share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Kuşeyri Risalesi

0 yorum
Kuşeyri Risalesi

Sohbet

42.Sohbet

Ebu Bekir Sıddîk´in Hz. Peygamber´in arkadaşı olduğu bu âyetle sabittir. Hakk Sübahnehu ve Taâlâ Hz. Peygamber´in arkadaşı hakkında müşfik olduğunu beyan etmek için arkadaşına: «Mahzun olma, Allah bizimledir, diyordu» buyurmuştur (146).

O halde mert ve asil olan bir kimse, arkadaşlık yaptığı kimselere şefkatle muamele eder.

Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu: «Dost ve ahbaplarıma acaba ne zaman kavuşacağım?» Ashap sordu: Ya Resûlallah, anamız ve babamız sana feda olsun, biz dostlarınız değil miyiz? Resûlüllah (s.a.) buyurdu: «Sizler ashabımsınız, ahbaplarım ise beni görmeden bana inananlardır, ben onları pek çok özlüyorum».

Sohbet üç kısımdır. Üst (mafevk) olanlarla arkadaşlık. Aslında bu sohbet değil, hizmettir. Ast (mâdün) olanlarla arkadaşlık. Bunda metbû olanın tâbi olana şefkat ve merhametle; tâbi olanın da metbû olana hürmet ve itaatle muamele etmesi icap eder. (Büyükten sevgi, küçükten saygı). Emsal ve akran olanların yekdiğeri ile arkadaşlık etmeleri. Bu nevi arkadaşlık isâr ve fütüvvet (diğergam-lık) esası üzerine kurulur. (Yaş bakımından değil) rütbe bakımından kendinden üstün olanla sohbet eden kimsenin edebi şudur: Üst olan zata itiraz etmeyi terketmek, ondan zuhur eden şeyleri güzel bir şekilde değerlendirmek, hallerini inanç ve tasdik ile karşılamaktır.

* Sohbet bahsini krş: Lama, s. 176; Keşfu´l-mahcûb, s. 432, 439; Kûtu´1-ku-

lûb, II, 442; İhya, II, 154.

146. Sohbet, arkadaşlık, musahiplik, dostluk, ahbaplık,, yoldaşlık ve müritlik mânasına gelir.

Burada sohbetten maksat sırf Allah için kurulan dostluk ve dava arkadaşlığı (es-Sohbetu fillah, el-Uhuvvetu lillâh) dır. Bazı sohbetler İlaç gibi (şeyh ile olan sohbet gibi), bazıları gıda gibi (din kardeşi ile olan sohbet) bazıları mikrop gibidir (fasık ve facirlerle olan sohbet), bazıları zehir gibidir, (küffar, mülhid, zındıklarla olan sohbet). Bu eserde «sohbet etti» veya «sâhib» seklinde geçen tâbirler ekseriya müritlik mânasına gelir. Bu bahis; mürit, sâlik ve talip olanların şeyh, âlim ve sâlih kişilerle olan münasebeti hakkında olup, büyük-küçük, hoca-talebe, şeyh-mürit münasebeti bahiskonusu edilmektedir.

Arkadaşın bir kusur işlediğinde uyarmazsan, onun arkadaşlığına ihanet etmiş olursun. Bunun için Ebu Hayr Tınânî, Cafer b. Muhammed b. Nusayr´a şöyle yazmıştı: «Fakirlerin (ve dervişlerin) cahil kalmalarının vebali size aittir. Çünkü siz kendinizi tedip ve terbiye ile meşgul oldunuz, onlar da böyle cahil kalmış oldular».

Kendi derecende olanlarla arkadaşlık yapmanın yolu, arkadaşlarının ayıplarını görmemezlikten gelmek (teâmî), onlardan zuhur eden şeyleri mümkün olduğu kadar güzel bir şekilde te´vil etmek, te´vil edemediğin zaman da (arkadaşını değil) kendini itham etmek ve sürekli olarak kınamaktır.

Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) ın şöyle dediğini işitmiştim: «Ahmed b. Ebu´l-Havâri, şeyhi Ebu Süleyman Daranî´ye: Falan zatın gönlümde hiç^ mevki ve değeri yok; adamdan hoşlanmıyorum, dedi. Ebu Süleyman dedi ki: Bu zattan benim kalbim de hoşlanmıyor. Fakat, ey Ahmed, bu belki de bizdendir. (Nefislerimizin vesvesesi ve desisesidir). Salih insanlardan değiliz de onun için onları sevmiyoruz», (Lâkin sevmeye çalışmalıyız).

Derler ki: Adamın biri İbrahim b. Edhem´e arkadaş olmuştu. Ondan ayrılacağı zaman: Şayet bir ayıp ve kusur gördüysen beni uyar, dedi. İbrahim b. Edhem: «Sende ne bir ayıp, ne de bir kusur gördüm. Çünkü sana sevgi gözü ile baktım. Onun için sende gördüğüm her şey hoşuma gitti, ayıplarını başkasından öğren, dedi…»

Şu şiir bu makamda okunur:

«Sevgi ve rızâ gözü hiç bir kusuru göremez, fakat kin ve nefret gözü bütün kirli çamaşırları ortaya serer».

