Hakîkatde öyle bir şey yokdur. Ancak, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ve evliyâyı görmekle bâtın hâlleri ve nûrları ve tâ’ate muvaffâkiyyetartar. Rü’yâlar gerçeğe uygun olursa, bu elbette büyük bir ni’metdir. Buyurdular ki: Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” görmek,tecellii sûrî denen rü’yeti ilâhî, Allahü teâlânın ni’metidir. Derin münâsebet sebebiyle olan her kısmıyle müjdedir. Ni’met sâhiblerine ni’metleri âfiyet olsun. Buyurdular ki: Düşünceler çoğaldığı vakt Allahü teâlâya ilticâ ve tazarrû etmelidir. Mürşidin sûretini, gözünün önünde tutup, onun vâsıtasıyla bâtınî hastalıkları izâle etmeli, gidermelidir. Buyurdular ki: ihtiyâç ve kırıklık hâlini lâzım bilmelidir. insanlardangelen eziyyet ve sıkıntılara tahammül etmeli ve sabrı âdet edinmelidir. Beyt: Fenâ mi’râcı nedir, bu yoklukdur? Âşıkların mezhebi ve dîni yoklukdur. Nazarı, bakışı yüksek tutmalıdır. işlerin akışı Allahü teâlânın takdîriyle olduğunu bilip, niçin ve nasıl dememelidir. Resûlullahın “sallallahüaleyhi ve sellem” hizmetcisi hazreti Enes “radıyallahü anh” bir hizmetde kusûr yapsa ve ehli beyt onu kınasa, Resûlullah “sallallahü aleyhi vesellem” şöyle buyururdu: (Ona hiçbir şey söylemeyiniz. Eğer mukadder olsaydı öyle olurdu.) Buyurdular ki: Bütün bu çalışmaların, uğraşmaların hülâsâsı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yüksek ahlâkına uygun olarak ahlâkı güzelleşdirmekdir. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” büyük bir ahlâk üzeredir. Hadîsi şerîfde buyruldu ki: (Güzel ahlâkı temâmlamak için gönderildim.) Nefy ve isbât zikriyle beşeriyyet sıfatları azalır. Bunun usûlü şöyledir. Kelimei tayyîbeyi tekrâr ederken, lâ kelimesiile her zemm olunan, ya’nî kötülenen huyu, ayrı ayrı yok etmeli. Onun yerine Allahü teâlânın muhabbetini sâbit kılmalı. Tâ ki o kötü sıfat yok olsun. Nefsin arzû ve isteklerinin aksine sülûk makâmlarını kazanmaya çalışmalıdır. Böylece kötü sıfatların beğenilen sıfatlara dönüşeceği kuvvetle ümîd edilir. Buyurdular ki: Gerçek şu ki kötü sıfatlar tasfiye ve tezkiyedensonra kırılır. Kötü sıfatların kökünü kazımak mümkün değildir. Nitekim hai şerîfde şöyle bildirilmişdir. (Eğer dağın yerinden kopduğunuduysanız ona inanın. Bir kimsenin kendi huyundan vazgeçdiğiniişitirseniz ona inanmayın.) Âyeti kerîmede meâlen buyruldu ki: (Allahü teâlânın yaratdığı değişmez.) (Rûm sûresi: 30) [Kötü huylar, islâmiyyete uydukca gizlenir. Dinden ayrılınırsa, tekrar meydâna çıkar.] Emîrülmü’minîn ÖmerülFârûk “radıyallahü anh” buyurdu ki:Benim gadâbım (öfkem) gitmedi. Ancak bundan önce küfr için sarf olurdu. fiimdi islâmiyyeti koruma yolunda zuhûr etmekdedir. Buyurdular ki: Nefsin fenâsı ve itminânından sonra teslîm ve rızâ,sâlikin vasfı olur. Kalbin fenâsında muhabbetin çokluğundan, işleri kullara nisbet etme hâli alınır. Sâlik, hakîkî fâilden başkasını görmez. Buyurdular ki: Yimekde, içmekde, uyumakda, uyanıklıkda, amellerde ve ibâdetde i’tidâl, orta yol üzere olmak çok zor bir işdir. Vaktleri hayrülbeşerin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uygun olarak geçirmekiçin çok çalışmalıdır. Peygamberlere tâbi’ olmak her işde i’tidâl sınırını elde etmek içindir. Hadîd sûresi 25.ci âyetinde meâlen, (… Onlara kitâbve terâzî gönderdik ki, bunlarla adâleti yerine getirsinler) buyuruldu. Bu âyeti kerîme, kat’î bir nassdır. Bu husûsda buyurdular ki: Mebdei feyyâza teveccühe devâm ile feyzler ve bereketler öyle akar ki, bâtın muhabbet nûrları ve keyfiyyetleri ile dolar ve taşar. Buyurdular ki: Kendi amellerinin kusûrlarını gözünün önüne getirmek, illetsiz bağlı olmak, ezelî inâyeti görmek, bu yolun yolcularının alâmetidir. Bu yolda bulunanlar, çok amel yapsa da, ihtiyâçsızlık ve büyüklenme sıfatlarının kendilerinde bulunmasından korkarlar. Kendini kusûrlu görmekden dolayı özr dilemeyi, sağlam ve kuvvetli ümmîdini kabûle vesîle yapar. Az günâhı çok, az ni’meti sayısız görür. Devâmlı şükre ve rızâya yapışır. Buyurdular ki: Bin kerre salevât okumak ve istigfâr okumak buyolda bulunanların her zemânki hâlleridir. Hazreti Müceddidin “radıyallahü anh” (Mektûbât)ından derse ikindiden sonraları devâm etmelidir.Böyle yapılırsa, se’âdet kapısı açılır. imâmı Rabbânî hazretlerinin “radıyallahü an” (Mektûbât) kitâbı, şerî’at mes’elelerini, tarîkat sırlarını, hakîkat ma’rifetlerini, sülûkun nüktelerini, tesavvufun inceliklerini ve Allahü teâlâ ile berâber olma nûrlarını açıklamakdadır. Hizbü’lbahr düâsı, sabâh akşam vazîfesi, hazreti Hâcegânın hatmini, hergün müşkillerin halli için okumalıdır. Oniki rek’atlik teheccüd nemâzından ne kadarını kılmak mümkin olursa, ihlâs sûresini veyâYâsini şerîf sûresini okuyarak kılmalıdır. Dört rek’at işrâk nemâzı vedört veyâ altı rek’at kuşluk nemâzı, zevâlde bir selâm ile dört rek’at nemâz kılmalıdır. Akşam nemâzının sünnetinden sonra altı veyâ yirmi rek’at,yatsının sünnetinden sonra dört rek’at nemâz kılmaya, ikindinin sünnetine ve abdest aldıkdan sonra kılınan nemâza (abdest tehiyyesine) devâmetmelidir. Bir iki cüz’ Kur’ânı kerîm okumak, yüz def’a kelimei temcîd(Lâ havle…), yüz def’a kelimei tevhîd, sabâhleyin ve yatarken yüz kerre (Sübhânellahi ve bi hamdihî) demek, sahîh hadîsi şerîflerde belli vaktlerde okunması bildirilen düâları okumayı vazîfe edinmelidir. Fekat bunları yaparken kalb huzûru mutlakâ lâzımdır. Buyurdular ki: Alâmeti, mâsivâyı unutmak ve Allahü teâlâya devâmlı teveccüh olan fenânın hâsıl olması, bu yolda her ne kadar çabuk olsada, o yüksek mertebe uzun müddet sonra ele geçer. Meşâyıhı kirâmın“rahmetullahi aleyhim” huzûrunda, otuz yıl tarîkat makâmlarını edindim.Otuz yıldan fazla da Allahü teâlâyı taleb edenlere, tarîkat telkîn etmekdeyim. Altmış senedir hazreti Seyyidin “radıyallahü anh” teveccühleriyle,fenâyı kalb ile müşerref oldum. Bu müddet içerisinde tam bir gayret ilebâtın vazîfeleriyle meşgûl oldum. fiimdi fenâyı kalbî eserleri gerekdiğişeklde zâhir oluyor. Buyurdular ki: Def’alarca kâmil fenânın zuhûrundan, bizim bu cihândan göçdüğümüz kesindir. O sırada bir kimse gelip, selâm verse, sankikabre gelip, selâm vermiş gibi oluyor. Bir ân o hâlden uyanıyorum, henüz diri olduğumu ve bu dünyâdan ayrıldığımı zannediyorum. Buyurdular ki: Fenâ hâli zuhûr etdiğinde, kendi kusûrumu görmemo kadar çoğalıyor ki, insanlara hizmet ve hürmetim te’accüb edilecek derecede oluyor. Nitekim fakîr (Abdüllahi Dehlevî hazretleri) hazreti şeyhin huzûrunda yelpâze sallıyordum. Beni son derece sert bir şekldebundan men’ etdiler. ikinci gün kalk yelpâzeyi salla diye emr etdiler ve buyurdular ki, dün nisbeti fenâ zuhûr etmişdi. Bundan dolayı sizin istihzâiçin yelpâze salladığınızı zannetmişdim. Onun için sert bir şeklde men’ etdim. Bu sırada nisbeti bekâiyye zâhir oldu. Azameti ilâhî ve kibriyâ ilâhî bâtında zuhûr etdi. Eğer bütün âlem, ta’zîmle kalksa, bu mertebeninhakkını edâ edemez. Buyurdular ki: Muhabbet ve ma’rifet erbâbının bâtınlarına devâmlı gelen ilâhî tecellîleri tanımak çok zordur. Basîret nazarı keskin olmalı ki,tecelliyât keyfiyyetleri ayrı ayrı bilinsin. Buyurdular ki: Tarîkat makâmları hâsıl oldukdan sonra, sâlikin ahvâli murakka’ [birbirine eklenmiş yamalı] gibi muhtelîf tasvîrler olur.Ba’zan bir makâmın nisbeti zuhûr edip, kendini keyfiyyetler içerisinde nasîbli tutar. Ba’zan başka bir makâmın nisbeti parıltısını atıp, başka bir hâli ortaya çıkarır. Ahmediyye hânedânının mensûblarının nisbeti ona uygun kemâlâta ulaşır. Tecellîyi zâtînin belirsizlik ve latîfliğinden hâlleri idrâk etmesi çok zor olur. Çünki, letâfet ve safâ bütün aşağı makâmlardamüessir olup, keyfiyyetleri örter. Tarîkat çocuklarının gönlünü hoş edenvâkı’alar ve rü’yâlar da az olur. Orada cehâlet üstüne cehâlet ve sâdecebilinmezlik vardır. Buyurdular ki: Hâlvetde bâtınî nisbeti muhâfaza etmek ve mebdeifeyyâza (Allahü teâlâya) devâmlı teveccüh etmekle meşgûl olmalıdır. Vaktleri zâhirî amelleri yerine getirmekle ma’mûr etmelidir. Çünki, amellerin nûru cem’iyyete, nisbetin safâsına, huzûr ve âgâhlığa sebebdir. Buyurdular ki: Devâmlı murâkabe ile bâtın nisbetinde kuvvet ihsânolunan gözle, melek ve melekûtu görmekle gönüllerin okşanması elegeçer. Tehlîl zikrini çok yapmakla, fenâyı sıfatı beşerîyyet, çok salevâtokumakla güzel vâkı’alar, çok nâfile ile gönül kırıklığı, çok Kur’ânı kerîmokumakla nûr ve safâ hâsıl olur. Ma’nâsını düşünerek yapılan tehlîl zikri, tarîkatda fâidelidir. Kelimei tehlîlin sâdece lafzını söylemek, âhıret sevâbının sermâyesi ve günâhlara keffâretdir. Buyurdular ki: Nefy ve isbât zikrini nefes hapsiyle birlikde üçden azsöylemek fâide vermez. Ne kadar fazla olursa o kadar fâideli olur. Hazi Hâce Nakşibend “radıyallahü anh”, nefesin hapsini zikrin şartı olarak buyurmamışlardır. Fekat fâideli olduğunu söylemişlerdir. Devâmlızikri, vukûfi kalbîyi mebdei feyyâza teveccühü kendi tarîkatının rûhu olarak bildirmişdir. Buyurdular ki: Hoş derdemin önce gönül zikri ile olması zarûrîdir.Zikr kuvvetlenip, ismi zâtın sesi hayâl kulağına ulaşınca, sonra her nefesde teveccüh ve zâtı ilâhîye âgâhlık gerekir. Düşünceleri bâtından men’etmek için dahâ düşünce gelir gelmez gönlü tutmak gerekir. Tâ ki vesveseler ve hadîsi nefs, vukûat çıkarmasın. Gönüle düşüncelerin hücûmetmesi feyzin gelmesine mâni’ olur. Buyurdular ki: ismi zâtı çok söylemek, nisbeti cezbei ilâhîyi hâsıleder. Nefy ve isbât (zikri) sülûk için ve yolu kat’ etmek için fâidelidir. Buyurdular ki: Bâtınî hâllerin keyfiyyetlerini idrâk etmek, vilâyetmertebesinden nasîbdâr olmayı sağlar. Nübüvvet kemâlâtında bâtının vasfı olarak nekâret ve cehâletden başkası bulunmaz. Gerçi makâmâtıfevkde latîflik ve belirsizlik lâzım ise de ba’zan idrâk eli ulaşır. Buyurdular ki: Müceddidiyye nisbetinin latîflik ve belirsizliği insanların inkârına sebeb oluyor. Bundan dolayı, sâlikin seyri kemâlâta ulaşınca, hâtırıma tarîkatı terk etmesin diye tereddüd geliyor. inşâallahü teâlâeğer ömrüm vefâ ederse, sâlikleri aşağı makâmlardan yüksek makâmlara ulaşdıracağım. Maksad Allahü teâlâ ile olmakdır. Bu her makâmda hâsıl olur. Buyurdular ki: Bürdi yakîn ve tumânînet ateşden talebdir ki, Müceddidiyyenin yüksek makâmlarında ele geçer. Maksûdla nasıl olduğu bilinmeyen berâberlik peydâ olur. Beyt: Rabbin insanla nasıl olduğu bilinmeyen berâberliği var, Hiçbir zevk, şevk ve huzûr buna ulaşamaz. Buyurdular ki: Vüsûl yolu, nübüvvet kemâlâtına yakın olduğu için kapandı. Vilâyet yolu ise açık kaldı. Bu âhır zemânda, istidâtlar makâmlara sülûkdan âciz kalmış, bunların maksûda ulaşması sanki imkânsız olmuşdur. Bundan otuz seneönce, tâliblerin seyri sür’atli olurdu. O zemân tâlibler iyi bir keşf ve vicdânsâhibiydiler. fiimdi ise fakîrin eshâbından sâdık bir talebe, ihlâsla ve iyi birgayretle tarîkat feyzlerini elde ederse, uzun bir müddet sonra vilâyeti kalbîye yâhud onun feyzine ulaşır. Müceddidiyyenin yüksek makâmlarınaulaşmak çok zor olmuşdur. Buyurdular ki: Sâlikin makâmlara vâkı’a (gerçeğe) muvâfık olarakseyri demek olan keşfi sahîh çok nâdirdir. Müjdeler vererek, Allahü teâlâya iftirâ etmemeli ve sâliki aldatmamalıdır. Hâllerin değişmesi vâridâtların gelmesi, devâmlı Allahü teâlâya teveccüh düşüncesinin dağınık olmaması ve vaktleri ibâdetle ma’mûr etmek ilâhî ni’metlerin temelidir. Buyurdular ki: fievk ve zevk erbâbının nisbetinin, sıcak ve tiz te’sîri vardır. Ehli kalbi çok mahzûz (nasîbli) yapar. Ehlûllahın yollarının hepsinde, taleb sâhiblerini cezbeden o nisbeti şerîfenin keyfiyyetleri vetasarrufları vardır. Nübüvvet kemâlâtına ve onun fevkine ulaşmak müceddidiyye yolunun hassâsıdır. Nübüvvet kemâlâtına ve onun fevkine ulaşmış olan itminân ve cem’iyyet ehlinin nisbetinden çok nûrlar gelir. Sâlikdahâ çok terakkî eder. fievkin bîtablığının verdiği sıcak te’sîr, çok fâidelidir. Lâkin birinci asrda bilindiği gibi, cem’iyyet ve tumânînetin zuhûruolmuyordu. Bunun için Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” eshâbını bîtâbhâne hareketlerden men’ ederdi. Çünki sayha ve nâra Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” asrı se’âdetlerinden sonra ortayaçıkmışdır. Buyurdular ki: Zarûrî mes’eleleri bilmek, yâhud âlimlerin sohbetinde dinleyerek öğrenmek, amelin doğru olması için lâzımdır. Buyurdular ki: Hadîs ilmi, tefsîr, fıkh ve sülûkun (tesavvufun) inceliklerini ihtivâ eder. Bu ilmin bereketleriyle îmân nûru artar. iyi amel yapmak ve güzel ahlâk hâsıl olur. fiuna şaşılır; muhaddislerin bildirdiği mensûh olmamış sahîh bir hadîsi şerîf var. Râvîlerinin hâlleri biliniyor. Birkaçvâsıta ile Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” ulaşıyor. Hatâlı olması mümkin değil. Böyle bir hadîsi şerîfle amel edilmiyor. Buna karşılık birfıkh rivâyeti var. Onu kâdîler ve müftîler nakl etmiş. Onların âdil ve mazbut oldukları belli değil. Bu rivâyet ondan fazla vâsıta ile müctehîde ulaşıyor. Yanlış da doğru da olabilir. Böyle bir fıkh rivâyeti ile amel ediliyor.