share
share this article on digg Linkedin Üzerinde Paylaş Google+ Üzerinde Paylaş Facebook Üzerinde Paylaş
this

Kuşeyri Risalesi

0 yorum
Kuşeyri Risalesi

Sabır

20. Sabır
İzzet ve Celâl sahibi Allah: «Sabret, senin sabrın sadece Allah iledir» (Nahl, 16/127) buyurmuştur:
Resûlüllah (s.a.): «Sabır, (hadisenin) sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda gösterilen tahammüldür», buyurmuştur (63).
Resûlüllah (s.a.): «Sabır ilk vuruşta (ve sadmede) olur», buyurmuştur (64).
Kulun irâdesi dahilinde olmayan şeylere gösterdiği sabır, kulun kendisi ile ilgili Allah´ın meşakkatli (hastalık, zarar v.s. gibi) hükümlerine ve bunlardan doğan” sıkıntılara göğüs gererek sabretmesidir.
Cüneyd demiştir ki: «Mümin için dünyadan âhirete gidiş hem kolaydır, hem basittir. Halkı terkederek Allah´ın katında bulunmak (yani emir ve nehiylerine riayet etmek) ise çok güçtür. Nefisten Allah Taâlâ´ya doğru gitmek daha çetin ve zor bir iştir. Fakat bundan daha zor olan Allah (ve onun emirleri) ile birlikte bulunurken gösterilen sabırdır».
Cüneyd´e, sabır nedir? diye sorulunca, «Yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmedir», demiştir.
Ali b. Ebu Tâlib (r.a.), «Vücuda göre baş ne ise, imana göre sabır da odur», demiştir.

Ebu´l-Kasım b. Hakim, «Sabır hakkındaki bir âyeti tefsir ederken ´sabret´ sözü ibadeti emretmekte (sabr lillah, Allah için sabır), sabrın ancak Allah iledir´ (Nahl, 16/127) ibaresi ubudiyeti emretmektedir
(sabr bi´llah, Allah ile sabır). Bir kimse ´senin için´ derecesinden ´senin ile´ mertebesine yükselirse, o kimse ibadet (tapma) derecesinden ubudiyet (kulluk yapma) mertebesine intikal etmiş olur», demiştir.
(Sabır billah, sabır-lillah´tan üstündür. Çünkü birincisi ilâhî irâde ile, ikincisi beşerî irâde ile hasıl olur). Onun için Resûlüllah (s.a.): «Seninle yaşar, seninle ölürüm ya Rab!» buyurmuştur (65).
Ahmed b. Ebu´l-Havarî diyor ki: «Ebu Süleyman´a sabırdan sordum, dedi ki: Vallahi (yeme, içme gibi) sevdiğimiz şeylere sabredemiyoruz, sevmediğimiz (belâ, musibet gibi şeylere Allah´ın yardımı olmasa) nasıl sabredebiliriz».
Zunnûn, «Sabır (Allah´ın emirlerine) muhalif olan davranışlardan uzaklaşmak, musibetin elemlerini yudum yudum içerken sükûneti muhafaza etmek ve maişet alanını fakirlik istilâ ettiği zaman zengin görünmektir», der.
İbn Atâ, «Sabır, musibetler içinde iken en güzel şekilde edebe riayet edebilmendir der
Sabır, afiyetle geçim yapıldığı ölçüde güzel bir şekilde musibetle geçinmektir, denilmiştir.
Ebu Osman şöyle der: «İbadete verilecek olan mükâfatın en güzeli sabra verilen mükâfat olacak ve onun üstünde bir mükâfat bulunmayacaktır. Zira Aziz ve Celil olan Allah: ´Sabredenleri, amellerinin en güzeline verdiğimiz ecir ile mükâfatlandıracağız´ (Nahl, 16/96) buyurmuştur».