İbrahim b. Şeybân´ın şöyle dediği hikâye edilir: «Biz ´nalinim´ diyenlerle arkadaşlık etmezdik». (Çünkü ayakkabım, ekmeğim, param v.s. gibi sözler mülkiyet, istihkak ve ihtihsas iddiasıdır. Halbuki sûfî hiç bir şeyi kendisine izafe etmez, her şeyi müşterektir).

Ebu Hâtem Sûfi´nin Ebu Nasr Serrac´dan şunu naklettiğini işitmiştim: «Cüneyd´in üstadlarından olan Ebu Ahmed Kelanisi diyor ki: Basra´da bir taife ile arkadaşlık etmiş ve ikramlarına mazhar olmuştum. Bunlardan birine bir kere: Kuşağım nerede?, dedim. Bunun üzerine hepsinin gözünden düştüm». (Sûfiler eşyanın kendilerine mahsus olduğunu imâ eden ifadeler kullanmazlardı. Elbise, derler elbisem demezlerdi.

diğerinin ve bu taifeye mahabbeti olanların mallarını yerlerdi, malı olmayanlar, zaruret miktarı, fakat teklifsiz olarak malı olanlardan faydalanırdı). Bu faydalanma konusunda verâ´ ve takva sahibi olmayanlar katıksız haram yemiş olurlar».

Üstad Ebu Ali Dakkak´ın şöyle dediğini işittim: «Adamın biri Sehl b. Abdullah´a: Ey Sehl, seninle dost olmak istiyorum, dedi. Sehl: Olur, ama ikimizden birimiz ölürsek geriye kalan kimle arkadaş olacak? diye sordu. Adam: Allah ile, dedi. Sehl: O halde şimdi Allah ile dost olsana! (Biraz uluvvi himmet sahibi ol!) dedi».

Adamın biri, bir adamla arkadaşlık yaptı, sonra iki arkadaştan biri öbüründen ayrılmak kararı aldı ve arkadaşından izin istedi. Arkadaşı, bizden daha üstün olan kimselerle arkadaşlık yapman şartı ile, hatta bizden üstün olanlarla da arkadaş olmaman şartiyle ayrılabilirsin, çünkü önce bizimle arkadaşlık yapmış bulunuyorsun, dedi. (Zira bizden aşağı olan biri ile arkadaş olursan onu beğenmezsin, bizden üstün birisi ile arkadaş olursan bu eski dostluğa vefa esasına uymaz, bizim için iyi düşünmezsin). Adam diyor ki: Bu söz üzerine kalbimden ayrılma isteği gitti.

Kettâni diyor ki: «Adamın biri bana arkadaş oldu, fakat arkadaşlığı bana ağır geliyor ve sıkıntı veriyordu. (Bunun sebebini de bilemiyordum). Kalbimdeki ağır bulma hali yok olsun diye ´Hediyeleşiniz, yakınlaşırsınız´, hadisine uyarak adama hediye verdim, fakat bu his zail olmadı. Adamı aldım, evime götürdüm ve ayağını yanağıma bas ki, kalbimdeki duygular yok olsun, dedim. Adam: Olmaz, yapamam, dediyse de ben ısrar ettim. Nihayet isteğimi yaptı. Allah kalbimdeki duyguyu yok edip kaldırana kadar adamın ayağını yanağımdan kaldırmamasını temin etmeye azmetmiştim. Nihayet kalbimdeki (nefret) hissi zail oldu. Adama: Artık ayağını kaldırabilirsin dedim». (Nefs-i levvâme, kendini bu şekilde yeren ^e kınayan nefstir).

İbrahim b. Edhem hasat işinde çalışır, bağ bekçiliği yapar ve fan gibi işlerden kazandığı parayı arkadaşlarına harcardı. Derler ki: İbrahim b. Edhem arkadaşlarından bir toplulukla bulunurken kendi eliyle onlar istirahatte iken ekmek yaptı. Arkadaşları uyanınca İbrahim´in yanağını ve yüzünü toprağa koyarak ateşe üflerken gördüler ve: Bu ne böyle? diye sordular. «Galiba, iftar yapacak bir şey bulamadınız da ondan uyudunuz, dedim. Onun için uyanacağınız zamana kadar ekmeği yetiştirmek istemiştim», dedi. Arkadaşları birbirinin yüzüne bakarak: «Bakın biz ona ne yaptık, o bize nasıl muamele etti», dediler.