(Rabbimiz! Eğer unutduk, yâhud kasdımız olmayarak hatâ etdikse bizi hesâba çekme …) (Bekara sûresi: 286) Buyurdular ki: Nikâh peygamberlerin “aleyhimüsselâm” sünnetidir.Lâkin zemânımızda halâl kaybolmuş, cehâlet yayılmış. Evlâdın çoğuilm ve edebden uzak olmuş. Bid’atin revâç bulması sebebiyle nikâhakdinde bozukluklar oluyor. Sâlikler için evlâ olan bekârlık ve tecriddir[halkdan uzak durmakdır]. Az bir rızk ile idâre etmek, Mevlâya ibâdetlemeşgûl olmak, şehrde meşhûr olmamak, hiç mîrâs ve vâris bırakmamak,çok büyük ve şerefli bir ni’metdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîsi şerîflerinde buyurdu ki: (Katımda en gıbda edilen evliyâ, hafîfülhaz olan, nemâzdan nasîbi olan, Rabbine ibâdeti güzel yapan, gizlide ve insanlar arasındaRabbine itâ’at eden, parmakla gösterilmeyen, rızkı yetecek kadar olanve buna sabr eden mü’mindir.) Sonra eliyle iter gibi yapdı ve buyurduki (Ölümü çabuk olup, ağlayanları ve mîrâsı az), Bunu imâmı Ahmed,Tirmüzî ve ibni Mâce rivâyet etdi.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin talebelerine yapdığı aklı artdırıcı nasîhatleri: Buyurdular ki: Verâ ve takvâ yolunu önde tut. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmayı candan kabûl et. Hâlini Kitâb ve sünnete göre ölç, eğer bunlara uygun ise, kabûle lâyık, muhâlifse merdûddur. Ehli sünnet ve cemâ’at i’tikâdına sarılarak, hadîs ve fıkh öğren. Ülemânın sohbetinde uhrevî sevâb kazan. Gücün yeterse hadîsi şerîf ile amele devâm et. Yoksa ba’zan onunla amel et. Tâ ki onun nûrundan mahrûmkalmayasın. Habîbi Hüdâya tâbi’ olmak niyyetiyle ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmak niyyeti ile ameli tercîh et. Gönlü iki cihâna âid maksadlardan, düşüncelerden uzak tut. Amelin nedir ki, onu satışa arz ediyorsun. Gücün kimdendir ki, o gücü kendine âid zannediyorsun. Halvete yapış da, safâ hâlini ele geçir. Zîrâ dervîşin sermâyesi safâdır. Dünyâlıklardan elinde bulunanları elden çıkmak üzere tut. Çünki dünyâlıklar âhıretde geri bırakılacakdır. ibâdet ve zikri Hüdâ husûsunda kendini sıcak tut.Bu günün amelini yarına bırakma. Meşâyıha muhabbet husûsunda akîdenin derinliğini artdır. Çünki Allahü teâlânın dostlarıyla dostluk, Allahüteâlâya yakınlığa sebeb olur. Pîrin huzûrunda başkasına iltifât etme.Onun sohbetine devâm ederken nâfile ibâdeti artdır ki, vaktlerini sabr vetevekkül ile geçirmen mümkin olsun. Başkasına sığınma düşüncesini aklından çıkar. işini Allahü teâlâya havâle et. Ölümü yakın, Allahü teâlânınva’dinin doğruluğunu halvetin sermâyesi bil. Gönlünde tereddüd yoksa,uzlet gerekir. Çünki vakti gelince rızk ulaşır. Eğer ıyâl, çolukçocuk endîşesi kalbini meşgûl ediyorsa, sebeblere yapışmak Enbiyânın “aleyhimüsselâm” sünnetidir. Gönlün i’timâd etmediği belli şeklde tevekküle vedoğru yola aykırı değildir. Dervîşin sermâyesi, gönlün boş olması, kalbincem’iyyeti, maksûdu intizâra bağlamak ve asl maksadı bekleyen bir gönüldür. Gönüldeki cem’iyyetin dağınıklığa düşmemesine, düşüncenintek bir tarafa yönelmesine halel gelmemesine dikkat etmelidir. Kanâ’atimeslek edin. Hırs ve tama’ı gönülden çıkar. Yâr ve ağyâra ümmîd bağlama. Varlığı ve yokluğu bir tut, kimseye hakâret gözüyle bakma. Kendini herkesden aşağı ve âciz gör. Mevlâyı taleb yolunda kibri bir tarafa bırak. Gurûru elinden at. fiöyle demişlerdir: “Dervîşlik, kafasındakileri, düşünceleri bırakmak, aklına gelen düşüncelerden uzak durmak, düne veyârına âid düşüncelerden kurtulmakdır.” ibâdet ve tâ’atlarınla övünme.Kendi kusûrunu görmeyi ve kendini yok bilmeyi sermâye yap. Ne kadaryapılabilirse nefse muhalefet güzeldir. Fekat nefsde darlık ve tâ’atle oluşan şevkin zindeliğini artdırmayacak kadar da olmamalı. Ba’zan nefse yardımcı olmalı. Çünki mü’minin nefsinin hoşnûtluğu sevâb kazanmaya sebeb olur. Bir kerre fakîrin nefsi mütemessîl olup, bana şöyle bir yemek yidirseler, her istediğim olsa diye arzû etdi. O sırada bunu yapması istenecek kimse yanımda yokdu. Bir müddet sonra nefsim yine aynı şeyleri istedi. O sırada orada birisi bulunuyordu. Fakîrin emriyle o yemeği hâzırladı. Hiçbir şeyle çözülmeyen bu müşkil çözüldü. Buyurdular ki: Yemek eğer şükrü güzel yapmak niyyetiyle tatlandırılırsa, dahâ güzel olur. Çünki böyle tatlandırılmazsa, şükr gönlün derinliklerinden yapılmaz. Lezzetli yemeği su ile karışdırıp, tatsızlaşdırmakni’meti ilâhîyi toprağa atmak olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”yemeği ona rağbet ederek yirdi. Eğer rağbet olmazsa ellerini geri çekmezlerdi. Bizim nefsimiz, hazreti Cüneydin, fiiblînin “rahmetullahi aleyhimâ”nefsleri gibi değildir. Çünki onlar acı için de şükr ederler ve “Sabr yüzüekşitmeden acıyı yudumlamakdır” derlerdi. Yalnız dil ile yapılan şükrde, sabrın bir şûbesidir. Çünki sabrın acılığı gönülde bulunmakdadır. Evliyânın mezârlarını ziyâret etmek sûretiyle cem’ıyyet feyzini iste. Meşâyıhı kirâmın ervâhı tayyîbelerine Fâtiha ve salevâtın sevâbınıhediyye ederek, Allahü teâlâ katında vesîle yap. Zîrâ zâhir ve bâtınse’âdeti bununla hâsıl olur. Fekat mübtedîlerin kalbi tasfiye etmeden, evliyânın kabrinden feyze kavuşması zordur. Bu sebeble hazreti Hâce Nakşibend “kuddise sirrehul’azîz” şöyle buyurdular: Hak teâlâya mücâvir olmak, kabrlere mücâvir olmakdan evlâdır. [Bu sözün açıklaması şöyledir:Mübtedînin pîri hayâtda iken başka şeyhlerden feyz istemesi ve pîrininyanında başkasına teveccüh etmesi uygun değildir. Bir yerden istifâdeeden, her yerden istifâde eder. Her yerden istifâde etmek istiyen, hiçbiryerden istifâde edemez. Bu yolun büyüklerinin sâbit hükmü, meşhûr sözüdür. Hâlbuki mübtedînin kendi pîrine mücâvir olmadan Hak sübhânehüye mücâvir olması mümkin değildir.] Düğün ve çerâgân (etrâfı lambalarla donatma) âdetlerine mukayyedolma. Çünki bu kalabalıkdan çadır istemek ve alışveriş ve büyük küçükgözetme durumlarına sebeb olur. ihtiyâç sâhiblerine altın para vermek dahâ çabuk sevâb kazandırır. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak husûsunda takvâve temizlik elbisesiyle süslen. Ehli sünnet ve cemâ’at i’tikâdına sarıl. Hevâ ve bid’atın zulmetinden uzak dur. Hâllerini dâimâ kitâb ve sünnete göre kontrol et. Eğer bunlara uygun düşerse makbûl, uygun düşmezsemerdûddur. Mümkin olduğu kadar gördüğün sahîh hadîsi şerîfe göreamele devâm et. Gücün yetdiği kadar onunla amel etmeye çalış. Bütünömründe, bir kerre de olsa, sahîh hadîsi şerîfin nûrundan mahrûm olma.Halvete yapışmak sûretiyle safâ hâlini elde etmeye çalışmalı. Bu fakîrinömrü boyunca kazandığı şey safâ hâlidir. Bir kimse neye kavuşmuşsa safâ hâli sebebiyledir. Taleb yolunda sıcak ve dikkatli olmakdır. Beyt: Yiğitlerin işi aydınlık ve sıcaklıkdır, Alçakların işi hîle ve uğursuzlukdur. Neyi tutarsan kısa ve öz tut. Nerede olursan ol Hak teâlâ ile ol. Böyle olmak, senin kadrini ve durumunu gözünün önünde tutar. Böylece gerçek değerin gözünün önünde olunca, biri seni medhedince ondan sevinmez, zem edince de kırılmazsın. Zîrâ böyle durumlarda insanın hâlinin değişmesinin en büyük sebebi kendi hâlini ve mertebesini bilmemesidir. Meselâ bir kimsenin mertebesi bir sîr (bir sarımsak başı kadar) ise öyle bilir ve kabûl eder. Bu durumda, eğer başka biri onun değerini bundan aşağı ve yukarı tutarsa, o kimsenin hâlinde bir değişiklik olmaz. Zîrâ o kat’îolarak değerinin ne olduğunu bildiği için, kendinin yarım sarımsak değerinde olduğunu söyleyen kimsenin inkâr eden birisi olarak kabûl eder. ikisarımsak başı değerinde olduğunu söyleyenin sözünün fazla olduğunubilir. Ayağını ahkâmı islâmiyye ve tesavvuf caddesi üzerinde doğru vedüzgün tut. Meşâyıha muhabbeti yüce ve muhkem bir dağ gibi tut. Pîrinhuzûrunda başka bir kimseye müteveccih olmamalı, başka bir kimseyeiltifât etmemeli. Bu iltifât ister şahsın kendisine, ister sözüne olsun. fiöyle nakl edilir: Muhammed Sâdıkın “kuddise sirruh” huzûrunda bir şahsonun mürîdlerinden birine hitâb etdi. O mürîd ona aslâ cevâb vermedi.O şahs hitâbda çok ısrâr edince, Muhammed Sâdık hazretleri mürîdineo kimseye cevâb olarak şu beyti söyle buyurdu: Beyt: Ben kaybolmuşum beni arama, Kaybolmuşlardan bahs sorma. Hayât yolunu tevekkül ağıyla bitirmeli. ihtiyâcını Allahü teâlâdan başkasına aslâ söylememeli ve aslâ Ondan başkasına sığınmamalı. Çünki tevekkül husûsunda teveccüh nazarı Hakdan tarafadır. Tevekkül dışında isehalk tarafınadır. istekle olmadan belli bir sebebe küllî, ya’nî tam bir i’timâd olmazsa, tevekküle aykırı değildir. fiübheli olmayan fetihlerin (açılmaların) reddi de makbûl değildir. Bu zemân parçasında sırf tevekkül,cem’iyyetsizliğe sebeb olur. Hâlbuki sofiyyenin sermâyesi işte bu cem’iyyetdir. Yetecek kadar rızkın kuvvetiyle kanâ’at kuvvetlenir. Tama’ı kesmekle teşvîş hâli, ya’nî karışıklık giderilir. Allahü teâlâ bu fakîre iki ni’metihsân etmişdir. Bunlarla hayâtım hoş geçmekdedir. Biri ihtiyacım olan şeyvaktinde (derhâl) hâzır oluyor. ikincisi tama’ fidanı gönül toprağındameydâna çıkmıyor. Yârdan ve ağyârdan ümmîdsiz olmalı. Onların varlığını ve yokluğunu müsâvî saymalı. Beyt: Arzû ve isteklerden ümmîd kesmek külfetimi giderir, Her bağlı iş sonunda benim müşkilimi giderir iyi görmeye gücün yetdiğince, kedi ve köpek bile olsa hakâret gözüyle bakma. Tâ’at ve ibâdetine mağrûr olmamalı. Zîrâ ihtiyârı, ya’nîirâde ve isteği terk ve amelleri kusûrlu görmek, bu tarîkatda lâzım olanşeylerdendir. Beyt: Günâha üzülmek, tâ’ate mağrûr olmakdan iyidir, Ey hakîkatden uzak Mazher! Nemâzınla öğünme. Mümkin olduğu kadar nefse muhâlefet iyidir, güzeldir. Beyt: Nefs ejderhâdır bu nasıl ölür, Sâdece âletsizlik gammından. Lâkin nefse o kadar muhâlefet ve inat yapmamalı. Çünki sonraona darlık gelir. Fakr vefâkânın (yoksulluğun) ağır yüküne tahammüledemez. Tâkatsizlik gamdan gönül darlığı yolunu önde tutup, arsızlık veserkeşlik yapmaya başlar. Asl maksâddan yüz çevirir. Bu sebeble zemânzemân nefsin arzûsunu yerine getirir. Onu arzûsuna ulaşdırır. Nihâyet nefsmü’min nefsidir. Mü’min bir kula hizmet gibi ona (onun nefsine) hizmetde sevâbdır. Ne isterse hemen ona vermeli. Hattâ ne ister ve temennîederse, önce ona va’d etmeli. Eğer istediğinden vazgeçerse, zâten maksâd budur. Eğer vazgeçmezse yine va’dde bulunulur. Eğer vazgeçersene âlâ. Yine isterse aynı şeklde (isteğini, arzûsunu) tedrîcen unutuncayakadar, onu (nefse) keşke ve ümmîd ediyorum ile oyalar. Ya’nî keşke isteğini yerine getirebilseydim, böyle olacağını ümmîd ediyorum ile mukâbele eder. Eğer nefsin arzûsundan hiç vazgeçmeyeceği hâllerinde gevşeklik olacağı bilinirse, nefs bir kerre doyurulur. Bir dahâ onu arzû etmeyinceye kadar, meşrû ve mubâh olmak şartıyla ne isterse yerine getirilir.Fakîrin nefsi bir kerre kendi misâli şeklini alıp, karşıma çıkmış, sütlac temennî edip, kim şu ân bana mîdem dolacak şeklde yidirirse, her ihtiyâcına kavuşsun, dedi. Bu durumu bir büyük zâta anlatdım. O zât bana çokteessüf etdi. Böyle bir durum başına gelirse beni haberdâr ediniz. Ona (senin nefsine) hizmet edeyim, dedi. Fakîr zahmet etmeyin, dedim. Birmüddet sonra nefsim aynı şeklde karşıma çıkdı. O zâta bu durumu haber verdim. Hemen bir sütlaç hâzırlayıp önüme getirdi. Onu yidirdi. Birkaç gün sonra o zât şöyle dedi: Gönlümde bir hâcetim vardı. Bir türlü hâsıl olmuyordu. Sütlaç hâzırlayıp, yidirmemin bereketiyle Hak sübhânehüve teâlâ benim ihtiyâcımı giderdi.