share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Kuşeyri Risalesi

0 yorum
Kuşeyri Risalesi

Velayet

36. Velayet* Hakk Taâlâ:
«Dikkat edin, Allah´ın evliyası için ne korku vardır, ne de hüzün»» (Yunus, 10/62) buyurulmuştur.

* Velayet bahsini krş: Keşfu´l-mahcûb, s. 265.
Mümin bir kulum ibadetleri icra ederek de bana yaklaşır, o kadar çok yaklaşır ki, nihayet Ben de onu severim, faili olduğum hususların hiç birinde mümin bir kulumun ruhunu almak için tereddüt ettiğim kadar tereddüt etmedim. Çünkü o ölümü istememekte, Ben ise onu üzmek istememekteyim, oysa ortada yapılması şart olan bir iş bulunmaktadır. (127). Buharı, Rekâik, 38; İbn Mâce, Fiten, 36.

Velînin iki mânası vardır, Velî «feil» vezninde ve ism-i mefûl mânasındadır. Velî, işlerini görmeyi Hakk Taâlâ´nın uhdesine aldığı kimsedir. Allah Taâlâ. «Salih insanların işlerini o deruhte etmiştir». (A´raf, 7/19.6) buyurmuştur. Allah velisini bir lâhza bile nefsi ile başbaşa bırakmaz, tersine velisinin işlerini görmeyi ve gözetmeyi bizzat üzerine alır.
Veli «feîl» vezninde ism-i failin mübalağa sığasıdır. Veli Allah´a ibadet ve taat işini uhdesine alan kimsedir. Velinin ibadeti, araya bir isyan hali girmeksizin fasılasız devam eder.
Bir kimsenin veli olması için her iki mânadaki velilik vasfına haiz olması icabeder. Velinin, en son haddine varıncaya kadar ve en mükemmel şekilde Allah Taâlâ´nın hukukuna riayet etmesi, Allah Taâlâ´nın ise gerek emniyette ve gerekse sıkıntıda velisini devamlı olarak muhafaza etmesi lâzım gelir.
(Hata ve günahtan) korunmak veli için şarttır. Nitekim Peygamberlerin de masum olmaları şarttır.
Şu halde, aleyhinde şeriatın itiraz ve şehadette bulunduğu bir kimse (veli değil şeytan ve nefis tarafından) aldatılmış ve kandırılmış kimsedir. (Hıfz, Allah´ın velisini hata ve günahta devam veya ısrar etmekten muhafaza etmesi, günah işleyince de tevbe nasip etmesidir. Enbiya için ismet ne ise, evliya için de hıfz odur. Enbiya masum, evliya mahfuzdur).

Vilâyet-Velayet? : Dostluk. İki nevidir: Vilâyet-i amme, bu mânada her mümin v müslim velîdir. Vilâyeti hassa: Bu mânada sadece Allah tarafından sevilen, korunan ve yardım gören âbid, zâhid, sâlih. muttaki, âşık ve arif insanlar velidir. Manevî bir tesir gücüne (tasarruf, keramet) sahip olan bunlardır.

Meşayihten birinin yanında birinden evliya diye bahsedilmişti. O kul nezdinde bile kendisine emniyet edilmiyen bir kişidir. Hakk´ın esrarı konusunda nasıl emin bir kişi olabilir, dedi».
Sûfiler, velinin veli olduğunu bilmesi caiz midir, değil midir? konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bu caiz değildir. Çünkü veli, kendine küçük nazarla bakar, kendisinden bir keramet zuhur etse bunun bir mekr (oyun) olmasından endişe eder, daimi ve ebedi olarak korku hissi içinde yaşar. Zira içinde bulunduğu hâlden daha aşağıya düşmekten endişe eder. Akıbetinin, içinde bulunduğu halin hilâfına olacağından korkar. Bunlara göre vefâ-i meal (hüsn-ı hatime) veliliğin şartıdır. (Kime hüsn-i hatime nasip olacağını kimse bilmez, onun için veli, veli olduğunu bilmez).
Bu konuda şeyhlerden birçok menkıbeler nakledilir: Sûfîler taifesinden sayılmayacak kadar çok şeyhlerin teşkil ettiği bir cemaatın kanaati budur. Bu şeyhlerin bu konuda söylediklerini nakletmekle meşgul olsak, az ve öz anlatma esasından ayrılmış olurduk. Kendileri ile görüştüğümüz hocalardan İmam Ebu Bekir b. Furek (r.a.) de bu kanaatta idi.
Diğer bazılarına göre velinin veli olduğunu bilmesi caizdir. İçinde bulunulan zamanda veliliğin tahakkuk etmesi için vefâ-i meal ve hüsn-i hatime şart değildir. Bu husus şart bile olsa, Allah Taâlâ´nın velisine keramet yolu ile ve özel olarak «Âkibetin emindir» diye bildirmiş olması mümkündür. Çünkü evliyanın kerametine inanmak farzdır. Her ne kadar veli akıbetinin ne olacağı korkusu içinde bulunuyorsa da, içinde bulunduğu zamanda sahip olduğu heybet, tazım ve iclâl hâli daha tam ve daha şiddetli (tesirli) dir. Tazim ve heybet hissinin az bir parçası kalbi, korku hissinin çoğundan daha iyi şekilde huzur ve sükûna kavuşturur.
Resülüllah (s.a.): «Ashabımdan on kişi Cennetliktir», (128) Buharî, 62. kitab, 5. bab; Müslim, 44. kitab, 28. hadis. bk. Mlftahu ku-nûzi´s-attnneh, s. 124 (Mısır, 1971).
buyurmuştur. Onun için bu on kişinin Resûlülah (s.a.) ı tasdik ettikleri ve akıbetlerinin selâmet olacağını bildikleri hususunda şüphe yoktur. Bu durum onlar için bir kusur da olmamıştır.