Amr b. Osman demiş ki: «Sabır, Allah Taâlâ ve Takaddes Hazretleri ile sebat etmek O´nun emirlerini yerine getirirken sebatlı olmak), O´ndan gelen musibetleri sükûnet içinde ve gönül hoşluğu ile karşılamaktır».
Havvas, «Sabır, Kitap ve sünnetin ahkâmı karşısında gösterilen sebattır», demiştir.
Yahya b. Muaz, «Âşıkların sabrı zâhidlerin sabrından daha çetindir. Ah ah, acaba âşıklar (hicrana) nasıl sabrediyorlar!» der.
Bu mânada şu şiir okunur:
«Sabır her yerde ve her zaman güzel bir şeydir. Ancak sana karşı (ve hicranın için) gösterilen sabır böyle değildir, bu sabır hiç methedilmez».
Rüveym, «Sabır, şikâyeti ve sızlanmayı terketmektir», demiştir.
Zunnûn, «Sabır Allah Taâlâ´dan yardım istemektir», der.
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) in, «Sabır ismi gibidir» (Sabır, ilâç olarak kullanılan tadı acı bir ağacın adıdır), dediğini işitmiştim.
Şu şiiri bana Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemî okudu, ona Ebu Bekir Razî, ona da îbn Atâ okumuş. İbn Atâ nefsi için şu beyti okurmuş:
«Ya Rab! Razı olasın diye sabredeceğim ve hasret duyguları içinde mahvolacağım, sabrım beni mahvetse de seni razı etmen bana kâfidir».
Ebu Abdullah b. Hafif der ki: «Sabredenler üç nevidir: Mutad sabır (sabretmek için sıkıntı çeken), sabır (normal olarak sabreden), sabbâr (ve sabûr) çok fazla sabreden (sabrı tabiat haline getiren)».
Hz. Ali, «Sabr, sürçme bilmiyen bir binektir», demiştir.
Ebu Muhammed Cerîri demiş: «Sabır, kalp sükûn içinde bulunduğu halde nimetle mihnet arasında fark görmemektir. Tasabbur, (sıkıntı çekerek sabretmek), içinde mihnet yükünün ağırlığını hissetmekle beraber sakin bir şekilde musibetlerle birlikte bulunmaktır». . –
Sûfilerden biri şu şiiri okurmuş:
«Ya Rab, aşkına sabrettim, fakat gösterdiğim sabırdan Sana ait aşkın bile haberi olmadı. Bende olan Sana ait aşkı, sabır mahalli olan gönülden bile gizledim. Kalbim aşkımı gizlice göz yaşıma şikâyet eder de farkına varmadan göz yaşlarım akar ve sırrımı ifşa eder, diye endişelendim».
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a. )ın şöyle dediğini işitmiştim: «Sabırlılar dünya ve âhiret izzetine konarak necata erdiler. Çünkü onlar Allah´tan ´O´nunla olma´ şerefine nail olmuşlardır. Allah Taâlâ bunun için: ´Şüphe yok ki, Allah sabırlılarla beraberdir 52/4), buyurmuştur».
Allah Taâlâ´nın: «Ey iman edenler sabredin, musâbere edin, murâbata edin» (Âlu Imran, 3/100) âyetinin tefsirinde, tahammülün en yüksek şekli murâbetedir, onun aşağısında musâbere, onun aşağısında da sabır hâli vardır; denilmiştir. Ve yine denilmiştir ki: Nefsinde Allah Taâlâ´nın ibadet ve taatına sabredin, Allah yolunda uğradığınız musibetlere kalplerinizle musâbere edin, Allah´a karşı duyduğunuz şevke sırrınızla murâbata edin ve yine denilmiştir ki: Allah´da sabredin, Allah ile musâbere edin, Allah´la beraber murâbata edin.