[1] Tatsız yemeği şükr yapmak için bir çeşid maslahatdan dolayı tatlandırırsa bir zararı olmaz. Hattâ dahâ güzel olur. Tatlı ve lezzetli yemeği su ile karışdırıp, tatsızlaşdıranlara şaşılır. Zîrâ tatsız yemekden dolayı, şükr gönülden yapılamaz. Ancak dil ile yapılır ki, bu şükrün sûretidir,[1] Buradan anlaşılıyor ki, bu kâmil nefsin hassasıdır. Ona hizmetle insanlar fey ze kavuşur. Hakîkati değildir. Hattâ dil ile yapılan şükr, sabrın şûbesidir ki, bunahabsi nefs denir. Bu şükr etmemeye sebeb olur ve sünneti seniyyeyeuymaya mâni’dir. Çünki nefse muhâlefet için bundan dahâ sert bir şeyyokdur.[1] Hak teâlâ bizi şeytânın çok ince olan mekr ve aldatmalarına o kadar vâkıf ve âgâh eyledi ki, eğer isteseler de benim sevdiklerimin bunagüçleri yetmez. Ancak zorla olabilir. Bu da ayrı birşeydir. Bereketlenmekiçin gidilmesi gereken mezârları ziyâret ile ve onların pâk rûhları vesîle edilerek zâhirî ve bâtınî fütûhata tâlib olmalı. Hergün onların rûhlarına Fâtiha da okumalıdır ki, çok bereketlere vesîle olur. Tarîkata yeni başlayanların sayısız fütûhat için şeyhin sohbeti fâidelidir ve lâzımdır. Kabrleri ziyâret ve oralara komşu olmak, oralarda kalmak böyle değildir. Görmezmisin ki, insanlar Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabri şerîfini ziyârete gidiyorlar. Ziyâret se’âdeti ile şerefleniyorlar. Fekat o hazretin bâtınî kemâlâtından nasîblenmeden geri dönüyorlar. Beyt: Îsâ aleyhisselâmın merkebi Mekkeye gitse de, Geri dönünce merkebdir o yine de. Ancak rûh latîfesi kuvvetli olan ve âlemi emr ile tam münâsebeti olanbundan müstesnâdır. O hâlde böyle kimsenin ziyâretinde beis yokdur. Hattâ fâideli olacakdır. Zîrâ rûhî münâsebet olduğundan, mezâr sâhiblerininbereketli nûrlarından, vâsıtasız elde eder, fâidelenir. Nitekim hazreti Hâce Ubeydüllahi Ahrâr “kuddise sirruh” şöyle buyurmakdadır: Ben, kırk günhazreti Hâce Behâüddîn Muhammed Nakşibendin “kuddise sirruh” halîfesi Hâce Alâüddîn Attârın “kuddise sirruh” huzûruna gitdim. Bir gün Hâce Büzürkün (Behâeddîn Buhârî hazretlerinin) tasarruflarının kemâlinin yüksekliğinden ve meclislerinin bereketlerinden bahs etdiler. Sonunda şöyle söylediler: Zemânımızın büyüklerinin sohbeti de ganîmetdir. Buyurdular ki: Hazreti Hâce Büzürk şöyle buyurdular: Büyüklerbuyurmuşdur ki: Diri kedi, ölmüş aslandan dahâ iyidir. fii’r:Ey ihtiyâr kişi ne zemâna kadar kabrleri ziyâretle ömrü geçireceksin,Bir diri kedi, ârif nazarında bir ölü aslandan dahâ iyidir. Hazreti Hâce Alâüddîn Attâr “rahmetullahi aleyh” buyurdular ki: Büyük hâcemiz buyurdu ki, Hak teâlâya mücâvir olmak, Onun yaratdıkları[1] Nitekim bu satırları yazan fakîr (Abdüllahi Dehlevî hazretleri) hazreti Îşân Mazheri Cânı Cânânın “kuddise sirruh” huzûrunda bir kerre, bir kısm yemeği biraz değişik ve tatsız yapmışdım. Bunu görünce çok nâhoş oldular. Zâyi’ etdiğin bu yemeğe mahsûs olan tecellî sizin boynunuzdadır. Böyle ko lay hareketler güvenilir sofiyyenin âdeti değildir, buyurdu. na mücâveretden evlâdır. fiu beyti mubârek dilleriyle çok söylerler idi. Beyt: Sen ne zemâna kadar mezârdakilere tapacaksın, Büyüklerin doğru yolundan yürü. Din büyüklerinin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kabrlerini ziyâretden maksâd Hak teâlâya teveccüh olmalıdır. Allahü teâlânın o seçilmiş kulu, ya’nî kabri ziyâret edilen zât Allahü teâlâya tam bir şeklde teveccühe vesîle olur. Aynı şeklde halka tevâzu’ gösterirken de, hakîkatde Hak sübhânehüye tevâzu’ gösterilmelidir. Allahü teâlânın kudret ve hikmetinin eserlerinin mazharı (zuhûr yeri) olduğunu düşünerek, bu maksâdla halka tevâzu’ Hakka sübhânehü olduğu vakt makbûl olur. Bu ma’nâda olmayan tevâzu’, tevâzu’ değil bir san’at, ya’nî yapmacık bir iş olur.Büyük hâcenin sözü burada bitdi. Düğün ve diğerleri gibi âdet olan merâsimlere önem vermemeli. Çünki bunlara önem vermekde birçok çirkinlikler vardır. Bunlar şöyledir: 1– Âdet olan merâsimler, önem verilince, bunlara önem vermeyenbu yolun büyüklerine muhâlefet yapılmış olur. 2– Çadır istemek, satış ve başka şeyleri yapmaya mecbûr olmakdır. 3– Masraflarda ve aydınlatmada isrâf edilir. 4– iyi değerlendirilmesi gereken vakt zâyi’ edilir. 5– insanların toplantılarında aşağı ve yukarı oturmalar ve izdihâmsebebiyle, makâm ve mevki’ sâhiblerinin, zenginin ve fakîrin mertebeleri gözetmekde kusûr yapıldığından, şikâyet edilir. 6– Bu âdetlerin devâmı durumunda, altın borç alındığında, ba’zanahkâmı islâmiyyede harâm olacak şeklde kâr ve fâide sağlama durumları oluyor. Zîrâ fitne dolu bu zemânda, fakîrlerin geçim sebebleri müsâvî tarzda değildir. Düğünlerde âdetleri terk etmeleri çok zordur. Mecbûren borç almaya muhtâç olup, âdete göre hareket etmekdedirler. 7– Meşrû’ olmayan istemek makbûl değildir. Zîrâ “Allahü teâlâ tayyîbdir, tayyîbden başkasını kabûl etmez.” Yine hadîsi şerîfde şöyle bildirildi: Allahü teâlâ için verilen sadaka önce Hak sübhânehünün eline sonra fakîrin eline geçer. O hâlde böyle bir isteme Allahü teâlâya nasıl lâyıkolur ki, onun sevâbı o büyüğe ulaşsın. Bundan dolayı meşâyıhın vefât yıldönümünde hazreti fieyhin âdeti şöyledir: Vefât yıldönümü günü, ba’zanevlerinde, bugün her zemân yapılan yemeğe bir mikdâr ilâve yapmalı derlerdi. Yârândan huzûru şerîfinde bulunanlara bu gün işte burada birazyiyin. Para az olsa da dilek husûsunda fâidesi birçok fâidelere kavuşulan diğer yollardan kat kat fâidelidir. Hizmetin kısmlarından, bedenleyapılan hizmetin fâidesi dahâ çabuk ve gönüle ulaşması bakımındandahâ öndedir. (Hizbülbahr) düâsını her gün okumalısınız. Sabâh nemâzından sonra Kureyş sûresini yüzbir veyâ onbir kerre okumalı. Öncesinde ve sonrasında beş kerre salevâtı şerîfe okumalıdır. fierri def’ için tecrübe edilmişdir. Hazreti Hâcelerin hatmi[1] ve hazreti Müceddidin “radıyallahü anhüm” hatmi için de eğer sabâh nemâzından sonra toplanırlarsa, ona devâm etsinler. Çünki bu meşâyıhın devâmlı yapdığı şeylerdendir. Fâidesi çok, bereketi sayısızdır. Bu büyüklerin yolunda işin esâsı istikâmetdir. Çünki istikâmet, kerâmetin fevkindedir, ya’nî üstündedir. Beyt: istikâmet ehline feyz iner Mazhar! Bilmez misin tecellî, Tûr dağı etrâfında olur. Bu yolda artık keşfe yol yokdur. Kerâmete i’tibâr yokdur. Vecd vesima’ın bir değeri yokdur. Vefât yıldönümü kutlamalarının bir mevki’iyokdur. Bu hânedânın hilâfeti, secereye, külâha bağlı değildir. Bu büyüklere mürîdlik, bî’at ve merâsimlere bağlı değildir. Onların bâtınlarınıncem’iyyeti yanında bilinen zevklere ve vecdlere i’tibâr yokdur. Kitâb vesünnete uymak yanında örfe âid eserlerin ve hâllerin kıymeti yokdur. Bundan dolayıdır ki, hazreti Müceddid “radıyallahü anh” şöyle buyurmuşdur:(Sofiyyenin yolları arasında, tarîkai aliyyei Nakşibendiyyeyi tercîh etmekdahâ iyi ve dahâ münâsibdir. Çünki bu büyükler sünnete uymaya sarılmışlar, bid’atden kaçmışlardır. Eğer mütâbeat devletine sâhib olunursa,[1] Hatmi Hâcegânın usûlü: Hangi niyyet ve maksâd için okunursa, önce el leri kaldırıp bir def’a Fâtiha sûresini okumalı. Sonra Fâtiha sûresini besme le ile yedi kerre, sonra yüz def’a salevâtı şerîfe, sonra inşirah sûresini (Elemneşrahlekeyi) besmele ile yetmişdokuz kerre, sonra ihlâs sûresini besmele ile binbir kerre, sonra yine Fâtiha sûresini besmele ile yedi kerre, sonra yüz salevâtı şerîfe, sonra Fâtiha okuyup, bu hatmin sevâbını bu hatmin kendilerine âid olan büyüklerin rûhlarına göndermeli. Zîrâ bu büyük lerin ismlerini ta’yînde ihtilâf vardır. Sonra bu büyükleri vesîle ederek mak sâdların ve murâdların hâsıl olmasını Allahü teâlâdan istemeli. Maksâd hâ sıl oluncaya kadar buna devâm etmeli. Çünki Allahü teâlâ her zoru kolay laşdırandır. Bunu yâ bir kişi yalnız okur yâhud ne kadar olursa olsun, dahâ fazla kimse aralarında bölüşerek okur. Fekat paylaşanların sayısının tek ol ması evlâdır. Zîrâ “Allahü teâlâ tekdir, teki sever” ve “Allahü teâlâ nâsır ve mu’indir (yardım edendir)”. Yüksek hocamızın dergâhında okunan hatmde, son Fâtihadan sonra düâ yüksek sesle okunur ki, bu meclisde okunan şey ler Nakşibendiyye büyüklerinin “rahmetullahi aleyhim” mubârek rûhlarına gönderilsin ve onlar vâsıtasıyla Hak sübhânehü ve teâlâdan imdât ve yar dım istensin. Zîrâ zâhirî ve bâtınî fütûhât kapılarını hazreti Mirzâ Sâhib ve onun yârânlarının hepsi açar. Müceddidin “radıyallahü anh” hatminde, usûlü bütün murâdların hâsıl olma sı, din ve dünyevî müşkillerin izâlesi için tecrübe edilmişdir. Hazreti Müced didin hatminin usûlü şöyledir: Önce yüz def’a salevâtı şerîfe, sonra ziyâde siz beşyüz def’a “Lâ havle velâ kuvvete illâbillah”, sonra yüz def’a salevâtı şerîfe dâimâ okunur. Murâd hâsıl olur, müşkiller çözülür. (Ma’lûmâtı Maz herî) dervîşlik hâllerinden hiç bir şey bulunmasa da se’âdetdir. Eğer dervîşlikhâlleri bulunur, fekat mütâbeatda gevşeklik olursa, o hâlleri makbûl değildir. Bundan dolayı simâ’ ve raksa cevâz verilmemiş, bunlardan meydâna gelen hâllere i’tibâr edilmemişdir. Hattâ cehrî zikr bid’at sayılarakmen’ edilmişdir. Hâsıl olan hâllere i’tibâr edilmemişdir. Bir gün hazretiÎşânın ya’nî hazreti Bâkî Billâhın “kuddise sirruh” yemek meclisindebulunmuşdum. Hâcemizin muhlislerinden fieyh Kemâl onların huzûrunda yemeğe başlarken Besmeleyi yüksek sesle söyledi. Bu hazreti Îşânın hoşuna gitmedi. Bundan o derece râhatsız oldular ki, yemek meclisine gelmesine mâni’ olun diye sıkı emr verdiler.) Hazreti Îşândan ya’nî hazreti Hâcemden işitdim. Hazreti HâceiNakşibend zikri cehrîden men’ etmek için Buhârâ ülemâsını toplayıp, hazi Emîr Gilâlin dergâhına götürmüşdü. Ülemâ hazreti Emîre zikri cehrî bid’atdir, yapmayınız dediler. Hazreti Emîr evet yapmayayım. Bu tarîkatın büyükleri zikri cehriyi men’ husûsunda hep ısrâr ediyorlar. Artık simâ’, raks ve tevâcüd husûsunda ne derler siz düşünün. Meşrû’ olmayanvecdler fakîre göre istidrâc kabîlindendir. istidrâc sâhiblerinden de hâllerve zevkler meydâna gelir. Âlemin sûretlerinin görüntülerinde meydâna gelen mu’âyene [bir şeyin hakîkatini anlamak için incelemek] husûsunda Yunan filozofları ve Hind berehmenleri de aynı şeyleri söylemekdedirler.Bu bilgilerin doğruluğu harâm ve şübhelilerden sakınmakla birlikde, islâmî