işlerinde kerametler zuhur eden bir velinin bunlar ile diğer hâlleri ayırdedememesi imkânsızdır. O halde veli kendisinden böyle bir şeyin zuhur ettiğini gördü mü, o hal içinde hak üzere olduğunu bilir. Sonra, hatime anına kadar bu halin kendisinde kalacağı hususu Hakk tarafından ona bildirilmiş olması mümkündür. Bu bildirme (tarif) velinin (ayrı) bir kerameti olur. Evliyanın kerametlerine inanma sahih bir inançtır.
Sûfîlere ait olmak üzere nakledilen birçok menkıbeler bu görüşün doğru olduğunu gösterir. Nitekim Allah izin verirse bunlardan bir kısmını «Keramet» bahsinde anlatacağız.
Kendileri ile görüştüğümüz şeyhlerden üstad Ebu Ali Dakkak (ra.) ın görüşü böyle idi.
Naklederler ki: İbrahim b. Edhem adamın birine: «Allah dostu bir veli olmayı arzu eder misin?», diye sordu. Adam: Evet! deyince; İbrahim, «O halde dünya ve âhiretle ilgili hiç bir şeye rağbet etme, kendini sadece Allah Taâlâ´ya vakfet, sana teveccüh etmesi ve nimetine garketmesi için sen yüzünü ona tevcih et», demişti.