Derler ki: İbrahim b. Edhem´e biri arkadaş olmak istese, ona üç şart koşardı: «Ben hizmet edeceğim, ezanı ben okuyacağım, arkadaşların ellerine geçen ve Allah tarafından ihsan edilen dünyalık üzerinde onların tasarruf etmeleri gibi tasarrufta bulunacağım». Bir gün dostlarından biri: Benim buna gücüm yetmez, dedi. İbrahim: «Samimi itirafın çok hoşuma gitti», diye mukabele etti. (O bu hareketiyle çevresindekileri denerdi).

Yusuf b. Hüseyn, Zunnûn´a kimlerle arkadaşlık yapayım? diye sorduğunda: «O kimselerle ki, Allah Taâlâ´nın sende mevcut olduğunu bildiği şeyi, kendilerinden gizlemeye ihtiyaç duymayasın», şeklinde cevap aldı.

Sehl b. Abdullah bir adama dedi ki: «Eğer yırtıcı hayvanlardan korkanlardan isen, bana arkadaş olma», (sadece Allah´tan kork, cesur ol).

Bişr b. Haris Hafi, «Şerli insanlarla arkadaşlık yapmak hayırlı insanlara kötü zanda bulunmaya sebep olur», demiştir. (Hayırlı insanlarla arkadaş olmak ise şerli kimseler hakkında hüsnüzan sahibi olma neticesini doğurur. Şunu da bilesin ki, Allah âhirette niye kullarıma sûizanda bulundun? diye sormayacaktır).

Cüneyd´den hikâye edilir ki: Ebu Hafs Bağdat´a geldiği zaman vanında hiç bir şey konuşmayan dazlak bir adam vardı. Cüneyd diyor ki: «Ebu Hafs´ın arkadaşlarına bu adamın halini sordum, şöyle dediler: Bu adam (konuşma müsaadesi almak için) Ebu Hafs ve arkadaşlarına bin dirhem harcadı, sonra bin dirhem daha borç alarak onlara Ebu Hafsın müridlerinden biri ona itaatta tüm gücünü harcadı. Fakat yine de Ebu Hafs, bir harf söylemek için dahi ona ruhsat vermedi-. (Onu susma cezası ile cezalandırdı).

kimse tarafından yetiştirilmiyen ve kendi kendine biten ağaçlar yaprak açar, lâkin meyva vermez (yani maksat hasıl olmaz). Tıpkı bunun gibi kendisinden edep ve terbiye öğrenilen bir üstada sahip olmayan bir müritten de hayır gelmez».

Üstad Ebu Ali der ki: «Ben bu tasavvuf yolunu Nasrabâzi´den, Nasrabâzî Şibli´den, Şibli Cüneyd´den, Cüneyd Seri´den, Seri Maruf Kerhî´den, Maruf Kerhî Davud Tâi´den almıştır. Davud Tâî ise tabiinden olan birçok zevatla görüşmüştür».

Üstad Ebu Ali der ki: «Şeyhim Nasrabâzî´nin meclisine varmadan ve huzuruna çıkmadan önce behemehal guslederdim». (Ruh temizliği kadar beden temizliğine de riayet ederdim).

Üstad Kuşeyri der ki: Aynı şekilde ben de sülûkümün başında üstad Ebu Ali´nin huzuruna mutlaka oruçlu ve gusletmiş olarak çıkardım. Defalarca medresenin kapısına kadar vardığım halde kalbimde duyduğum heybetten dolayı içeriye girmeden geri dönerdim, cesaret edip medreseye girdiğim zaman da medresenin orta yerine ulaştığım vakit uyuşukluğa benzeyen bir hal arız olurdu bana. O kadar ki, iğne batırılsa belki de hissetmiyecektim. Sonra arzedecek bir müşkilim için huzurunda oturduğum zaman meseleyi lisanımla ifade etmek ihtiyacını duymazdım. Ben oturur oturmaz, o sormak istediğim meseleyi izah etmeye başlardı. Bu hâlin kendisinden zuhur ettiğini defalarca gözümle görmüştüm. Nice defalar: «Allah benim zamanımda halka bir peygamber gönderseydi, acaba bu zat için (r.a.) kalbimde duyduğum haşmet ve heybetten daha fazlasını, ona duymak benim için mümkün olur mu idi?» diye kendi kendime düşünürdüm. Bunun mümkün olabileceğini tasavvur dahi edemezdim. Uzun müddet meclisinde bulunmuş ve sonra onun vuslatına da ermiş olduğum halde bir kere bile olsa ona itiraz etmek ne kalbime gelmiştir, ne de aklımdan geçmiştir. O, dünyadan ayrılana kadar bu hal böyle devam etmişti.

Muhammed b. Nadr Hârisî´den: Hakk Taâlâ ve Takaddes Hazretleri Hz. Musa´ya şöyle vahyetti: «Uyanık ol, kendine dost ara,

Yüce Allah kendisine aşık olanları Allah ile sohbet etme mertebesine vasıl eylesin».

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*