ilmlere uygun olup, olmamasından anlaşılır. Hazreti fieyh Seyfeddîn “kuddise sirruh”, bir gece bir taht üzerinde teheccüd nemâzı için abdest alıyordu. Ansızın vecd ve simâ’ın zevkinden bîhodluk [kendinden geçme] hâli meydâna geldi. Bir kerre zeminüzerine düşdüler. Mubârek ellerine şiddetli bir darbe geldi. Sabâhleyin ayılıp kendine gelince ve insanlar onu ziyâret için hücûm edince şöyle buyurdular: Erbâbı simâ’ bizi dertsiz bilir. Hâlbuki bir kerrecik simâ’dan dolayı o hâle geldim ki, neredeyse hayât ipim kesilecekdi ve rûh kuşum beden kalıbımdan uçup gidecekdi. Simâ’a çok meyl edenler nasıl hayâtdakalabilirler. O hâlde insâf etmeli, biz mi dertsizlerdeniz yoksa onlar mı?Fekat onlar ma’zûrdurlar. Çünki bizim içimizdeki derdden onların haberi yokdur. Gerçi zâhiren biz kül gibi sâkiniz. Lâkin bâtınımız dert ve gamateşiyle yanmakdadır. Beyt: Herkesle birlikde herkesden bergirân, Yakmak ve yapmak fakîrin dîni her ân. Bu sebeble vecd ve simâ’a meyl etmiyorum. Gammımızı ve derdimizi havâs ve avâma göstermiyoruz. Zîrâ bizim tarîkatımız hazreti EbûBekri Sıddîka “radıyallahü teâlâ anh” mensûbdur. O zâhiren tam bir temekkün, ya’nî sükûnet ve vakârla müzeyyen idiler. Bundan dolayı vaktlerinin çoğunda, ağızlarında taş parçası bulundururlardı. Sırdaşlarından başkasının onun bâtın hâllerinden haberi olmazdı. Ancak vefâtındansonra öğrenirlerdi. Hazreti Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazreti Ebû Bekrin “radıyallahü anh” evine teşrîf buyurmuşdu. Bir de bakdı ki, evinin duvarında yeryer yanık ve siyâh lekeler var. Bunun sebebini sordu. Onun gizli hâllerini bilenler şöyle söylediler: Ba’zan dert dolu gönüllerinden bir âh çekerlerdi. Ateşi evin tavanında yanık ve siyâh lekeler meydâna getirdi. Beyt: içerden âşinâ ol dışardan yabancı, Az bulunur cihânda böyle gidişât. Tarîkati Nakşibendiyye büyüklerinden biri yolda gidiyordu. Ansızınkulağına simâ’ geldi ve kendinden geçdi. Son derece bîtâb bir hâldeoturdu ve “Simâ’ı beytülmâl mühlîkdir [öldürücüdür]” buyurdu. Bundandolayı simâ’ harâm oldu. Fakîrin simâ’ konusunda kuvvetli bir delîli vardır. Bundan simâ’ erbâbının haberi yokdur. Bu mukaddimenin suğrası bedîhîdir. O da şudur: Simâ’ rikkat meydâna getirir. Rikkat, rahmeti ilâhîyiçeker. Netîce, simâ’ rahmeti celb eder. Bütün bunlara rağmen, simâ’ erbâbı, fakîri simâ’ hâllerinin zevklerini münkir bilirler. Hâlbuki Allahü teâlâfakîrin tabî’atına son derece bir i’tidâl, insâf ve zevke âid bir tad ihsân buyurmuşdur. Babam Kâdirî, dedem Çeştî olduğundan, Nakşibendiyye büyüklerinin silsilesine bağlı olsam da, tînetimde aşk ve âşıklığın tadı bulunduğundan, Çeştiyye büyüklerinin vecdlerinin ve zevklerinin inceliklerini güzel bulurum. Bu yüzden, onların hâllerini inkâra cür’et etmem. Zîrâ simâ’makâmında bu büyükler serhoşluk hükmüyle ma’zûrdurlar.[1] Sekrin galebesi zemânında, vecd ve hâlin zuhûrundan ma’zûrdurlar. Serây âdâbınavâkıf ve ondan haberdâr olan sahv erbâbının hareketleri ve hareketsizlikleri kâidesiz olmaz. Bilhâssa sünnete son derece uyan tarîkaı Aliyyei Nakşibendiyyeyi Müceddidiyye büyükleri, sünnete uymayan bir harekete aslâ müsâde etmezler. O hâlde, bu husûsda en sâlim yol, simâ’ı ne inkâr etmek ve ne de onu yapmakdır. Hazreti Hâcei Büzürk, Behâeddîn Buhârînin “Ne inkâr ederim, ne de bu işi yaparım” sözü, bu ma’nâyı te’yîd etmekdedir. Mürîdde sineğin özelliği olmalıdır. Onu ne kadar kovsalar da gitmez.fiu söz fieyhülislâm Abdüllahi Ensârînindir: Hocanı incitenden incinmezsen, köpek senden dahâ iyidir. Eğer bir kimse tarîkata girmek için sanagelirse, hakkında onu yırtıcı aslandan dahâ az zararlı görmemelisin.Onun hizmetinin hakkını kaçırmak sebebiyle muâheze olunmakdan kork[1] Hazreti Hâce Behâeddîn Nakşibendiyye “kuddise sirruhul akdes” nisbet edilen şu şi’r bunu te’yîd etmekdedir: Diri gönüller ölü bedenler için câizdir, Ölü kalbler, diri bedenler için yanlışdır. malı ve titremeli. Kendini varlık kaydından, kendine tapınmakdan kurtarmalısın. Kıt’a:Cihândan ayrılırken, yolculuk eşyâsını açmakla kapamak aynıdır,Hesâb günü düşüncesinden bu kadar gâfil olana.Hadsiz rahmet, hesâbsız lütf yapdı,Benlik kaydından kurtulmak ey Mazher, Hakka bağlanmak iledir,Bir damlaydım, bir deryâ oldu beni şerâb yapdı. Beyt:Ey Mazher! Cihânda râhat bir yer arıyorsan, sen kendinden geç,Bu perdenin arkasında başka bir yer vardır.

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin ba’zı rü’yâları ve Evliyânın“rahmetullahi aleyhim” sözlerinden nakl etdikleri. Buyurdular ki: Def’alarca, Habîbi Hüdânın “sallallahü aleyhi vesellem” ziyâreti şerefine kavuşdum. Ya’nî, rü’yâda görmekle şereflendim.Hâlimde çok inâyetler gördüm. Bütün bunlar, o hazretin “sallallahü aleyhi ve sellem” se’âdetli ziyâretinde hâsıl oldu. File binmişlerdi. Ondan inip,“Geliniz şânlarımızı birleşdirelim” buyurdular. Bu rü’yânın ta’bîri hiç hâtıra gelmiyor. Buyurdular ki: Bir kerre Serveri kâinâtın “aleyhi efdalüssalâtü vettehıyyât” cihânı süsleyen cemâliyle müşerref oldum. O hazret ile o kadarçok yakındık ki, Mubârek nefesi bana geliyordu. Bu esnâda susamış idim.Serhendli pîrzâdeler de oradaydılar. O hazret onlardan birine su getirmesini emr etdi. Bu fakîr: Yâ Resûlallah! Onlar benim pîrzâdelerimdir diye arzetdim. Buyurdular ki: “Onlar bizim emrimize uyarlar, buyurdu. Sonrapîrzâdelerden biri suyu getirdi. Ben kanıncaya kadar içdim. Sonra, yâ Resûlallah! Zâtı âliniz, hazreti Müceddidi elfi sânî hakkında ne buyurursunuz, diye arz etdim. Buyurdular ki: “Onun gibi ümmetim arasındabaşka kim vardır”. Yine yâ Resûlallah! Onun Mektûbâtı mubârek nazarlarınızdan geçmiş midir, diye arz etdim. “Eğer birşey hâtırınızda ise okuyunuz” buyurdular. Bu fakîr de: “Allahü teâlâ verâülverâdır. Sonra verâülverâdır” ibâresini okudum. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”çok memnûn oldular. Bundan çok hoşlandılar. Yine okuyunuz buyurdular. Tekrâr aynı ibâreyi arz etdim. Dahâ güzel buldular. Bu hâl uzayıp gitdi. Sabâhleyin o azîzlerden biri geldi. “Bu gece rü’yâmda sizin güzel birrü’yâ gördüğünüzü gördüm. O rü’yâ nedir dedi. Fakîr bu rü’yâmı ona anlatdim. Çok hayret etdi. Buyurdular ki: O hazretin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek nefesinden ve sohbetinden kendimi başdan başa nûr içinde buldum. Uyanık iken olan hâllerden dahâ güzel olan bu rü’yânın te’sîriyle, birkaç günhiç susuzluk hissetmedim ve bir şeye arzûm olmadı. Buyurdular ki: Rü’yâmda geniş bir sahrâ gördüm. Pek çok Evliyâorada murâkabe halkasında idiler. Halkanın ortasında hazreti HâceNakşibend iki dizi üzerine ve Seyyidüttâife hazreti Cüneyd dizlerini dikip elleriyle bağlayarak oturmuşdu. Seyyidüttâifenin üzerinde, mâsivâdan geçme ve fenâ hâlleri görünüyordu. Herkes oradan kalkdı. Nereye gidiyorlar diye sordum. Birisi, emîrülmü’minin Alî Murtezâyı “radıyallahüanh” karşılamaya gidiyoruz, dedi. Sonra, hazreti Emîrülmü’minîn teşrîf buyurdular. O sırada berâberinde kilime bürünmüş başı açık, ayağı yalın, saçı birbirine karışmış bir şahs göründü. Hazreti Alî “radıyallahüanh” tam bir tevâzu’ ve hurmetle o şahsın elini eliyle tutdu. O esnâda, bukimdir, dedim. Oradakilerden biri, Tâbi’înin en üstünü Üveysi Karnîdir,dedi. Orada son derece nûrânî berrâk bir oda peydâ oldu. Bütün azîzler(orada bulunan büyükler) o odaya girdiler. Nereye gitdiler, dedim. Birisi,bugün hazreti Gavsüssakaleynin vefât yıldönümüdür. Hazreti Alî “radıyallahü teâlâ anh” bu yıldönümü sebebiyle teşrîf etdiler. Buyurdular ki: Bâtın nisbetinde, fenâ ve yokluğun zuhûr etdiğini görünce ve sâlik, kendinden geçme ve istiğrâk hâli ile vasflanınca, kendini rü’yâda ölü olarak görür. Başkalarının farkına varmamak ve şu’ûrsuzluk onun ayrılmaz vasfı olur. Fakîre, hazreti Seyyidin “radıyallahü teâlâ anh” teveccühleriyle, fenâi kalb hâsıl olduğu, mâsivâya alâkaların kesildiği, gönülden hevânın kaybolduğu günlerde, rü’yâda başımın vücûdumdan ayrıldığını gördüm. Fekat dilim ile kelimei tayyîbeyi söylüyordum. Yine rü’yâmda şöyle gördüm. Güyâ ölmüşüm. insanlar techîz vetekfînimi yapıyorlardı. Sonra cenâze nemâzımı kılıp, hazreti Hâce Kutbüddîn “rahmetullahi aleyh” mezârı tarafına defn için götürdüler. Cenâzemi kabre koyup, kabrime toprak atıncaya kadar rûhum da onlarlaberâber idi. Ben bir duvârın başına oturmuşum. Münker ve Nekr melekleri, hadîsi şerîfde bildirildiği şeklde gelip, dişlerini kabre vurup, kabregirdiler. O sırada rûhumun bedenimle irtibâtı peydâ oldu. Melekler süâlcevâbdan sonra gitdiler. Ben kabrimde son derece râhat olarak uykuya daldım. Yine şöyle bir rü’yâ gördüm. Bu dünyâdan çıkmışım. insanlar techîz ve tekfînden sonra, cenâzeyi kaldırmak istediler. Cenâze ansızın havâda uçup gitdi. insanlar cenâzemin peşinden gidiyorlar. Benim rûhumda onlarla berâber gidiyordu. O esnâda kendime âit bir rubâi aklımageldi. Rubâi: Gözün ve kulağın teşvîşini izhâr etme, Hoşluk ve şamata sermâyesi olma. Kendi ayağınla kabr başına gitmeli, Ey cevheri pâk olan! Omuzu yüklü olma. Buyurdular ki: Cenâbı Emîrülmü’minîn ve nisbeti aliyyei Nakşibendiyyenin baş kaynağı olan hazreti Ebû Bekri Sıddîka “radıyallahüanh” aşırı muhabbetimden dolayı, insanlık îcâbı, bâtınî nisbetimde bir perdeleme olduğunda, bizzat o hazrete mürâce’at ederim. Onların iltifâtiyle bende hâsıl olan bulanıklık gitmekdedir. Bir kerre onları medh eden birkasîde söylemişdim. Fakîrin hâline çok inâyet edip, tevâzu’ ile, (Biz bumedhlere lâyık değiliz) buyurdular. Buyurdular ki: Bizim nisbetimiz Cenâbı Emîrülmü’minîn hazretiAlî Mürtezâya “kerremallahü vecheh” ulaşır. Fakîrin, o cenâba özel niyâzım vardır. Bedenî bir râhatsızlığım olduğunda, o hazrete teveccüh ediyorum. fiifâ sebebi hâsıl oluyor. Bir kerre ona bir kasîde arz eyledim. Onunmatla’ı şöyleydi: Âgâhlık gözünün ışığı Emîrülmü’minîn Haydâr, Yedullahın parmağının ıslaklığı Emîrülmü’minîn Haydâr.O hazret, bu kasîde sebebiyle iltifât etdi. Buyurdular ki: Mubârek Ehli beyt imâmlarına “radıyallahü anhüm”sevgi, îmâna sebeb olur. Tasdîk ve yakînin devâmının sermâyesidir. Bubüyüklere “radıyallahü anhüm” muhabbetden başka hiçbir amel kurtuluş vesîlemiz değildir. Sonra şu şi’ri okudular. fii’r: Bizim mazharımız bir ta’ât yapmadan toprağa gitdi, Kendi kurtuluşunu bu türâbın sevgisine bırakdı. Buyurdular ki: Hazreti Müceddidin “radıyallahü teâlâ anh” ma’rifetleri, ona âid ince bilgiler, kitâb ve sünnete uygundur. i’tirâz olan yerlerde kendileri bizzat cevâb vermişdir. Bu cevâblar ehli insâf yanında kâfîdir. Evliyânın söylediği ve ehli zâhirin i’tirâz etdiği birçok sözün ma’nâsı te’vîlsiz olmuyor. Böyle sözlerde hâlin galebe çalmasından veyâ lafzlar kasd edilen ma’nâya yardımcı olmadığından ve ma’nâyı ifâde etmediğindendir. Yâhud emri ilâhî veyâ emri ilâhîyi izhâr etmekden dolayı böyle söylenmişdir diye yapılan te’vîl, imâmı Rabbânî hazretlerinin kelâmlarında da geçerlidir. fieyh Abdülhak Muhaddis “rahmetullahi aleyh” başlangıçdaimâmı Rabbânî hazretlerinin, ba’zı ma’rifetlerine, ya’nî bildirildiği ince bilgilere i’tirâzlar yazmış, fekat sonunda bu i’tirâzlardan ictinâb etmişdir. Hazreti Hâce Bâkî Billahın “rahmetullahi aleyh” halîfesi HâceHüsâmeddîne şöyle yazmışdır: (Bu günlerde fakîrin Meyân fieyh Ahmedin “sellemehullah” zâtına olan gönül saflığım haddinden fazladır. Tarîkata ri’âyet, insâf ve aklın hükmü bir tarafa, Meyân hakkında insanlık ve yaratılışdan olan perde kalmamışdır. Zâten böyle büyükler hakkında böyle şeyler olmamalı. Zevk, vicdân