Allah için sabır meşakkattir, Allah ile sabır (sabr bi´llah) O´ndan bir yardımdır (bekadır). Allah´da sabır, belâdır, Allah ile sabır (sabr maa´llah) vefadır, Allah´dan (uzak kalmada) sabır cefâdır.
Bu makamda okunan şiir:
«Her şeyde sabır güzel bir şey iken senden (uzak kalmadaki) sabır kötü bir şeydir».
Şu şiir de bu makamda okunur:
«Sol koluma nazaran sağ kolum haline gelen bir kimseden (uzak kalmaya) nasıl sabredebilirim. Adamlar her şeyle oynarken görüyorum ki, aşk adamlarla oynamakta…» (Erkek her şeyi oynatır ama aşk da onu oynatır).
Derler ki: Arayış halinde sabır zafer işareti, sıkıntı zamanında sabır kurtuluş işaretidir.
Mansur b. Halef Mağribî (r.a.) nin şunu anlattığını işitmiştim: «Adamın birini kırbaçlamak için soydular, dövüldükten sonra hapse götürülen adam tanıdıklarından birini yanına çağırdı, avuç açtırdı, eline tükürdü, tükrükle birlikte adamın ağzından gümüş kırıkları döküldü. Adama bunun sebebi sorulunca dedi ki: Ağzımda iki dirhem vardı. Kırbaçlanırken içinde bulunduğum odanın kenarındaki bir delikten biri beni gözetliyordu. O beni gördüğü için ağzımı açıp bağırmak istemedim. Sabrettim, dirhemleri ağzımda dişlerimle sıkıştırdım, böylece dirhemler ağzımda parçalandı». (Allah´ın kendisini görmekte olduğuna inanan bir kimsenin ne kadar sabırlı ve tahammüllü olması icabettiğini buna kıyas etmeli).
Derler ki: İçinde bulunduğun hâl senin için kaledir, Allah Taâlâ´dan başkaları senin düşmanındır. (Bunlara ilgi gösterme) şu halde kaleye benziyen hâlini güzelce murâbata eyle, yani sabırla müdafaa et.
Derler ki: Musâbara, sabır üstüne sabırdır. Böylece sabır sabra gark olur da sabır sabırdan âciz kalır. (Kul Mevlâsına hizmet için olanca gücünü harcayarak sabreder, fakat yine de sabrı Rabbına lâyık görmez). Nitekim şâir demiştir ki:
«Sabır o kadar sabır gösterdi ki, sabır sabırdan imdat istedi ve âşık: Ey sabır sabret, diye feryad etti». (Sabrın da sabrı vardır).
Bir gün Şibli kapının önünde bazı adamlar gördü. siz kimsiniz diye sordu. seni çok seven kimseleriz dediler. bunun üzerine Şiblî onları taşlamaya başladı. onlar Kaçtılar, şibli şöyle diyordu: «Yalancılar! Gerçekten bana dost olsaydınız, musibetime sabrederdiniz».
Eski kitapların birinde, Hakk Taâlâ buyurmuştur ki; sabırlı bir kimse benim için tahammül ettiği sürece kontrolüm altındadır, denilmiştir. Allah Taâlâ bir âyette: «Rabbının hükmüne sabret, şüphesiz ki sen bizim gözetimimiz altındasın». Tûr, 52/48) buyurmuştur.
Sûfilerden biri diyor ki: Mekke´de bulunuyordum, Kabe´yi tavaf eden bir fakir (derviş) gördüm. Cebinden yazılı bir kâğıt çıkardı. Kâğıda baktı ve oradan savuşup gitti, ertesi gün olunca yine böyle yaptı. Fakiri günlerce gözetledim, hep bu şekilde hareket ettiğini gördüm. Günlerden bir gün fakir Kabe´yi tavaf etmiş, kâğıda bakmış ve oradan biraz uzaklaşır uzaklaşmaz yere düşerek ruhunu teslim etmişti. Kâğıdı cebinden çıkarıp baktım, bir de ne göreyim, üzerinde: «Rabbının hükmüne sabret, şüphesiz ki sen bizim gözetimimiz altındasın» âyeti yazılı.
Derler ki: İhtiyar birini ayakkabısı ile döven bir genç görülmüş ve utanmıyor musun ki, böyle bir ihtiyarın yüzüne gözüne vuruyorsun? denilmiş. Genç: Bunun suçu büyüktür, demiş. Neymiş suçu? diye sorulunca, şöyle cevap vermişti: Bu ihtiyar bana âşık olduğunu söylüyor, halbuki üç günden beri beni görmüş değil! (Gerçekten beni seviyorsa, üç gün benden ayrı kalmaya nasıl sabretti- seven, sevgilisinden ayrı kalmaya sabredebilir mi?)
Sûfilerden biri anlatıyor: Hind ülkesine gitmiştim, Ferd-i ayn «Falan Sabur» (çok sabırlı) diye isim alan tek gözlü bir adam gördüm. Halini sordum. Bana dediler ki: Delikanlılığının ilk yıllarında bu adamın bir dostu sefere çıkmış, bu adam da onu yolcu edip veda etmek için çıkmıştı. Gözünün biri firak yaşlarını akıtırken, öbürü ağlamamıştı. Yaş akıtmayan gözüne: Dostumun ayrılığından neden ağlamıyorsun? Sana dünyayı seyretmeyi haram kılıyorum, demiş ve gözünü kapamıştı. Altmış seneden beridir ki gözünü açmış değildir.
«Sabrın güzel şekli ile sabret» (Maaric, 79/5) âyetinde geçen sabr-ı cemil, musibet sahibi olan kimsenin kavmi içinde far kedilmez bir halde (şikâyet etmeden ve sızlanmadan) bulunmasıdır, denilmiştir.
