İmam Âzam’ın Hayatı

1- Doğumu ve Yetişmesi:

Üzerinde değişik görüşler belirtilmiş olmakla beraber tarihçile­rin çoğunluğunun ittifak ettiği nokta şudur: İmam Âzam Hazretleri Kûfe’de doğup büyümüş ve hayatının çoğunu bu şehirde geçirmiş­tir.

Yine tarihçilerin çoğunluğunun birleştiğine göre, İmam Âzam, hicrî (80) senesinde dünyaya gelmiş olup (150) senesinde 70 yaşın­da olduğu halde Bağdat’da dünyaya gözlerini kapamıştır. Halen kabr-i şerifleri burada bulunmakta ve üzerinde akıl almaz zinetlerle süslenmiş bir türbe yaptırılmış bulunmaktadır. Buna göre İmam Âzam hayatının son zamanlarını Bağdat’ta geçirmiş olduğu anlaşılmaktadır.

II- Nesebi:

İmam Âzam’ın nesebi hakkında da değişik görüşler ileri sü­rülmüştür. Fakat bunlar arasında en sağlam olanı şöyledir. Nûman b. Sabit b. Zûta b. Mâh. İmam Âzam’ın babası Sabit, olup dedesi Zûta islâm ordularının İran, Horasan ve Irak’ı fethettikleri sırada esir düşmüş ve Teym kabilesine mensup Teymullah b. Sâlebe’nin kölesi olmuştu. Fakat sonradan azad edilerek hürriyetine kavuşmuş olan Zûta, ikamet etmekte olduğu Kabil (Babil)’den Kûfe’ye hicret etmiştir. İmam Âzam’ın torunu Hammad’dan nakledildiğine göre İmam Âzam’ın babası Sabit müslüman olarak dünyaya gelmiş ve Hz. Ali kerremellahu vecheh ile müşerref olmuş bir zattı. Hz. Ali’nin Sâbit’e ve zürriyetine hayır ve bereket duasinda bulunduğu rivayet edilmektedir.

 

III- İlme İntisab Etmesi:

İmam Âzam Ebû Hanife küçük yaşta pederi Sâbit’i kaybetmiş­ti. Pederinin vefatından sonra annesi Câfer-i Sadık ile evlenmiş, do­layısıyla Ebû Hanîfe ilk terbiyesini ve ilk bilgilerini Cafer-i Sadık’tan alarak ilerideki ilmi hayatını sağlam temellere oturtmuştu.

Ebû Hanîfe küçük yaşta önce Kur’an-ı Kerîm’i ezberledi. Kur’an sonra onu en çok okuyanlardan biri oldu. Kıraat ve hıfzını Kıraat imamlarından İmam Âsim’dan tamamladı.

Ebû Hanîfe’nin mensup olduğu aile Kûfe’de ticaretle meşguldü. İpekli kumaş ticareti ile uğraşan bu aile kârlı bir ticaret yolu olan bu işe onu da teşvik ediyorlardı. Kendisinde ticarete karşı büyük bir meyil bulunmakla beraber dehâ derecesindeki zekâsı onu ilmî ve aklî araştırmalara da sevk ediyor, dolayısıyla ticaretten artan zaman­larında bir kültür ve medeniyet merkezi oln Kûfe’de ilim adamları­nın derslerine ve sohbetlerine devam ediyordu. İmam Âzam’ın ya­şadığı devirde hayatta kalan tabiîler de vardı. İmam Âzam bunların sohbetinde bulunma şerefine de nail olmuştu.

İmanı Âzam ticarete karşı olan kabiliyet ve temayülüne rağmen Irak’ın, dolayısıyla Kûfe’nin ilim çevrelerine de intisab etmiş, dik­katini Sahabîlerin eserlerine çevirerek kısa zamanda ilmî çalışma­lara yönelmiş dolayısıyla fikrî bakımdan inkişaf etmeye başlamıştı. İmam Âzam’ın devrinde Kûfe’de ve Irak’ta Mûtezilîler, Haricî­ler ve Şiîler faaliyet göstermekteydiler. Bu sebeple Hz. Ebû Hanîfe bun­lara karşı mücadele etmek zorunda kalmış ve önceleri yani gençli­ğinin başlangıcında bu kimselerle mücadele etmek için aklî ilimlerle daha çok uğraşmış ve bir yandan da ticarî faaliyetlerini devam ettirmiştir. Dolayısıyla bir yandan ticaretten bir yandan da ilimden na­sibini alıyordu.

İlim adamlarının sohbetlerine devamı sırasında Ebu Hanîfe’nin üstün zekâsı hocalarının dikkatini çekmiş, bu sebeple hocaları onu ticaretten kurtarıp ilme intisab etmeye teşvik etmişlerdir. Bu durumu kendisi şöyle anlatır:

“Bir gün İmam Şâbî ile karşılaştım. Kendisi oturuyordu. Beni ça­ğırdı ve nereye gittiğimi sordu. Ben de: çarşıya gidiyorum, dedim. Bunun üzerine; ben senin çarşıya değil, âlimlerin meclislerine git­meni isterim, dedi. Ben ise: âlimlerin meclisine çok az uğradığımı söyledim. Bunun üzerine Şâbî bana: Sen ticaretle uğraşma. Zira se­nin ilimle uğraşman ve âlimlerin meclisinden ayrılmaman gerekir. Çünkü ben sende üstün bir zekâ ve kaabiliyet görüyorum, dedi. İşte Şâbi’nin bu sözü bende büyük bir tesir meydana getirerek ticareti bıraktım ve ilim tahsiline kendimi adadım. Şâbi’nin bu sözü benim için çok faydalı oldu.”