ve hâlin galebesi yoluyla içime öyle bir şey düşdü ki, dil onu ifâde edemez. Kalbleri ve hâlleri çe viren Allahü teâlâyı tesbîh ederim. Zâhire bakanlar uzak görseler de, durum nedir ve hangi minvâl üzeredir bilmiyorum.) Bu satırları yazan fakîr (Abdüllahi Dehlevî “kuddise sirruh”) derimki: Abdülhak Dehlevînin, beşeriyyet îcâbı perdeler aslâ kalmamışdır sözünden, i’tirâzların, hakkı izhârdan ve insâfdan dolayı değil, nefsâniyyetden kaynaklandığı anlaşılmakdadır. O hâlde düşünmeden ve tahkîk yapmadan, ya’nî araşdırıp, incelemeden i’tirâz edenlerin durumları da böyledir. Eğer imâmı Rabbânî hazretlerinin sözlerine insâf nazarı ile bakılırsa, hiç i’tirâz olmaz. Hazreti fieyh Abdülhak Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, i’tirâzlarını yazdığı risâlesinin sonunda şöyle yazmışdır: (Fakîr, sizin bütün bu ma’rifetleri ve makâmları yazmanız, Allahü teâlâ tarafından mı yoksa kendiliğinden söylediği sözler mi olduğu hakkında gayb âlemine teveccüh etdim.Bunun üzerine (Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir.) meâlindeki âyeti kerîme kalbime ilhâm edildi. Bu âyeti kerîme Fir’avn ve Fir’avnın adamları hakkında şübheningiderilmesi ve Mûsâ aleyhisselâmın haklılığını isbât hakkında nâzil olduğu açıkdır. O hâlde hazreti fieyhin “rahmetullahi aleyh” inkârından vazgeçmesi ve bu âyeti kerîmenin bâtını şerîfine konması i’tirâzların giderilmesi konusunda iki delîldir. Buyurdular ki: Pâdişâhdan imâmı Rabbânî hazretlerine sıkıntıulaşması, onun Enbiyâyı kirâma “aleyhimüsselâm” mütebâ’atlarının kemâline delîldir. Yûsüf aleyhisselâm zindanda i’tikâf yapdılar. Seyyidülmürselîn “aleyhi efdalüssalât” mihsâbda inzivâ buyurdu. imâmı Rabbânî hazretlerinin sevenleri, i’tirâzları ve şübheleri giderme husûsunda risâleler yazmışlardır. fiübhelerin giderilmesi husûsundaen iyi risâle Mirzâ Muhammed Beg Bedahşînin risâlesidir. O bu eseriniMekkei mükerremede yazmışdır. Dört hak mezhebin müftîlerine mührletmişdir. [(Atıyyetülvehhâb) risâlesidir.] Buyurdular ki: Feyzi ilâhî sonsuzdur. Her Evliyânın isti’dâdına göre zuhûr etmekdedir. Allahü teâlâ sonra gelen büyüklere hikmeti bâligâsı, ya’nî yüce hikmeti sebebiyle, bir takım kemâlât ihsân etmişdir ki, öncekilerden bu ilmler ve feyzler bildirilmemişdir. Enbiyânın “aleyhimüsselâm” birbirine üstünlüğü vardır. Evliyâ için de birinin diğerine üstünlüğüvardır. Hazreti Müceddidin mümtâz olduğu makâmlar, tarîkatından istifâde edenler, o derecelere ve makâmlara ulaşdıklarından, o ilmleri ve keyfiyyetleri ikrâr etdiklerinden dolayı, o makâmda artık şübhe kalmamışdır.Çünki haberi mütevâtir sıdk ve yakîni ifâde eder. O makâmlara ulaşmayan kimsenin, bunları uzak görmesi, kendi cehlinden olup, ma’zûrdur. Hâul’âde hâllerin zuhûru şart değildir. Eshâbı kirâm “radıyallahü anhüm”hiçbir velînin ulaşamayacağı yüksek derecelere sâhib olmakla berâber,kendilerinden hârikul’âde hâller, şevk, zevk ve istiğrâk hâlleri çok görül memişdir. Bir şahs, Mazheri Cânı Cânân hazretlerine, size göre hazretiGavsüs sakaleyn ve hazreti Müceddidi elfi sânîden “radıyallahü anhümâ” hangisi dahâ üstündür diye sordu. Buyurdular ki: Her ikisi de, mürşidimdir. Her ikisi de fakîre rahmeti ilâhî bulutundan yağmur yağdırmışdır. Benim susuzluğumun gitmesi için onlardan biri de kâfîdir. Ancak yüksekliğe hangisi dahâ yakındır, bilmiyorum. Buyurdular ki: Hazreti Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî hazretlerinin pîri hazreti Hâfız Muhammed Muhsîn, istifâde için hazreti fieyh Muhammed Ma’sûmun “rahmetullahi aleyh” huzûruna gitdi. MuhammedMa’sûm hazretleri buyurdular ki, sizin büyükleriniz bizim büyüklerimizi inkâr ederler. Siz, inkâra mı ikrâra mı geldiniz. inkârdan dolayı, özr dilemekiçin cevâbını verdi. Sonra onların sohbetlerine devâm edip, kemâl derecesine ve başkalarını kemâle erdirme derecesine kavuşdu. Bu satırları yazan fakîr (Abdüllahi Dehlevî hazretleri) derim ki:Hazreti Müceddidin “radıyallahü anh” torunlarından âlim ve çok amel sâhibi olan hazreti fieyh Muhammed Ferrûh hacca gitdiler. Seyyid Muhammed Berzencî, hazreti Müceddidi inkâr husûsunda pek şiddetli idi. Buzât Medînei münevverede bulunuyordu. Mekkei mükerremeye gidip,fieyh Muhammed Ferrûhu ilzâm için, ilmî münâzaralara girip, susdurmakistedi. fieyh Muhammed Ferrûh hazretleri şöyle düâ etdi: Allahım ben arabdeğilim, o ise arabdır. Sonra haremi mubârekde mücâdele münâsibdeğildir. Beni onun sıkıntısından muhâfaza eyle. Allahü teâlâ onun düâsını kabûl etdi. Seyyid Muhammed Berzencî şiddetli hastalandı. fieyhMuhammed Ferrûh hazretleri Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”kabri se’âdetini ziyâretle müşerref olup, Hindistâna dönmek üzere bir gemiye bindi. Seyyid Muhammed Berzencî iyileşince, bir kayığa binip, gemiye gitdi. Ona yetişip, gemide hazreti Müceddidin ma’rifetleri hakkında münâzara ve mübâhese etmek istiyordu. Bu esnâda fieyh MuhammedFerrûh hazretleri: Allahım! Dilediğin şeyle beni ondan koru diye düâ etdi. Bunun üzerine Seyyid Muhammed Berzencînin bindiği kayık batdı. Evliyâyı münkîr olan, lâyık olduğu şeye kavuşdu. Buyurdular ki: Hazreti fieyh Abdül Ehad, kendi babasından veamcasından istifâde etmişdi. iki büyüğün nisbetini birbirine müsâvî görürdü “rahmetullahi aleyhim”. Nisbeti Sa’îdî ve nisbeti Ma’sûmiyyearasında fark görmezdi. Buyurdular ki: Bana göre bu iki büyük müsâvîdir. Tıbkı imâmeye bitişik iki tesbîh tânesi gibi. Fekat Allahü teâlâ, bu iki büyüğün nisbetleriyle bize bir imtiyâz bahş etmişdir. Nisbeti Sa’îdîde hillet (dostluk) makâmına uygun olan izmihlâl (yok olma) ve bîhodluk çokdur. Nisbeti Ma’sûmîde ise, mahbûbiyyet makâmına münâsib olan safâ ve parlaklık sayısızdır. Nübüvvet kemâlâtında ve diğer makâmlarda nisbeti Sa’îdiyyenin kuvveti fazladır. Vilâyet husûsunda ise nisbeti Ma’sûmiyye dahâ kuvvetlidir. Bu iki sâhibzâdenin dışında başka kimse, hazreti Müceddide mahsûs makâmlarla müşerref olmamışdır “rahmetullahi aleyhimâ”. Buyurdular ki: Tâliblere ilk tevbeyi telkîn etdiğim zemân, tevbei nasûh husûsunda ısrâr ve mübâlağa gösterirdim. Bir gece pîrim hazreti fieyhi “radıyallahü teâlâ anh” rü’yâmda gördüm. Fakîrin hâline inâyet buyurdular. Orada çok konuşan biri vardı. Ona da teveccüh buyurdular. Onda şaşkınlık hâli görüldü. Kalkıp, çalgısını kırdı. Dîne uymayan hâlindentevbe etdi. Buyurdular ki: Tevbe usûlü şöyledir: Bâtın nisbeti tâlibe gâlib gelince kendini gösteriyor. O tevbede ısrâr etdiğim günden beri tevbei nasûhda ısrârdan vazgeçdim. Çünki kısaca tevbe kâfîdir. Tevbei nasûh zemânı gelince hâsıl olmakdadır. Buyurdular ki: Âlimlerden bir cemâ’at fakîre, Nakşibendiyyenin diğer tarîkatlara ne üstünlüğü var da, onu tercîh etdiniz diye sordular.fiöyle cevâb verdim. Bu yol Kitâb ve sünnete uygundur. Bu kat’îdir.Kat’î olan şeye uygun olan şey de kat’îdir. Bu tarîkatdaki vazîfeleri devâmlı yapmakdan sünnete uymak hâsıl olur. fierî’ate (sünnete) uymak ileise, bu tarîkatın nûrları artar. Bir kerre iblîs, kuru melay sûretinde görünüp, bana şöyle dedi: Sizin mîzâcınızda aşk ve heyecân gâlibdir. Tabî’atınız âşikâne şi’rlere rağbet etmekdedir. Hâl böyleyken, simâ’a yer olmayan, keyfiyyet (hâl) bulunmayan bir tarîkatı niçin tercîh etdiniz. Ona şöyle cevâb verdim. Akîde ve muhabbet, Allahü teâlânın yüce hikmetinin gereğidir. Bunun üzerine şöyle dedi. Bu durumda ortada bir mecbûrîlik var.O zemân onun inatcı süâlinden dolayı öfkelendim. Saçından tutup, başına elimle vurmak istedim. Lâkin o ânda kayboldu. Buyurdular ki: Bir gece hazreti Seyyidin pîri hazreti fieyh Seyfeddîn “rahmetullahi aleyhimâ” teheccüde kalkdı. Bu sırada kulağına ney sesi geldi. Kendinden geçip düşdü. Mubârek eline bir darbe geldi. Buyurdular ki: insanlar bize dertsiz diyorlar. Hâlbuki dertsiz onlardır. Çünki simâ’ın te’sîrine sabr gösteriyorlar. Buyurdular ki: Bu yolun büyüklerinden biri yolda gidiyordu. Bir simâ’ sesi kulağına geldi. Tahammül edemeyip, oturdu. Gönül harâretininkeskinliği baş kâsesini (başını) yardı. (Bu sebeble) simâ’ helâk edicidir.Bundan dolayı simâ’ harâm oldu. Buyurdular ki: Hazreti Seyyidin pîri hazreti fieyh Seyfeddînindergâhında “rahmetullahi aleyhimâ” hergün yüz dervîş istifâde için toplanırlardı. Herbirinin isteğine göre yemek pişerdi. Bütün bu ni’metlerle berâber, sâlikler yüksek makâmlara ulaşıyorlardı. Çünki bu tarîkat mürşidin himmet ve teveccühüdür. Bu tarîkat erbâbından biri yemeği azaltmakisteyince, pîri ona şöyle buyurdu: Bu tarîkatın feyzlerinin hâsıl olmasında böyle işlere ihtiyâç yokdur. Çünki bizim büyüklerimiz, işin esâsını vukûfi kalbîye ve mürşidin sohbetine devâm üzerine binâ etmişler, kurmuşlardır. Zühd ve meşakkatli mücâhedelerin semeresi hârikul’âde hâller vetasarruflardır. Devâmlı zikr, teveccüh ilallah ve sünneti seniyyeye ittibânın netîcesi, nûrların ve bereketlerin çokluğudur. Zâhire bakan avâm hâul’âde hâllerin görülmesine i’tibâr eder. Ma’nâdan haberi olan havassın murâdı ise, kalbin tasfiyesi ve nisbet mâallahdır. Buyurdular ki: Hazreti Hâfız Sa’dullahın pîri Muhammed Sâdıkhazretleri “rahmetullahi aleyhimâ”, hazreti Gavsüssakaleynin “radıyallahü teâlâ anh” yüksek evlâdından birini görmeye gitdi. Fekat sâhibzâdelik düşüncesiyle, o gelince, ona hürmet için ayağa kalkmadı. Muhammed Sâdık hazretleri onun edebe ri’âyet etmemesinden dolayı nâhoş oldu. Ancak onun himmet etmesiyle Nakşibendiyye yolunu ondan almakve iyi hâllere kavuşmak için kendisine ısrârlı bir şeklde talebde bulundu.Fekat akrabâları onun bu tarîkata dönmesini hoş karşılamadılar ve: Kendi yüksek babalarınızın yolunu bırakıp, başka bir yolu seçdiniz dediler. Oda onlara şöyle cevâb verdi: Allahü teâlâya Kâdirî yolu ile de, Çeştî yolu ile de kavuşulur. Aradığımı nerede bulursam onu almak için koşarım. Buyurdular ki: Bir kerresinde edebsiz bir kadın, fieyh Abdül Ehadhazretlerine münâsib olmayan şeyler söyledi. Sabretdiler. Gayreti ilâhiyyenin ondan intikâm için harekete geldiğini bildirdi. Orada bulunanlardanbirine, onun başına bir tokat vurmasını emr etdiler. O şahs bundan çekindi. Edebsizlik eden kadın ise düşüp öldü. Emri yerine getirmekden çekinen şahsa, o kadının kanı (ölmesinin vebâli) senin boynundadır. fiâyetsen bizim emrimize uysaydın, o edebsiz can vermezdi. Selâmetde kalırdı. Mazheri Cânı Cânân hazretleri bunu anlatdıkdan sonra: Meşâyıhınemrini duraklamadan, beklemeden yerine getirmelidir. Zîrâ onların emrinde hikmetler gizlidir. Buyurdular ki: fieyh Abdül Ehad hazretlerinin halîfelerinden fiâh Gülşen “rahmetullahi aleyhimâ” son derece zühd ve riyâzet sâhibiydi. Bu, hazi Cüneydin “rahmetullahi aleyh” dergâhındaki sâliklerin gıbta edeceği derecede idi, denebilir. Îşân (fiâh Gülşen) şöyle dedi: Bende yimek düşüncesi üç gün geçdikden sonra peydâ olurdu. Açlık şiddetlenince ağaçların yapraklarını, yâhud salatalık ve kavunkarpuz kabuklarından ne bulursa, onları temiz suiçinde yıkayıp yirdi. Otuz seneden beri omuzunda taşıdığı eski bir kilimivardı. Bir def’asında orucunu açmak için şiddetli sıcakda, havuz suyu istedi. Birisi şöyle arz etdi. Burada bir kuyu vardır. Suyu soğuk ve tatlıdır.Bunun üzerine: Biz bu kadar seneden beri bu mescidde kalıyoruz. Fekatburada bir kuyu bulunduğu aslâ hâtırıma gelmemişdir, buyurdu. Çoksusadıklarında havuz suyundan içerdi. Bir kerre bir şahs ona hediyye olarak bir kese altın gönderdi. Hemen kalkıp, hac bize farz oldu buyurdu. Çok kısa bir müddet sonra dön dü. Bir dilenci benden para istedi. Bir kese altını ona verdim. Haccın