Giriş
MİNAH (HEDİYELER)
ŞEYH SIBĞATULLAH İL ARVASİ[k.s]
ÖNSÖZ
Hadsiz ve hesapsız hamd, medh ve şükür Allahu Taala’ya mahsustur. O Allah (C.C) ki zikri ile evliyanın kalblerini diriltti. Onların güneş gibi parlayan kalblerinin ışınları ile dünyayı aydınlatt ı . Kalblerinden zulmet perdelerini kaldırıp, esrar ve cemalinin müşahadesini onlara müyesser kıldı. Vuslat, muhabbet ve aşk şerbetlerini onlara içirip, zevk ve lezzetten istiraka düşürdü. Kimisi sahve dönmeyip bulundugu halde kaldı . Kimisi de sahve dönüp irşad ve teblig ile meşgul oldu.
Salat ile Selam alemlere rahmet olarak gönderilen, mahlukatın yegane sebebi hilkatı , risalet ve nübüvvet silsilesinin son halkası, Adem (A.S)’ın ve diger peygamberlerin baştacı , bütün evliya ve enbiya onun naibi mesabesinde bulunan, hilafeti mutlak ve hakiki irşat makaminda olan Hz. Muhammed’e (A.S) bütün peygamberlere, hepsinin al ve ashabına olsun.
Bilinmelidir ki Peygamber Efendimiz (A.S) yalniz zahiri ilimle degil, batini ilim diye adlandirilan tasavvuf ilmine de haiz idi. Ehl-i tarikatda zahir ve batin her iki ilimde pay sahibi olduklarindan dolayi “Alimler Peygamberlerin Varisleridir” Hadisi şerifinin mucibince hakiki varislerdir.
Bunların sözleri kalbden çıktiğı icin kalblere gayet tesir eder. Nazarlari ile hasta kalbleri tedavi ederler. Halleri ile insanları hidayete celb ederler.
Sohbetleri ile müritleri zulmetin çukurlarından çıkarıp, velilik rütbesine erdirirler. Cenab-ı Hak yeryüzünü bunlardan hiç boş bırakmamıştır.
Minah (vergiler) adindaki bu kitap ; tarikat- ı nakşiyede büyük bir rütbeyi elde eden, Gavs-i Hizani lakabıyla bilinen Seyyit Sibgatullah Arvasi (k.s) Hazretlerinin mübarek kelamlarının, halifesi zamanin büyük alimlerinden Molla Halid-i Öleki (k.s) tarafindan bazı açıklamalarla birlikte derleyip, kaleme almasından ibarettir.
Tarikata hizmet ve ihvanlarimiza fayda niyeti ile daha önceden kitabi Arapça aslindan Türkçe’ye çevirmeyi düşündüysemde, bundan çok uzak ve gücümün
dışında bir yük olduğunu düsündüğümden dolayı cekiniyordum. Ta ki emrine muhalefet edemiyeceğim, ruhumun hayatı , gözümün nuru, kalbimin ışığından işaret aldım. Emrine itaat etmeyi vacip bilip, tercümeye başladım.
İtiraf ederim ki o yüce Gavs’ın işaretlerinden ve Molla Halid’in rumuzlarından ancak denizden bir damla miktarinca açıklayabilmişimdir. Dogru ve hakikatlar onların, hata ve yanlışlar benimdir.
Okuyucularimdan ricam şudur ki, kitapda okuyup anlamadıklari meselelere hemen itiraz etmesinler. Zira bunlarin coğu zevk ve halidir.
Söz ile izah edilemez. Ancak amel edip o rutbeye ulasan hakikatını anlar. Bu nedenle Muhyiddin-i Arabi (k.s) gibi büyük zatlar ” Sözümüz bizden baska kişilere haramdır.”buyurmuştur.
Evliyaullah’ın meşrebleri ayrıdır. Herkes gördügünü haber verir. Baskalarının ona itiraz etmeye hakkı yoktur.
Çalisma ve gayret bizden tevfik ve inayet Cenab-ı Bari Teala’dandır. Yahya el Abbasi (k.s)
TASAVVUFUN MAHİYETİ VE FAZİLETİ HAKKINDA
Ey hakki isteyen bilki en yüksek maksat Yüce Allah’ı (C.C) tanimak, sonrada ona hakkı ile ibadet yapmaktir. Bu ise Allah’ı (C.C) sıfatı ile tanımakla mümkündür.
Allah (C.C) zatında, sıfatında, ef’linde her bir şeyi bilir, işitir, faili muhtar, alemi kendi iradesine göre ve uygun bir sekilde yarattı . Yarattıklarından bir kısmı insan denilen varliklar oldu.
Yüce hikmetinin muktezasina göre insanların bazılarına saadet, bazilarına şekavet takdir eyledi. İnsanda ulvi ve sufli alemdeki her şeyi bulundurmakla, onu bir nevi kainata rumuz eyledi.
Marifet ve hakikatın aynası , her şeyi idrak eden kalb verdi. Hayır ile şerri birbirinden ayıran akıl ile mükellef kıldı. Ayni zamanda nefsani arzuları , Allah’ın (C.C) emrine muhalefet etmeyi vesvese melaikeyi onun için görevlendirdi.
Katından peygamberler gönderdi. O peygamberler Allah’ın (C.C) şeriatı ı kullara tebliğ ettiler. Kendisine saadet nasib olan kişi onlara iman edip tasdik etti. Şekavet nasib olan kişide kafir ve zındık oldu.
Mü’minleri de kendi aralarında derecelendirdi. Zahir ve batını Allah (C.C) emrinin yerine getiren bir kısım vardır, fakat cok azdır. Bir kısım hayrın çoğunu yapar, azını terk eder. Bir diğeri de hayrın azını yapar çoğunu terk eder.