Naklederler ki: İbrahim b. Edhem adamın birine: «Allah dostu bir veli olmayı arzu eder misin?», diye sordu. Adam: Evet! deyince; İbrahim, «O halde dünya ve âhiretle ilgili hiç bir şeye rağbet etme, kendini sadece Allah Taâlâ´ya vakfet, sana teveccüh etmesi ve nimetine garketmesi için sen yüzünü ona tevcih et», demişti.
Yahya b. Muaz evliyanın sıfatını anlatırken, «Bunlar öyle kullardır ki, sıkı bir riyazetten sonra Allah Taâlâ ile üns elbisesini giymişler, mücâhededen sonra velilik makamına vâsıl olmak suretiyle rahata kavuşmuşlardır», demiştir.
Bayezid Bistâmi der ki: «Allah Taâlâ´nın velileri Allah´ın gelinleridir (Arâis). Bu gelinleri, onlara mahrem olanlardan başkası göremez. Bu gelinler Allah nezdinde üns perdesi arkasında örtülmüş bir halde bulunurlar. Gerek dünya, gerekse âhirette hiç bir kimse bunları görmez». (Velilerimden her biri özel kubbelerimin altındadır, başkalarının bunları bilmeleri ve görmeleri gayretime dokunur).
Salih bir zat olan Ebu Bekir Saydalanî´nin şunu anlattığını işitmiştim: «Birçok defa Ebu Bekir Tamıstîni´nin Hire´deki mezarının taşını düzeltmiş, üzerine ismini yazmıştım. Fakat her defasında bu taş sökülüyor ve çalınıyordu, diğer mezar taşlarında bu hâl görülmemişti. Onun için bu hadiseye şaşıyordum. Bir gün bu hususu üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) a açtım ve sebebini sordum. Şöyle dedi: Bu şeyh dünyada iken gizli kalmayı tercih etmişti. Sen ise düzeltmeye uğraştığın taşlarla mezarını meşhur etmek istiyorsun. Hakk Teala onun yine gizli kalmasını murad etmiştir.
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi (r.a.) nin Nasrabâzi´den şunu naklettiğini işitmiştim: «Evliya için (ekseriya Allah´tan lisan ile dileme ve) talep yoktur, onlar solma ve sönme halinde bulunurlar» (kaderine razı olur, hacetlerini kâl dili ile değil, hâl dili ile tezellül içinde bârigâh-i izzete arzederler) demiştir.
Sülemi, Nasrabâzî´nin-. (Keramet bahsinde) «Evliyanın nihayeti, enbiyanın bidayetidir», dediğini nakletmiştir. (Taş ve ağaçların peygamberimize selâm vermeleri nübüvvetin başlangıcında vaki olmuştu. Veliler için bu haller nihayette hâsıl olur).
Sehl b. Abdullah, «Veli devamlı surette kendisinden Allah´ın irâdesine muvafık fiiller sâdır olan zattır», der.
Yahya b. Muaz, «Veli riyakârlık ve münafıklık yapmaz, huyu böyle olan ne kadar az dost var» (veli çok az bulunur) demiştir.
Ebu Ali Cürcâni şöyle der: «Veli kendi halinden fâni olan, Hakk´ın müşahedesinde baki olan, işleri Allah Taâlâ tarafından görüldüğü ve idare edildiği için daimi surette üzerine tevelli (dostluk ve sevgi) nurları gelen, kendinden haber vermeyen (ilhamla konuşan) ve Allah´tan başkası ile beraber olmaya katlanamayan kimsedir».
Bayezid şöyle der: «Birbirine zıt olmakla beraber evliyanın haz ve nasiplerinin kaynağı (Allah´ın) şu dört ismidir. Sûfiler taifesinden her bir zümre bu isimlerden biri ile kâimdir. Bunlar, Evvel, Âhir, Zahir ve Bâtın isimleridir».
Veli, bu isimlerle ilgili muameleleri ikmâl ettikten sonra bunlardan fâni olursa, o zaman tam mânasiyle kâmil bir veli olur. Allah Taâlâ´nın zahir isminden haz alan bir veli ilâhi kudretin acaip yönlerini mülâhaza eder. Bâtın isminden haz alan bir veli sırlar aleminde tecelli eden nurları mülâhaza eder. Allah´ın Evvel isminden haz alan bir veli mazi ile meşgul olur. Allah´ın Âhir isminden nasip alan bir veli istikbalde karşılaşacağı hususlarla mukayyet olur. Bunlardan her birine takat getireceği kadar keşif (kalp gözü açılması) ihsan edilir. Ancak Hakk Sübhanehu ve Taâlâ´nın lütfü ile idaresini deruhte ettiği ve işlerini bizzat üzerine aldığı kimseler bu mertebeye ulaşabilirler.
Onların zahirinde olağanüstü hâl bulunmaz. Hakikat sahibi olan veliler de böyledir. «Onları uyanık zannedersin, halbuki onlar uyumuşlardır». (Kehf, 18/ 18) âyetinde ifade edildiği üzere bunlar mahlukata ait vasıflardan mahvolmuşlardır. ?*
Yahya b. Muaz, «Veli, Allah Taâlâ´nın arz üzerindeki kokusu (reyhan) dır. Sıddik olan kullar bu kokuyu koklar, koku kalplerine vâsıl olur, bu sayede Mevlâlarına iştiyak duyarlar, huyları değişik (seciyeleri muhtelif) olduğu halde yine bu sayede Râblarına ibadet etmeleri ziyadeleşir». (Evliyayı görmek, insanın ibadet ve taatının artmasına sebep olur), demiştir.
Vâsıti´ye, veli veliliğinde nasıl beslenir, nasıl terbiye görür? diye sorulmuş. O da: «Allah velisini başlangıç halinde ibadeti ile, olgunluğunda lütufları ile örterek (setr ile) terbiye eder. Sonra onu kendisi için takdir edilen ilâhî vasıf ve sıfatlara nakleder, daha sonra vakitlerini Allah için geçirmenin zevkini tattırır», demiştir.
Velinin alâmeti üçtür: Meşguliyeti Allah iledir, firarı Allah´adır, dert ve düşüncesi Allah´tır, denilmiştir.
Harraz der ki: «Allah Taâlâ kullarından birini kendine dost ve veli kılmak istediği zaman üzerine zikir kapısını açar, zikirden zevk aldı mı kurb (yakınlık) kapısını açar, sonra onu bu sayede üns meclislerine yükseltir, sonra tevhid kürsüsüne oturtur. Daha sonra aradaki perdeleri kaldırarak ferdâniyet evine sokar. Celâl ve azametini temaşa ettirir, velinin gözü Celâl ve azamet üzerine düşünce benliğini kaybeder, (bila hüve, Allah ile baki kalır). O zaman kul kötürüm ve fâni hale gelir, hareketsiz kalır, Hakk Taâlâ´nın hıfzına intikal eder, nefsine ait davalardan uzaklaşır».
Ebu Türab Nahşebi, «Bir kalp Allah´tan yüz çevirme hâli ile ülfet etti mi, Hakk Taâlâ´nın evliyasını tenkit musibetine tutulur», demiştir.
Derler ki: Korkusuz olmak velinin sıfatındandır. Çünkü korku istikbalde başa gelecek hoş olmayan bir durumu gözetlemek veya ilerde elden kaçırılacak hoş bir şeyi beklemek, demektir. Veli ise ibni vaktdır. Onun istikbali yoktur ki, bir şeyden korksun, velide korku olmadığı gibi, ümit (recâ) de yoktur. Çünkü recâ, ya hasıl olacak hoş bir şeyi veya defedilecek hoş olmayan bir şeyi beklemektir.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*