farziyyeti benden düşdü, buyurdu. Bir def’asında zekât vermek istedi. Çünki, her farzın edâsında Allahü teâlâya husûsî yakınlık hâsıl olmakdadır. Ne zemân zekât nisâbı malı olsa maksadın (kurbı has) hâsıl olması için, hem zekâtı hem de nisâba ulaşan malı, Allah için fakîre verirdi. Zîrâ altın nisâbı nedir ki, dervîşlerin hazînesi bâbullahdır, ya’nî Allahü teâlânın kapısıdır. Buyurdular ki: Medâriyye dervîşlerinden bir cemâ’at raks ediyorlarve gürültü koparıyorlardı. Gönül gözüyle gören bir zâtın kalbinden: Bubid’atcıların arasında kemâl ehlinden biri olacak diye geçdi. Onlardan biri yaklaşıp şu beyti okudu. Beyt: Cihânın hâksarlarına hakâretle bakma, Ne biliyorsun, belki bunlar arasında süvârî vardır. Buyurdular ki: Hiç kimseyi inkâr etmemeli. O zemân hakîkatınma’nâları zâhir olur. Buyurdular ki: Nevvâb Mükerrem Hân “rahmetullahi aleyh”, Muhammed Ma’sûm hazretlerinden “rahmetullahi aleyh” istifâde edip, bâtınî kemâlâta kavuşmuş idi. Bir gün Sultân Alemgîr Muhammed Evrengzîbona: Kaç yaşındasınız diye sordu. O da dört yaşındayım. Büyük pîre hizmetim kadar yaşım var. Gerisi, vebâli âhıretdir (Âhıretde benim için sıkıntı ve zahmetdir). Beyt: Benim vaktlerim yâr ile geçen vaktlerdir, Geri kalan fâidesiz ve gafletdir. Buyurdular ki: Nevvâb Muhammed Hânın yemek ziyâfetinde çok tekellüfler bulunurdu. isrâf derecesine ulaşırdı. Lâkin hazreti Seyyid “radıyallahü teâlâ anh” bütün bu ihtiyât ve takvâlarına rağmen, ba’zan onuntekellüfle verdiği yemeği yirler ve şöyle buyururlardı: Onların bu yemeğinin bereketiyle bâtın nûrum o kadar artıyor ki, sanki yemek yimemişim.Nevvâb Mükerrem Hân iki rek’at nemâz kılmış, hazreti Îşân MuhammedMa’sûma olan muhabbetinin çokluğundan ve her şeyine âid nisbet nûrlarının zuhûru sebebiyle kendisi nûr olmuşdu. Mesnevî: Bâkır muhabbetden altın oluyor, Acılar muhabbetden tatlı oluyor. Sirkeler muhabbetden mey oluyor, Diken muhabbetden gül oluyor. Buyurdular ki: Îşân kendi pîrine: Sizin muhabbetiniz Allahü teâlânın Resûlünün “sallallahü aleyhi ve sellem” muhabbetine gâlib gelmekdedir. Bu ise bende infi’âle (râhatsızlığa) sebeb oluyor, diye yazdı. Kendisine cevâb olarak: Pîrin muhabbeti Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallahü aleyhi ve sellem” muhabbetinin aynıdır. Pîrin bâtınında bulunankemâlâtı ilâhiyyeyi cezbe sebeb olur. Beyt: Akl gözü şaşı olunca, Önce ma’budun pîrindir. Buyurdular ki: Nevvâb Mükerrem Hânın vefâtı sırasında teberrükenhazreti Hâcei Ahrârın “kuddise sirruh” külâhı onun başına konuldu. Bunu firâset nûruyla anlayıp: (Onu alın! Yerine üstâdımın külâhını geçirin! Çünki, beni se’âdetlere kavuşduran odur) dedi. Buyurdular ki: Nakşibendiyyenin önceki büyüklerinin nisbetininnûrları ile nisbeti Ahmediyyenin nûrları arasında farklar vardır. Keyfiyyetlerde de farklılıklar vardır. Pîr, kendinden istifâde edenlere iltifâtda bulunur. Bu teveccüh, pîrin pîrlerinkinden az zâhir olur. Çünki burada bedenlerinin yakınlığı sebebiyle aralarında kuvvetli bir berâberlik meydânagelmekdedir. Buyurdular ki: Bir gün hazreti fieyh, hazreti Seyyidin ve NevvâbMükerrem Hânın “rahmetullahi aleyhimâ” mezârlarını ziyârete gitdi. ikisinin kabrleri aynı yerdedir. Her iki mezâra teveccühden sonra: Her iki büyüğün nisbeti aynı. Lâkin hazreti Seyyidin fark ve verâ nisbeti, nûrâniyyetde ve parlaklıkda bambaşkadır. Buyurdular ki: Hazreti fieyh Abdül Ehadden “rahmetullahi aleyh”iki kimse tarîkat aldı. Biri Kâdirî tarîkatı, diğeri Nakşibendiyye tarîkatı. Hazi fieyh Abdül Ehad “rahmetullahi aleyh” şöyle buyurdular: HazretiGavsül a’zamın mubârek rûhu teşrîf edip, kendi hânedânına (tarîkatına)mürîd olan (şahsın) misâlî sûretini, hazreti Hâce Nakşibend de teşrîf buyurup, o da kendi tarîkatına bağlanan şahsın misâlî sûretini berâberindegetirdi. “Rahmetullahi aleyhim.” Buyurdular ki: Allahü teâlâya tevessülde, tarîkat meşâyıhındanherbiri habli metîn (sağlam dayanak) olup, kurb, ya’nî ma’nevî yakınlıkmertebelerine kavuşdururlar. istifâde eden kimse, feyz elde ederse, büyük se’âdetdir. O büyüklerden biri olur. Bu büyüklerden her birinin kavuşduğu müjdeye ortak olur ve o azîzlerin inâyeti, yardımı kendisine yönelir. Buyurdular ki: Gavsüssakaleynin kendi tarîkai aliyyesine bağlananlara teveccüh etmesi çok ma’lûmdur. Gavsüssakaleynin bu tarîkata mensûb olanlardan bir kimseyle görüşünce, ona çok teveccüh etmekdedir. Aynı şeklde hazreti Hâce Nakşibend de kendi mensublarına inâyet, yardım ederler. Maglân sahrâda uyurken, atlarını ve yüklerini hazreti Hâcenin himâyesine havâle ederler, gaybdan yardımlara kavuşurlardı. Bu bâbda hikâyeler çokdur. Onları yazmak sözü uzatır. Buyurdular ki: Sultânülmeşâyıh Nizâmeddîn Evliyâ “rahmetullahi aleyh” mezârını ziyâret edenlere çok inâyet buyururlardı. Aynı şekldefieyh Celâl Pânipûtî de kendini ziyâret edenlere teveccüh ederlerdi. Hâce Kutbüddînin müşâhede etdiği şeylere dalıp, kendinden geçmesi çokdur. Hazreti Hâce fiemsüddînin mâsivâya hiç teveccühü yokdur. “Rahmetullahi aleyhim.” Bu satırları yazan fakîr derim ki: Pânipûtdan ayrıldığım gün, ayağımı gözüm gibi yapıp tam bir edeble hazreti fiemseddîn Türkün ziyâretine gitdim. Benim hâlime inâyet buyurdular. Mâsivâyı terk etmiş olmama rağmen, bana öyle bir inâyet buyurdular ki, kıymetli teveccühlerigönlümü o kadar hazlandırdı ki, Dehlîye kadar o inâyetlerinin te’sîrini kendimde hissetdim. Günlerce o hâllerle dolu oldum. Buyurdular ki: Bu büyüklerin nisbetinin arz ve kuvveti o derecededir ki, dil onu ifâde etmekden âcizdir. Hattâ bu azîzlerin ve önce gelen sofiyyeyi aliyyenin bâtınî nisbetleri karşısında, biz insanların bu yoldan nasîbimiz yokdur, denebilir. Birgün kendi talebeleriyle hazreti Hâce Nakşibendin mubârek rûhuna teveccüh etdiler. Sonra Sübhânallah! Ne kuvvetli nisbet, hazreti Hâceden cezbe zuhûr etdi. Niçin olmasın ki, bu hânedânın büyük hâcesi onlardır. Bu satırları yazan fakîr derim ki: Ben o esnâda hocamın huzûrunda idim. Hazreti Hâce tarafından öyle bir nisbet hâsıl oldu ki, sanki damarlarımız boşalıp, nûrlar ve keyfiyyetlerle doldu. Başımızı murâkabedenkaldırdığımızda, hazreti Hâcenin teveccühü kalmamış, ma’mûr gönüllerimiz sanki boş ve nûrsuz kalmışdı. Bâtınlarımızdaki bu nûrlar ve keyfiyyetler, hakîkat semâsının ortasındaki o güneşlerden gelen parıltıdır. “Radıyallahü teâlâ anhüm.” Buyurdular ki: Pânipûtde, imâmı Bedreddînin “rahmetullahi aleyh”mezârı başında murâkabe yapmışdık. O kadar teveccüh etmeme rağmen,nisbetden bir eser zâhir olmadı. Ancak uzun bir müddet sonra, onların nisbeti, bir ânda gâyet latîf bir şeklde zâhir oldu. Bundan Îşânın sülûkununsafiyyesi bilinen tarzda olmadığı anlaşıldı. Allah yolunda şehîdlik mertebesine kavuşdular. Bir kerrede, bir ânda kurb mertebelerine seçilmeyoluyla kavuşdular. Allah yolunda cânlarını fedâ eden şehîdlerin hâlleri deböyledir. inâyeti, ilâhî cezbeleri bir ânda onları kurb makâmına ulaşdırır. Buyurdular ki: Hadîs âlimi olan fiâh Veliyyullah Dehlevî “rahmetullahi aleyh” yeni bir yol bildirmişlerdir. Ma’rifet sırlarını ve kapalı bilgileritahkîkde husûsî bir tarzları vardır. Bâtını bu ilmlere ve kemâlâta sâhib olmakla berâber, Rabbânî âlimlerdendir. Zâhir ve bâtın ilmlerini kendindetoplayan ve yeni bilgiler ortaya koyan birkaç âlim vardır. Buyurdular ki: Hizmet evliyâsını biz biliyoruz ve onlarla buluşup, görüşmemiz oluyor. Lâkin onları açıklamamıza Allahü teâlâ râzı değildir. Ordunun kutbu ile Nâdîr fiâh görüşmüşdü. Bir iş için Lâhor kâdîsinin mührü lâzım olmuşdu. Ona bu durumu söyledim. Kısa bir müddet içindeorada kâğıdı kâdînin mührü ile mührletip getirdi. Biraz gecikmişdi. Gelince kâdînin meşgûliyyeti olduğu için gecikdim. Yoksa bir ânda gidip gelebilirdim, dedi. Bir kerresinde fakîr bir kimsenin kızının nikâhı için, bir mikdâr altınlâzım olmuşdu. Gece yarısı kaleye gitdi. Sultân Mahmûd fiâh her gecekimsesiz fakîrlere sarf etmek için içinde bin rupye bulunan bir keseyi başucunda tutardı. Hizmet Evliyâsından olan o zât, bu keseyi alırken pâdişâhın haberi oldu. Onu hırsız zannetdi. O zât pâdişâha: Benim vâsıtamla cânınızı kurtardınız. Ayrıca altın isterim dedi. Pâdişâh bu kadar kâfîdir,dedi. Buyurdular ki: Bu zât gizlice gelir halkaya otururdu. Onu kimse görmezdi. insanların kendisinden istifâde etmesi için sohbet ve safâ Evliyâsının herkes tarafından bilinmesi lâzımdır. Uzlet Evliyâsının ise, sırların ortaya çıkmaması için gizlenmesi zarûrîdir. Bir def’asında elinde ok ve yay bulunan iri yarı bir genç, hazreti Îşânın (Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin) huzûruna geldi. Hazreti Îşân onahurmetle kalkıp, “Sizsiniz” buyurdu. O bir müddet oturup gitdi. HazretiÎşân: Bu genc ebdâldandır. Senbehl beldesinin muhâfazası ona havâle edilmişdir. Kısa bir müddet için buraya bizi görmeye gelmiş buyurdu. Bir gün buyurdu ki: Dehlî beldesinin kutbu falanca mahâllede ikâmet eden Keşmîrli birisidir. Bu sırada Muhammed ihsân, bana onunadını ve nişânını söyleyiniz dedi. Esrâr meydâna çıksın mı istiyorsunuz buyurdu. Bir def’asında bir azîz asker kıyâfetinde hazreti Îşânın huzûrunageldi. Nereden geliyorsunuz buyurdu. fiu ânda Ecmîrden geliyorum. Talebelerinize, mensûblarınıza, sevenlerinize Necîb Hânın muhâfazası içinihlâs sûresinin vird edinmelerini emr etmenizi söylemekle emr olundum,dedi. Bunun üzerine hazreti Îşânın emriyle eshâbı, ihlâs sûresini vird edindiler. Necîb Hân, küffârın şerrinden mahfûz oldu. Hazreti Îşân çoğu zemân melâikei kirâmı, ervâhı tayyîbeyi, bâtın nûrlarını, baş gözüyle görürdü. Bir kerre, Îşânın huzûrlarında bulunuyordum. Bu esnâda huzûrunda bulunanlar için, bunlar kimlerdir, buraya gelmişler, dedi. Burada kimse yokdu diye arz etdim. Yalnız siz görmüyorsunuz buyurdular. Hakîkatşu ki herkes gaybî şeyleri keşf edemez. Ancak, gayb âlemlerini görmek,bu yolda şart değildir. Yapılacak iş, devâmlı Allahü teâlâya yönelmek veResûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmakdır. Buyurdular ki: Devâmlı Allahü teâlâya yönelmekden ve meşâyıhıkirâma “rahmetullahi aleyhim” muhabbetden başka, dahâ ümmîdlendirici bir amelimiz yokdur. Buyurdular ki: Her amelin bir keyfiyyeti vardır. Nemâz bütün keyfiyyetleri kendisinde toplamakdadır. Kur’ânı Kerîm okumak, tesbîhât, salevâtı şerîfe ve istigfâr gibi zikrlerin nûrlarını ihtivâ eder. Eğer nemâzınedebleri hakkıyle yerine getirilirse, birinci asrın (asrı se’âdetin) hâllerinebenzeyen en sağlam ve doğru hâller nemâzda hâsıl oluyor. Bu satırları yazan fakîr, Allahü teâlâ ona afvıyla mu’âmele buyursun,derim ki, nemâz mü’minin mi’râcı olunca, bâtın için nemâzda urûc (yükselme) hâsıl olur. Latîfeler yukarıdan gelen nûrlardan nasîbini alır. Bütünbu hâllerin hâsıl olması için, nemâzda ta’dîli erkâna ri’âyet, huşû’ ve hudû’ zarûrîdir. Buyurdular ki: Kur’ânı mecîdi okumak, bâtının safâsına ve kalbdeki kabz hâlinin gitmesine sebeb olur. Ayrıca harflerde terdîl ve sesi güzelleşdirmek gerekir. Kur’ânı kerîmi cehri mutavassıt, sesi biraz yükselterek okumak, zevkler hâsıl eder. Buyurdu ki: Ramezânı mubârekde bâtın nisbetinin terakkîleri çokolur. Orucda, gîbet ve yalandan sakınmak vâcibdir. Yoksa oruc açlıkdanöteye gitmez. Bu ayın rızâsı için ve orucu hakkıyla tutmak için gayret etmeli. Buyurdular ki: Büyüklerden biri Ramezânı şerîf ayını âbid bir kimse sûretinde gördü. Siz oruc tutanlardan râzı mısınız diye sordu. Oruc dedi ki: Orucun hakkını zâyi’ etmek sûretiyle beni üzdüler. Yalnız Huccetullah Nakşibend (Muhammed Ma’sûm