Şâbî ile karşılaştıktan sonra Ebû Hanîfe vaktinin çoğunu ilme hasretmiş, fakat bir taraftan da ortağı aracılığı ile ticari işlerini fik­ren yürütüyor, ortağının hesaplarını kontrol ediyor, böylece geçimi­ni başkalarına muhtaç olmadan temin ediyordu.

İlk zamanlar Mutezile, Haririler, Dehrîler ve Şiilerle cedelleşerek kendini akaid meselelerine veren ve böylece tatmin olan Ebû Hanîfe’nin, sonradan fıkıh halkaları dikkatini çekmeye başlamış bu şe­kilde ilimlerin en faydalısı olan ve sonradan babası olmakla vasıf­landığı Fıkıh ilmine intisab etmiştir.

Önceleri itikada ait meselelerle ilmî çalışmalarına başlayan Ebü Hanîfe, sonradan sahabe ve Tabiun’u örnek alarak kelâm münazara­larından sarf-ı nazar etmiştir.

Ebû Hanîfe fıkıh ilmine intisab ettiği sırada kelâm ilmine vakıf olmuş, akaid meselelerini ve Tevhid’e ait incelikleri aklî delillerle isbat edecek güce sahip idi. Daha sonra sarf, nahiv ve Arap Edebiyatını öğrenmiş, hadîsleri ezberlemeye başlamış ve böylece büyük bir kül­türe sahip olmuştu. Fıkıh ilmine ve Hâdise yöneldiği zaman her ba­kımdan tam bir yetkiye sahip idi.

Ebû Hanîfe ilim hayatının başlangıç dönemlerinde kelâm ilmi ile meşgul olduğu halde sonraları oğlu Hammad’ı ve diğer talebele­rini bu ilimle meşgul olmaktan menetmiştir. Bunun üzerine oğlu Hammad bir defasında kendisine şöyle demiştir:

“Bizi kelâm ilmi ile ilgili münazaralarla meşgul olmaktan menediyorsunuz, halbuki siz kelâm’a ait meselelerle meşgul oluyordunuz.” Buna karşılık Ebû Ha­nîfe şöyle cevap vermiştir.

“Evet biz kelâm meseleleri hakkında mü­nakaşa ediyorduk, fakat başımızın üstünde bir kuş varmış gibi aklı­mızın başımızdan uçmasından korkan kimsede olduğu gibi arkadaşımızın yanılmasından korkardık. Halbuki sizler kelâm münakaşala­rına giriyor ve arkadaşınızın yanılmasını, ayağının kaymasını isti­yorsunuz. Arkadaşının yanılmasını isteyen kişi, onun kâfir ve sapık olmasını istiyor demektir. Arkadaşının kâfir olmasını istemek ise kü­fürdür.”

IV- Hocaları:

İmam Âzam birçok âlimle karşılaşmış ve bu âlimlerin gerek metodlarından gerekse ilimlerinden faydalanmıştır. Fakat kendisinden faydalandığı hocaları arasında en önemlisi, çağının fıkıh ilminin re­isi diyebileceğimiz İmam Hammad b. Ebî Süleyman’dır. İmam Ham­mad da İbrahim en-Nahaî ile İmam Şâbî’den fıkıh ilmi tahsil etmiş­tir. Ebû Hanife Kadı Şurayh ve Alkame’ye ait fıkhı da bu hocasından öğrenmiştir. Bu iki zat da İbn-i Mes’ud ile Hz. Ali’nin fıkhını bilen zatlardı. İmam Hammad bu iki tabiînin fıkhını öğrenmekle beraber ibrahim en-Nahaî ve Alkame’nin fıkhına daha çok önem vermiştir.

Ebû Hanife (28) yıl gibi uzun bir zaman hocası Haramad’a tale­belik etmiş olup ölümüne kadar kendisinden ayrılmamıştır. Hocası Hammad vefat edince onun yerine geçerek ders kürsisini kendisinden sonra o işgal etmiştir.

Bunlar da hoşunuza gidebilir

3 Yorum

  1. Deyerli editör, kitaplarta kolayca ulaşamadığımız için, bir tıkla istediğimiz bilgileri bizlere sunuyorsunuz. Teşekkür ederiz. Böylesi büyük zatların hayatlarını öğrenerek kendimize örnek olması çok güzel.
    Hizmetlerinizin ebedi devamı dileklerimle hoşça kalın.

  2. Selamün Aleyküm.
    İmam Âzam Ebû Hanife küçük yaşta pederi Sâbit’i kaybetmiş­ti yazıyor. Pederinin vefatından sonra yerine “BABASININ VEFAATINDAN SONRA” DESEK DAHA HOŞ OLMAZMI? Malum peder islami olmuyan, hrisitiyan din görevlisinin isimlerinden birisi.
    Birde sizden ricam sahabe-i kiram efendilerimizimizin adınından sonra (r.a.) eklesek daha hoş olmazmı? ve son kısımda “hocası Haramad’a tale­belik etmiş” yazıyor. orasınıda Hammad olarak degiştirsek daha hogru olacak sanırım. Hürmetlerimi arz ediyor, bu güzel emekleriniz için rabbimden affınızı ve rızasını kazanmanızı diliyorum.

    1. Aleykümselam;

      Belirttiğiniz hususlar en kısa zamanda inşallah düzeltilecektir. İlginiz ve hoş temennileriniz için teşekkür ederiz. Allah razı olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.