Rivayet edilen bir hadise göre Resûlüllah (s.a.) dan, iman nedir? diye sorulmuş. O da, «Sabır ve samahat» (cömertlik), diye cevap vermişti.
Resûlüllah (s.a.) a: îman nedir? diye sorulunca, «Sabır ve cömertlik», (cömertçe ibadet etmektir) demiştir (67).
Serî´ye, sabrın ne olduğu sorulmuş, o da sabır konusunu anlatmaya başlamış, derken bir akreb ayağında dolaşmaya başlamış ve iğnesini sokmak için defalarca vuruş yapmış, Serî ise kıpırdamadan sakin sakin konuşmasına devam etmişti. Neden akrebi fırlatıp atmıyorsun? diyenlere, Seri şu cevabı vermişti: «Sabır konusunda konuşurken sabretmemek hususunda Allah Taâlâ´dan haya ederim».
Bir hadiste: «Sabreden fukara kıyamet günü Allah Taâlâ´nın yanında oturan dostlarıdır», buyurulmuştur (68).
Allah Taâlâ peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: «Kuluma musibet verdim, bana dua etti, duasını kabul etmeyi geciktirdim, bana şikâyette bulundu. Ey kulum, dedim: Seni rahmetime mazhar etmek için vasıta olan (musibeti izale ederek) sana nasıl merhamet edebilirim?» (Musibete sabır insanın Allah indindeki derecesini yükselttiği için bir rahmet sayılır).
İbn Uyeyne, «Sabrettikleri için biz onları emrimizle halkı hidayete erdiren rehberler kıldık´ (Enbiya, 21/13) âyetinin izahında-, işin başı olan sabır ile amel ettikleri için biz onları başkan yaptık», demiştir.
Üstad Ebu Ali Dakkak´ın şunu söylediğini işittim: «Sabrın tarifi ve gayesi takdire itiraz etmemektir. Şikâyet yollu olmaksızın başa gelen musibetleri açıklamak sabra zıt düşmez. Allah Taâlâ Eyyub kıssasında: ´Biz onu sabırlı bulduk, o ne güzel bir kuldur. Şüphe yok ki o Allah´a dönücüdür´ (Sad, 38/44), buyurmuş, halbuki Eyyub´un ´Başıma musibet geldi´ (Enbiya, 21/83) dediğini haber vermiştir».
Dakkak´ın şunu söylediğini de işitmiştim: «Bu ümmetin zayıfları (ruhsatla amel ederek sıkışık kalmasınlar ve) nefes alsınlar diye Allah Taâlâ, Eyyub (a.s.) un: ´Başıma musibet geldi´, dediğini nakletmiş (ve böyle şeyler söylemeyi haram kılmamış) tır».
Üstad Ebu Ali Dakkak (r.a.) ın şunu söylediğini işittim-. «Sabrın hakikati, belâya hangi şekilde girildiyse, o biçimde belâdan çıkmaktır». (Belâya alışıldığı zaman hangi nisbette sabır gösteriliyorsa, musibet ilk geldiği zaman da o ölçüde sabır göstermek icabeder).
Tıpkı Eyyub (a.s.) gibi. Çünkü o sözünün sonunda: «Başıma musibet geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin» demiş, böylece: Sen merhamet edenlerin en çok merhamet edenisin, diye duasını ve dileğini imalı olarak arzetmiş, (Allah´tan musibetin izalesini değil, musibete sabretme gücünü talebetmiş) ve: «Bana merhamet et», sözünü açıkça söylememek suretiyle niyazında edebe riayet etmişti.
Sabrın iki nevi olduğunu bilmek icabeder: Âbidlerin sabrı, âşıkların sabrı. Âbidlerin sabrının en güzel şekli, (sabrın şikâyetten ve sabır halinin zail olmasından) mahfuz olmasıdır, âşıkların en güzel sabır şekli (ızdırabın artıp Hakk´a vuslatın çabuklaşması için sabrın) terkedilmiş olmasıdır (Âbidde sabır şarttır, âşıkın vuslattan sonra sabra ihtiyacı yoktur).
Şu şiir bu mânaya gelir:
«Âşık, sevgilimden ayrıldığım gün sabrederim, demiş ve buna azmetmişti, ama bunun yalancı bir zan ve vehim olduğu anlaşılmıştır» .
Bu mânada üstad Ebu Ali (r.a.) nin şöyle dediğini işitmiştim: «Yakub (a.s.) nefsinden sabırlı olacağı hususunda kendi kendine karar vermiş, ve: ´Güzel sabır´ yani artık benim işim güzel sabra kalmıştır, diyerek sabahlamış, fakat daha sonra: Ah… Ah… Yusuf, demeden akşam edememişti».

* Sabır bahsini krş: Luma, s. 49; Ta´arruf, s. 94; Kûtu´l-kulûb, I, 324; ihya, IV, 80.
63. Buharî, Cenalz, 32; Müslim, Cenaiz, 8.
64. Aynı kaynaklar, aynı yerler.
65. Buharî, Tevhld, 13; Müslim, Zikr, 59; Ebu Davud, Edeb, 101; İbn Mâce, Dua, 14.
66. Sabr-fillah: Kötü huyları iyi vasıflar haline getirmek ve taatta bulunmak. Sabr-lillah: Yukardaki hususları beşerî irâde ve kudretle değil, ilâhî irâde ve kuvvetle gerçekleştirme telâkkisinde olmak. Sabr-maallah: Allah´tan gelen varidata ve feyze tahammül. Sabr-anillah: Allah´a yaklaştıktan sonra kulun ondan uzaklaşmasına sabretmesidir.
67. îbn Hanbel, V, 319.
68. Ibn Arrak, Tenzih, Ii; 286.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*