hazretlerinin ikinci oğlu) “rahmetullahi aleyhimâ”, hastalık sebebiyle oruc tutamadı. Fekat buna rağmen çoküzüldü. Onun bu üzüntüsü diğer insanların orucundan dahâ hoş geldi. Buyurdular ki: Bu mubârek ayın nûrları ve bereketleri fia’bân ayının ilk günlerinden i’tibâren görülür. Sanki Ramezân ayının feyzli hilâli doğmuş gibi olur. O kadar belirir ki, parlak bir dolunay olur ve bu ayın nûrları cihânı aydınlatır. Ramezân ayının ilk gecesinden i’tibâren öyle anlaşılır ki, ilâhî feyzler güneşi bulut perdesinden çıkıp, parlar. Bu sebeble azîzler mûbarek Ramezân ayında her tarafdan gelip toplanırlar. fiaşılacak sohbetler olur. Terâvîhde Kur’ânı Kerîm dinlerken şaşılacak hâller meydâna gelir. Ba’zan terâvîhden sonra Eshâbıyla murâkabe yaparlar, güzel hâller hâsıl olurdu. Kadr gecesi olması muhtemel olan gecede, bu gece çokbereketler akar, çok tecellîler zâhir olur, buyururlardı. Böyle bir gecedeçok düâ ederlerdi. Bu hâllerin keyfiyyetleri yazı ile anlatılamaz. Buyurdular ki: Kadr gecesi, bedeliyyet tarzında, tek gecelerden birinde olur. Yirmiyedinci gecesi kat’î değildir. Ancak gecede çok düâ etmek, insanlar arasında bu geceyi ihyâda yapılagelen nemâz kılmak sebebiyle çok bereketlere kavuşulur. Ba’zan Kadr gecesi yirmiyedinci gecede olur. uyurdular ki: Bu günlerin cem’iyyet ve huzûru, bütün senenin zahîresi olur. Eğer bu ayda bir kusûr ve gevşeklik olursa, bunun izi bütünsene kalır. Bu durum tecrübe ile sâbitdir. Bu fakîr, hocamdan şöyle işitdim. Eğer bu ay cem’iyyet ve ta’âtle geçerse, diğer aylarda bu güzel hâlve cem’iyyet devâm eder. Bu ma’nâ hadîsi şerîfden istifâde edilerek söylenmişdir. Buyurdular ki: Hazreti fieyh “rahmetullahi aleyh” her sene Rameı şerîfin son on gününde i’tikâf yaparlardı. Tarîkat icâzetine erişenlere bu günlerde teberrük hırkasını verirlerdi. Bâtınî terakkîlere kavuşabilmeleri için, bugünlerde insanların, talebelerinin, bâtınî terakkîlerden nasîblenmeleri için, murâkabe halkasında mutlaka bulunmaları üzerindeönemle dururlardı. Ramezândan sonra buyururlardı ki, orucun bereketiyle, azîzlerin nisbetleri çok nûrlu ve pek parlak oldu. Âh! Keşke senenin temâmı Ramezân olsaydı. Gerçi her zemân tutulan orucda safâ hâsıl olur.“Onun mükâfatını ben veririm” va’dinin bereketlerinden hâli değildir.Lâkin diğer oruclar Ramezânı şerîf orucunun keyfiyyetlerine sâhib değildir. Bu satırları yazan fakîr (Abdüllahi Dehlevî hazretleri) derim ki: Hai şerîfde buyruldu ki: (Oruc benim içindir, onun sevâbını ben veririm) şeklindedir. Bu durumda orucun rü’yetde tam bir te’sîri vardır. “Nemutlu oruc tutanlara.”

ONBEŞiNCi BÖLÜM

Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin ba’zı kerâmetleri: Allahü teâlâ Mazheri Cânı Cânân hazretlerine lütf ve ihsânıyla makâmâtı ilâhiyye husûsunda sahîh keşf ihsân buyurmuşdur. Çünki onunkeşfle bildirdiği bilgiler hakîkate muvâfık idi. Buyurdular ki: Hazreti fieyh bana sizin bilgileriniz ve vicdâniyyâtınız, tam olarak sahîhdir. Kıl ucu kadar aykırılık ve muhâlefet yokdur, buyurdu. Bu sebeble hazreti Îşânın talebelerinin ve sevenlerinin keşf varsa, makâmlara olan seyrini açıkca görürlerdi. Hazreti Müceddidin “radıyallahü teâlâ anh” beyân buyurdukları gibi, her makâmda o makâma uygun hâlleri, bâtınlarında bulurlar. Buyurdular ki: Fakîrin keşf ve vicdânı dâimâ kendi hocalarınınkineuygun düşerdi. Yalnız bir kerre fakîrden bir yanılma meydâna geldi. fiöyle ki, hazreti fieyh bir büyük hakkında: Kemâlâta sizin sebebinizle ulaşılmış buyurdu. Bu fakîr de onun bu sözünün aksini arz etdim. Sizin görüşünüz hatâlıdır. Bizim ki doğrudur buyurdular. Lâkin birkaç gün sonrahâlime inâyet buyurup: Sizin görüşünüz doğru idi, ben hatâ etdim, buyurdular. Buyurdular ki: Fakîr, sâlike makâmları müjdelerken, çok düşünürüm.Yoksa o makâmın nûrları sâlikin bâtınında zâhir olur. Sonra (kalbime) ilhâm gelmesini beklerim. Müteâkiben (sâlikin) hâllerinde meydâna gelendeğişiklikleri sorarım. Eğer ilhâm bu işe uygun ise ve onun bâtınında yeni hâller ve keyfiyyetler ortaya çıkarsa, bundan sonra, sana o makâmlamünâsebet hâsıl olmuşdur diye, ona o makâmın müjdesini veririm. Böyle müjde vermem vukûf arzıyle ya’nî ben senin böyle bir makâmla münâsebetinin hâsıl olduğuna vâkıf oldum, şeklinde müjdelerim. Yoksa, bâtınnisbetinin önceki evliyânınki gibi hâsıl oldu şeklinde değil. O zemânonun bâtın nisbeti ile önceki evliyânın bâtın nisbetlerinin müsâvî olmasılâzım gelir ki, burada maksad bu değildir. Yine sâlike şöyle derim: fiâyetzikr ve murâkabeye devâm edersen, o makâmın fütûhâtından (o makâmda ele geçenlerden) fâidelenirsin. Tâlibler zevkler ve keyfiyyetlerle birlikde, Allahü teâlâya yönelmeyi, mürşidlerinin sohbetlerinden elde etmişlerdir. Halvete oturup, vaktlerini ibâdetlerle ma’mûr ederek ilâhî makâmlara terakkî etmişlerdir. Mebdei feyyâzda (Allahü teâlâda) buhl (cimrilik) yokdur. Kusûr sâliklerin himmetlerindedir. Bu satırları yazan fakîr derim ki: Önceki büyükler, mücâhede adımıyla makâmların ve sülûkun en ince noktasına kadar yürüyerek, vilâyetyoluna ulaşmışlardır. Senelerce meşakkatli riyâzetlerle sülûklarını temâmlamışlardır. Kuvvetli hâller ve Evliyâlık eserleri en güzel şekliyle onlarda görülmüşdür. Bu yolda mürşidin cezbesi (çekmesi) ve teveccühüile makâmlara icmâlen, ya’nî kısaca münâsebet hâsıl olur. Münâsebetinderecesine göre, makâmların nûrları ve bereketleri zuhûr eder. Fekat buyolda bulunanların, bir ömrü geçirdikleri zikr ve ibâdetlere yapışmakla hevâdan tasfiye, gayra yönelmeyi giderme, nefsî rezâilden tezkiye, keyfiyyetler ve hâllerle itmi’nân, hâllerinin semeresi olur. Harikul’âde hâller, mücâhedelere bağlıdır. Vilâyet yakınlığının şartı değildir. Buyurdular ki: Allahü teâlânın bu fakîr hakkında, şükrü ifâde edilemeyen yüce ni’metlerinin en büyüklerinden biri şudur: Allahü teâlâ bu zemânda fakîrin makâmâtı ilâhîyyeyi keşfinin hakîkate uygun olmasını, buzemânda tâlibleri irşâd eden bu hânedânın büyüklerinden bu yolun sülûkunu sonuna kadar yapmayı ihsân etdi. Hazreti Îşân firâset nûruyla bunu anlayıp: Eğer siz inanmıyorsanız rûhu zuhûr edip, bu hâdisenin doğruluğuna şâhidlikde bulunması için önceki din büyüklerinden birine arzediniz. Eğer Serveri âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” tasdîk buyurursa, tasdîk işi dahâ kolay olur. Hazreti Îşân Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek rûhuna Fâtiha okuyup, talebeleri ve sevenleri ileAllahü teâlâya yöneldi. Bu esnâda murâkabe yapanlarda gaybet hâlihâsıl oldu. Serveri kâinâtı “aleyhi efdalissalât” görünüp, “Mirzâ sâhibinmüjdelerinin hepsi doğrudur” diye inkârcıları inkârlarından men’ etdi. Hazreti fieyhden “rahmetullahi aleyh” yüksek makâmlara kavuşan fiâh Abdülhafîz “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki: Ben hazreti Îşândan istifâde etdim. Bana kuvvet hâsıl olması için size her makâmın teveccühlerini yeniden yapayım buyurdu ve vilâyeti kalbî için bir kaç kerre teveccühde bulundu. Fakîr bir gün bu makâmın murâkabesini bırakıp, diğer makâma yönelmiş olarak huzûrlarında oturdum. Beni bundan men’ edip, “Sana gönüle müteveccih ol” dedim. Sen niçin diğer makâma teveccüh ediyorsun buyurdular. O günden i’tibâren fakîr Mazheri Cânı Cânânın “rahmetullahi aleyh” keşfinin çok doğru olduğu husûsunda yakîn hâsıl oldu. Ahmed Hân Zübeyrin halîfesi fiâh Mu’ızüddîn, hocasının emriyle makâmlarla alâkalı noksanlıklarını gidermek için Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin huzûruna geldi. Hazreti Îşân ona teveccüh etdikden sonra, senin nisbetin öyle bir makâma ulaşmışdır ki, hocan sana şöyle bir müjdevermiş buyurdu. Onun hocasının keşfini ikrâr etdi. Mazheri Cânı Cânân hazretlerinden tarîkat makâmları alan Mîr Behâdır, ondan istifâde eder ve derdi ki: Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin huzûrunda teveccüh edilmesi gereken makâmı bırakıp, başka makâmda murâkabede bulundum. Hazreti Îşân beni men’ edip: Himmet teveccühünü dağıtma. işte bu makâma teveccüh et. Senin için aşağı makâmlar da münâsibdir. Lâkin himmet terakkî için olmalıdır, buyurdu. fieyh Muhammed ihsân, Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” hocası Hâfız Muhammedin mezârına doğru murâkabede bulundu. Ağzından gayrı ihtiyârî: Siz hazreti Mirzâ sâhibin müjdelerinin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz, sözü çıkdı. O zât mezârındançıkıp, hepsi doğrudur, buyurdu. Hazreti Îşânın keşflerinin doğruluğuile ilgili böyle şâhidler çokdur. Onun müjdelerinin doğruluğuna kuvvetli delîl, her makâmda sâlikinhâllerinin, tarîkatın imâmı Müceddidi elfi sânîye “radıyallahü anh” uygun olarak değişmesidir. Hazreti Îşânın talebeleri bu özellikle mümtâzdırlar ve bâtınlarında keyfiyyetler bulurlar. Hazreti Îşânın, keşfi kevnî, keşfi kulûb ve keşfi kubûrla alâkalıbildirdikleri de, aynı şeklde gerçeğe uygundur. Muhammed Kâsımın birâderi, Mazheri Cânı Cânânın huzûrundaşöyle arz etdi. Muhammed Kâsım Azmâbâdda habs edilmiş. Onun kurtulması için teveccüh buyurmanız lâzım. Biraz sükût edip, alıkonulmamış, arasında dellâllar ile kavga olmuş. Fekat hayrla geçmiş, yârın yâhudertesi gün geleceğine dâir mektûb göndermiş buyurdu ve aynen öyle oldu. Gulâm Mustafâ Hânın zevcesi gıyâben teveccüh için oturuyordu. Teveccüh sebebiyle, durumunu öğrenmek için, hergün bir şahsı huzûrı şerîfe gönderiyordu. Bir gün gönderdiği şahs iznsiz gelip, o hanım efendiyapdığı teveccüh sebebiyle feyz gelmesini beklemekdedir diye arz etdi.Hazreti Îşân biraz sükût etdi ve sonra, iznsiz gelip, yalan söyleme, o hanım efendi şu ânda uyumakdadır, buyurdu. O şahs kusûrunu i’tirâf etdi. Bu fakîr bir gün hazreti Îşânın huzûrunda bulunuyordum. fieyh Gulâm Hasene teveccühden sonra şöyle buyurdular. Sen gayrı müslîmlerin puta tapınırken yapdıkları yemekden yimişsin. Çünki senin bâtınındanküfr zulmeti geliyor. O şahs dedi ki, Hindû birinden bir şey yimişdim. Buzulmet ve bulanıklıklar ondan dolayıdır. [Se’âdeti Ebediyye: 623] Hazreti Îşân, Mevlevî Gulâm Muhyiddîne bir iş için izn verdiği sırada, önünüzde bir duvar gözüküyor. Umarım yoldan dönersiniz buyurdu. Mevlevî Gulâm birkaç ay sonra dönüp geldi. Yine Molla Nesîme izn verirken, bir dahâ buluşmamız, görüşmemiz,görünmüyor buyurdu ve öyle oldu. Buyurdular ki: Azîzânın kalblerine gelen düşünceler hangi konudaolduğunu, onlardan dahâ iyi bilirim. Fakîr, niçin bize bildirmiyorsunuz diye arz etdim. Bunun üzerine settârlık, gizleyicilik perdadârlığından uzaklaşılır, buyurdu. Bir gün Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin huzûrunda oturmuşdum.Edebe ri’âyet etmeyen yaşlı bir kimse gelip, Cânı Cânânın şöhretinin rahmânî olup olmadığını görmeye geldim, dedi. Hazreti Îşân o şahsın bu sözlerinden râhatsız oldu. Ben kendi kendime, dervîş olan böyle sözler içinkızar mı dedim. Bu düşüncemi anlayıp, öfkeyle böyle düşüncelerdenuzak dur, bizi inkâr mı ediyorsun, buyurdu. Mîr Alî Asgâr şöyle anlatmışdır: Henüz sakalım çıkmamışdı. Hazi Îşânın ayağını öpdüm. Bana iltifât edip, başımı iki eliyle kaldırdı. Busırada gönlümden, yüzüm tüysüz diye, elini yüzüme değdirdi diye geçdi. Bu kötü düşünceden dolayı gönlümde değişiklik meydâna geldi.Oniki sene sonra o düşüncemi açıkladılar. Ben bu açıklamasından sonra, iki şeye hayret etdim. Biri gönlümden geçen düşünceyi bilmesi, diğeri hâfızasının kuvveti. Hâfız Muhammed ihsân şöyle anlatmışdır: Mazheri Cânı Cânânhazretlerine, çocuğuma ism koymasını arz etdim. Gönlümden çocuğuma Muhammed Hasen ismini koyar ise iyi olur diye geçdi. Hâtırımdan budüşünce geçer geçmez, oğlunuzun isminin Muhammed Hasen olmasına karâr verdim, buyurdu. Gulâm Askerî Hân da şöyle anlatmışdır: Hazreti Îşân gönlümdengeçeni bilip, oğlumun adını Gulâm Kâdir koydu. Mazheri Cânı Cânân hazretleri “kaddesallahü sirrehül’azîz” bir günfâhişe bir kadının kabri yanında oturmuşdu. Kabre teveccüh eyledi.