Kul üzerine gereken odur ki emir edileni yapmak, nehy olunanı terk etmek. Bu iş emre ve nehy edileni bilmeden mümkün değildir. Bunun için Peygamber (a.s) ”İlmi aramak her müslümanın üzerine farzdır.” buyurmuştur.
Alimler farz olan bu ilmin hangisi oldğundan ihtilaf etmişlerdir. Kimisi kelam, kimisi fıkıh, kimisi tefsir, kimisi hadis, kimisi de tasavvuf farz olan ilimdir, demişlerdir.
Bunlarda doğru olan eimme-i arifin ve kamil evliyanin seçtikleri tasavvuf ilmidir. Zira bütün akıllı kişiler ittifak etmislerdir ki en yüce maksat Allah’a ulaşmaktır. Bu da tasavvuf denilen ilim ve bir dalı olan ilmihal (fıkıh) ile mümkündür.
Diğer ilimlerin hepsi ile Allah’a (C.C) yaklaşmak mümkündür. Ancak en hakikisi sofi sadatla rının seçtikleri ilimdir. Zira onunla Allah’a (C.C) visal mümkündür. Mertebeler kat edilir. Perdeler ortadan kalkar.
Bir tek ilimle uğraşan gaye olarak kendi meşgul olduğu ilmi bilir. Hz. Peygamber (A.S)’ın sünnetine mütebaatla müşerref olan kamil evliyalar, nihayete ulaşmış olduklarından bütün mertebelere bakarlar. Farz olan ilmi hakkıyla bilirler.
Bunlar Allah (C.C)’ın nuruyla baktıklarından, Allah’a (C.C) ulaşmanın en yüce yolunu tanıdıklarından, Allah’a (C.C) giden yolun en doğrusu ve yakını üzerindedirler.
İlk devirlerden beri salih ulemalar ve müctehit imamlar erbab-i faziletleriyle itiraf ederler. Bu nedenle İmam-ı Şafi (r.a) yüce ilmi ve fazlı ile beraber Seyban-ı Rai’nin (KS) yanına giderek, çocugun öğretmenine hürmet ettiği gibi diz üstü oturur, sorular sorar, ona hürmet ederdi.
İmam-ı Şafi’nin (r.a) bu haline taacüp eden bazı kişiler, ona senin gibi yüce zatin böyle bir bedeviden soru sorması nasıl olur dediler. İmam-ı Şafi (r.a) onun ilmi bizim ilmimize uygundur, diye cevap verdi.
Keza Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Muin (R.A) Seyyidina Maruf-u Kerhi onlar gibi alim olmadığı halde ondan soru sorarlardı.
Bir gün ona şöyle bir soru sordular. Bir mesele Allah’ın kitabında ve sünnette bulunmazsa nasil hükmederiz?
Maruf-u Kerhi cevaben, “Salihlere sorun. Meseleyi aranızda meşveret ile çözün.” buyurdu.
Rivayet olunur ki bir gün İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmed (ra) aralarında sohbet ederken yanlarına Şeyban-ı Rai (ks) geldi.
İmam Ahmed ” Ben Şeyban’dan bir şey soracağım ” dedi. İmam Şafi sormamasını söylemesine rağmen sordu.
İmam Ahmed ”Ya Şeyban keçilerin zekatı nasıl olur ? ”
Şeyban ; ”Size göremi bize göremi ?”
İmam-ı Ahmed ”İki mezhepmi var ?”
Şeyban ; ” Evet.”
İmam-ı Ahmed ” Sizin mezhebe göre kırk tanede bir tane. Bize göre kul efendisine karşı bir şeye malik değildir. Öyle ise her şey Allah’ın (C.C) malıdır.”
Diğer bir sefer de İmam-ı Ahmed yine Şeyban’dan sordu.
” Bir kul namazda eksik veya fazla kılıp sehiv secdesi yaparsa ona ne lazım gelir
Şeyban; ”size göremi bize göremi ?” dedi.
İmam-ı Ahmed ” iki mezhebe göre cevap ver ” dedi.
Şeyban;”Mezhebinize göre sehiv secdesi yaparsa kabul olur.Mezhebimize göre sehiv secdesi eden kişinin kalbi gafil olduğundan terbiye ve tedip edilmesi lazım gelir.”
İmam Ahmed bu cevap üzerine bayıldı.
İmam-ı Şarani (r.a) Peygamber Efendimiz (a.s)’in bizden aldığı ahde göre,ilim ezberlemek için değil amel etmek için der. İnsanların çoğu ilmi ezberliyor amel etmiyor.
Selef-i Salih in böyle değildi. Peygamber Efendimiz (a.s)’in sözüyle amel etmek isteyen kişi, sofilerin yolunda, kamil bir mürşidin yanında seyr-i sülük etmesi gerekir.
Ta ki o kamil Şeyh onu Allah!ın (C.C) azabından korkmayı ve devamlı Allah’ı (C.C) murakabe derecesine ulaştırıp ulemayı amilin zümresine ilhak etsin.
Zekeri (r.a) Ehli tasavvuf ile birleşmeyen alim katıksız ekmek gibidir.Tarikat ehli icmaen, herkesin bir şeyhi tutması gerektigini buyurmuşlardır.
Şeyh tutmak onun vasıtasıyla kötü sıfatlardan temizlenmektir.
Ucub, riya, haset gibi kötü ahlakın vasıfları olan hallerden kurtulma tasavvufa gösterilen amel ile mümkündür.
Kalbin temizlenmesi nasıl vacip ise, onun sebebini de aramak vaciptir.
Cenab-ı Hak hepimizi tasavvuf ehli eylesin. (amin)