(Ya’nî hâtırına başka birşey getirmeyip; yalnız onu düşündü.) Bu mezârda Cehennem ateşi var. Kadın ateşin alevinden dolayı kıvranıyor. Kadının îmânlı olmasında şübhe ediyorum. Rûhuna hatmi tehlîl sevâbı bağışlayacağım. Îmânı varsa, afv olur buyurdu. Hatmi tehlîlin sevâbını bağışladıkdan sonra, elhamdülillah îmânı varmış, kelimei tayyîbe te’sîrinigösterip, azâbdan kurtuldu buyurdu. [Se’âdeti Ebediyye: 1018] Bu satırları yazan fakîr Abdüllahi Dehlevî derim ki: Hadîsi şerîfdeşöyle bildirilmişdir: (Bir kimse, kendisi için veyâ başkası için yetmiş binaded kelimei tevhîd okursa, günâhları afv olur.) Bir gün hazreti Îşân, Nüvvâb Emîr Hânın kabri başında murâkabede bulundular. Afv ve magfiretine sebeb, seyyidliği ve halkın onu kınaması ve aleyhinde konuşmasıdır. Resûli Ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek nesline mensûb olması şerefdir. Onu kınayanların, aleyhinde konuşanların amellerinin sevâbları, onun amel defterine yazıldı. Bu satırları yazan fakîr (Abdüllahi Dehlevî) derim ki: Birisi, hazretifieyh Muhyiddîn Ekberi rü’yâda gördü. Minberde va’z ediyordu. Evliyâ, Enbiyâ aleyhimüsselâm orada bulunuyordu. Enbiyâ aleyhimüsselâmın sizinmeclisinizde bulunması hayrete şâyân bir şeydir, dedi. Bu mertebeye sizazîzlerin ihsân ve ikrâmlarıyla kavuşdum. Sizin benim hakkımda yapdığınız gîbet ve kınamalarınız sebebiyle sevâb ve rahmeti ilâhî bana peşpeşe geliyor, buyurdu. Edebsiz biri, hazreti Îşânın keşflerini kabûllenemeyip, inkâr yoluyla, benim dostlarımdan birinin yatdığı şu kabrin hâli nasıldır, biliniz dedi.Bir mikdâr sükût etdikden sonra, yalan söyleme, bu kabr bir kadına âiddir buyurdu. O şahs, hazreti Îşânın keşfini denemek istemişdim, diyereközr diledi. Bir şahs, bu günlerde vefât eden yakınımın durumunun iyi olmadığı anlaşılıyor. Günâhlarının afvı için düâ buyurunuz, diye arz etdi.Hazreti Îşân o vefât eden kimsenin afvı için Allahü teâlâya yalvarıp, istigfâr etdikden sonra, himmet ve düâ buyurdu ve vefât eden o kimse afvve magfiret olundu. Vefât eden şahsı akrabâları rü’yâda gördüler. Hazi Îşânın düâsıyla beni afv etdiler, dedi. Mazheri Cânı Cânân hazretlerinin düâsı ve himmetiyle çok ihtiyâçsâhibi murâdına kavuşdu. Ölmek üzere olan hastalar şifâya kavuşdu. Buyurdular ki: Biz dervîşleriz, tedâviye gücümüz yetmez. Ancak yüksek hocalarımızı vesîle ederek hastalıkları gideririz. Allahü teâlânın yardımıyla hastalar şifâ bulur. Mîr Alî Asgârın annesi hastalanmışdı. Hazreti Îşân onun hastalıkdan kurtulması için teveccüh etdiler. Henüz şifâ vakti gelmedi diye ilhâmolundu. Birkaç gün sonra evine teşrîf etdiler. Hasta uzak mesâfedeydi.ilhâmı gaybî ile hastanın şifâ bulma vakti geldi buyurdular. Gıyâben, onunşifâ bulmasına himmet etdi ve hasta o ânda şifâya kavuşdu. Pîr Alî çok hastalanmışdı. Hiçbir ilâç ona fâide vermiyordu. Hazreti Îşân hastalığının gitmesi için teveccüh etdiler ve sıhhate kavuşdu. Hazreti Îşânın komşusu şiddetli hastalanmışdı ve ölmek üzereidi. Hazreti Îşân, yâ ilâhî! Onun vefâtına tahammül edemem. Ona şifâ ihsân eyle diye düâ etdi. Düâsı kabûl olunup, hasta iki üç gün içinde sıhhatine kavuşdu. Hasta sâhibleri onun iyileşmesine hayret etdiler. Çünkiölüleri diriltmek, hazreti Îsâ aleyhisselâmın mu’cizesidir. Bu satırları yazan fakîr Abdüllahi Dehlevî derim ki, bedeninde birhastalıkdan dolayı ölmek üzere olan bir kimsenin, hazreti Îşânın teveccühleriyle şifâ bulmasına niçin şaşılsın. Onun teveccühleriyle rûhânîhastalıkların şifâsı hâsıl olmakdadır. Ölü kalbler, o hazretin inâyetleriyleebedî diriliğe kavuşdular. Mâsivâdan kurtulup, fenâ ve bekâ derecelerini elde etdiler. fieyh diriltir ve öldürür sözü, hazreti Îşânın hâli idi. Süni nebeviyyeyi “sallallahü aleyhi ve sellem” ihyâ eder, bid’âtları kaldırırdı. Nefsin kötülüklerini yok ederdi. Kalblere iyilikleri yerleşdirirdi. Allahü teâlâ onu en iyi mükâfatla mükâfatlandırsın. Gulâm Mustafâ Hânın eceli gelmişdi. Dermânsızlıkdan başı göğsüne düşdü. Aklı başından gitdi. Hazreti Îşân onun bu hâlden kurtulmasıiçin düâ ve himmet etdi. Gücü, hisleri ve aklı yerine geldi. Konuşmaya başladı. Hazreti Îşândan tarîkat alan Askerî Hânın vâlidesi bir gün, murâkabeden sonra, huzûruna gelip, eteğine yapışdı. Kızımın çocuğu olacağı müjdesini vermedikçe, eteğinizi bırakmam dedi. Hazreti Îşân biraz sükût etdikden sonra, gönlünüzü hoş tutunuz, râhat olunuz. Allahü teâlâ kızınıza çocuk ihsân edecek. Allahü teâlâ inâyetiyle, buyurduğu gibi oldu.O çocuk gençliğinin ilk zemânlarında, Çeştîyye tarîkatına girmek istedi.Hazreti Nakşibend “radıyallahü teâlâ anh” o gence rü’yâsında: Ey genç!Benim evimden nereye gidiyorsun buyurdu ve onun hâline teveccüh buyurdu. Gencin kalbi zikr etmeye başladı. Hâllere kavuşdu. Hazreti ÎşânMazheri Cânı Cânâna “kuddise sirruh” gelip, Nakşibendiyye yoluna girdi. Bir gün buyurdular ki: Bir kerre azıksız ve bineksiz yola çıkmışdım.Her konakladığım yerde, Allahü teâlâ tanımadığım kimseler vâsıtasıyla ihtiyâçlarımı gideriyordu. Yolda ansızın şiddetli yağmur yağmağa başladı.Hava soğukdu. Arkadaşlarım eziyyet çekdiler. “Yâ Rabbî! Yağmuru etrafımıza yağdır. Arkadaşlarım ile ıslanmadan, gideceğimiz yere varalım”, diye düâ etdim. Düâmız kabûl olundu. Hazreti Îşânın gadâbı ve gayreti, Kahhâr olan Allahü teâlânın kahrının bir nümûnesi idi. Buyurdular ki: Önceleri benden tarîkat alan kimseleri, herkesinarasından benden bahs etmeyiniz diye, ismimi açıklamakdan men’ etmişdim. Bir gün hâfız Sa’dullah “rahmetullahi aleyh” Muhammed Refî’a; siz tarîkatı kimden aldınız diye sordu. Büyüklerimden aldım diyerek, o hazretin yüzüne fakîrin ismini tutuyordu. Bu söz gayretime dokundu. Son derece râhatsız oldum. Hazreti Ebû Bekri Sıddîka “radıyallahü anh” kadar tarîkat meşâyıhı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ondan yüz çevirdiler. O şahs iki üç gün içinde öldü. Bunun gibi hazreti Îşâna karşıedebsizlik yapan birkaç kişi de küstâhlıklarının cezâsını çekdiler. Buyurdular ki: Fakîrin mîzâcı nâzik ve son derece gadâblıdır. Bu durum irşâd için uygun değildir. Gadâb okumu köreltmesi için, senelerce Allahü teâlâya yalvardım. Fekat gadâb gerekdiği şeklde gitmedi. Gadâblandığım kimseye gadâbım zarar veriyor. Onun bâtın nisbetini yok ediyor. Buyurdular ki: Yalnız kızmakla, kızılan kimsenin nisbeti, kayan yıldızgibi kendi makâmından inmekdedir. Azıcık rızâmızla ise, gönlümüzün hoşnûd olduğu kimsenin nisbeti ise, sıcak hava gibi yukarı yükselmekdedir. Hazreti Îşânın keşf ve kerâmetlerine âid nakller çokdur. Burada ikiüç naklle yetinildi. Çünki kerâmetin esâsı Resûlullaha “sallallahü aleyhive sellem” doğru tâbi’ olmakdır. Tâlibleri Allahü teâlâya yakınlık mertebelerine ulaşdırmak ve böyle büyük kerâmetlerin hazreti Îşândan meydâna gelmesi güneşden dahâ açıkdır “radıyallahü teâlâ anhüm”. Her ne kadar da’vete icâbet sünnet ise de, bu zemânda niyyetlerbozuk olduğundan ve şartlar mevcûd olmadığından, da’vete icâbet etmemek evlâdır. Zîrâ zemânın insanları büyük bir meşgûliyyet içindeki geçim darlığından dolayı, ma’zûrdur ve güçsüzdürler. Böyle kimseler nasılziyâfet verebilirler. Tekellüfle, sıkıntıya düşerek, borç alıp ziyâfet veriyorlar. Bu şekldeki ziyâfetin meşru’ olmadığı ma’lûmdur. Fakîr dahâ çok buşekldeki ziyâfetlerin zararlarını tecribe ve firâset nûru ile anladım ve bunu terk etdim. Çünki, (Mü’min bir delikden iki kerre sokulmaz) sahîhhadîsdir. Fakîrin yalvarma ile yapılan da’vetleri kabûl husûsunda, şartları vardır. Birincisi: Da’vet eden kimsenin eşrâfdan ve asîl bir kimse olması. ikincisi: Mallarına harâm mal karışma şübhesi olan zenginlerleberâber olmaması. Üçüncüsü: Da’vet eden kimsenin biraz iyi hâl ve takvâ sâhibi olması. Dördüncüsü: Harâmı halâlden ayırabilmesi. Beşincisi: Da’vete yakın zemân içinde gasb ve soygun işlerinin yapılmamış olması. Altıncısı: Da’vet, ihlâsla ve hâlis bir niyyetle olması. Fakîr, da’vet sâhibinin bizi memnûn edeceğini kalben bilirsem, buda’veti kabûl ederim. Zîrâ Hak sübhânehü ve teâlâ, bize öyle bir firâsetvermişdir ki, onun nûruyla bize gizli incelikler açık olur. Bu akîdenin aksi makbûl değildir. Fakîr insanların, şâki mi sa’îd mi olduğunu alınlarından bilirim. Hâlleri gizli olmakla berâber, ebdâli ebdâl olmayandan ayırdederim. Fakîr, dostlarımdan, talebelerimden ümmîdsiz değilim. iki şey müstesnâ: Biri, onların zenginlerle berâber olmaları. Ancak düzgün niyyetleve nisbeti muhâfaza etmek şartıyla, lüzûmu kadar zenginlerle görüşmekde mahzûr yokdur. ikincisi, pîrân hakkında i’tikâdlarının bozuk olması. Dünyâ, Allahü teâlânın sevmediğidir. Dünyâ yaratılalıdan beri Allahüteâlâ dünyâya rahmet nazarı ile bakmamışdır. fiâyet baksaydı, kâfirler sivri sinek kanadı kadar dünyâlığa kavuşmazdı. Belki temâmı îmân edenlerin hissesine düşerdi. Elhamdülillah ki, zemânımızın zenginlerinin bizdervîşlerle irtibâtı yok. Yoksa onların ne hâli kalır, ne de boş vakti. Nitekim Hâce Muhammed Hâşimi Keşmî, hazreti Müceddidin“radıyallahü teâlâ anh” makâmları husûsunda şöyle buyuruyor: Bir günbu fakîr, Hâce Bâkîbillahın halîfelerinden Hâce Hüsâmeddîn Ahmedin huzûrunda bulunuyordum. Orada bulunanlardan biri, ümerânın dervîşlerleirtibâtları yok. Bu tâifeye hurmet etmiyorlar. Hâlbuki dahâ önceki ümerâ hürmet ederdi diye şikâyetde bulundu. Bunun üzerine hazreti Hâceşöyle buyurdu: Ey birâder! Böyle olmasını Allahü teâlânın hikmetlerindenbil. Zîrâ önceki dervîşler, dünyâdan ve dünyâ ehlinden o kadar sakınırlardı ki, zenginler onlara irtibât yolunu açsalar da, zenginlerin sohbetinden dahâ fazla sakınırlardı. Hâlbuki, bu zemânın dervîşleri ekseriyyetleşöyledir: Ümerâ ve zenginler ile berâberlik ve muhabbet yolunu açınca,ister istemez onların fakr ve inzivâsında tam bir gevşeklik gösterir. O hâlde, Allahü teâlâ keremiyle bu dervîşleri koruyor. Resûlullahın “sallallahüaleyhi ve sellem” mubârek ayağını basdığı yere, hazreti Sıddîkı Ekber“radıyallahü anh” başını koymuşdur. Hazreti Sıddîkı Ekberin “radıyallahü teâlâ anh” ayağını koyduğu yere, hazreti Müceddid “radıyallahü teâlâ anh” başını koymuşdur. Hazreti Müceddidin “radıyallahü anh” basdığı yere, fakîr başımı koymuşumdur. Ya’nî fakîr, aslâ bu yolda tasarrufyapmadım. iki şey müstesnâ: Birisi, teveccüh sırasında bir çeşid bedenhareketi. ikincisi: Nefes sayısınca teveccüh etmek. Bu da ba’zı tarîkat büyüklerinden alınmış olup, hareket esnâsında teveccühün, teveccüh olunan kalbe te’sîri kuvvetle ve sür’atle ulaşır. Nefes sayısında yârâna teveccüh ederken müsâvâta ri’âyet olunur. Yine bu amelden tâliblerin isti’dâtlarının farklı olduğu anlaşılmakdadır. Fakîrin, izhâr etdiğim zevklerim vemevâcidim, kemâl da’vâsında olduğuma ve nefsimi tezkiyeye haml olunmamalıdır. Belki tahdîsi ni’met bir emr olup, onunla me’mûrum. Âyetikerîmede meâlen (Rabbinin ni’metlerini an) (Duhâ sûresi: 11) buyuruldu. Sôfî kendine gelen ilâhî ni’metlerden birini gizlerse, o ni’metin hakkını zâyi’ etmiş olur. Meselâ, uzun boylu olan bir kimse kendini tanıtırkenkısa boylu olduğunu söyliyemez. Eğer kısa boyluyum derse yalan söylemiş olur.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*