Giriş
Hadislerle Tasavvuf
Hadislerle Tasavvuf adlı kitap Şeyh Eşref Ali Tanevi’ye kaddesallahu sırrahulaziz aittir. Şeyh Eşref Ali Tanevi kaddesallahu sırrahulaziz bu kitabında tasavvufi prensiplerin hadisler yönünden delillerini ortaya koymaktadır. Hadislere getirdiği yorumlarla tasavvufun hadislerdeki dayanaklarını açıklamakta, bunun hadislerin anlaşılmasında önemli ufuk açmaktadır. Bu yönüyle eser sahasında tek olmak özelliğine sahiptir.
Hadislerle Tasavvuf, SEY-TAC Yayınları 2000, Müellif Şeyh Eşref Ali Tanevi, Yayına Haz.; Dr.H.Zaferullah DAUDî ve Ahmet SALİHOĞLU
MUKADDİME
Girişte geçtiği gibi batını yolda gerçek hedef, batıni amellerin ıslahıdır. Bu amellere ıslahta “ahlak ve makamat” denir. Bir hedefe ulaşabilmek için kişiyi ona hazırlayan ve götüren birçok sebep ve yol bulunur. Bu eserin hedefi olan batıni amellerin ıslahının ihtiyari olmayan semerelerine ıstılahta “ahval” denilir.
Bazı hususlar bu semerelere yardımcı ve araç gibidir. Bunlara “işğal” (vird,zikir) denir.
Birtakım konular bir şüpheyi defetmek veya batıni bir hastalığı tedavi etmek ya da bir amelin yapılış tarz ve yolunu gösterir. Bunları “talimat” (öğreti) şeklinde tabir etmek uygundur.
Kimi özellikler ihtiyari veya gayri ihtiyari olarak bu semerelerin zahiri yönü olur. Bunlara “alamat” (alametler) ismini vermek güzel olur.
Tasavvufi ahlak ve sıfatların övgüye değer olduğu bazı nasalarda müjdelemektedir. Bunlar “fezail” diye adlandırılması uygundur. Fezailin fiili ve ihtiyari olanlarına, “adat ve adab” denmektedir.
Bazı fiiller zaruri olmayan maslahatlara bina edilen mübah fiillerdir. Bunlara “rusum”denilirse iyi olur.
Birtakım konular sadece ilmi araştırmalar ile ortaya çıkar. Bunlara “mesail” denilmesi gerekir.
Kimi özellikler ibadet türündendir. Bunlar “ahval” olarak adlandırılmalıdır.
Bazı hususlar zahiri olarak caiz olan sınırları aştığı anlaşılır. Fakat gerçekte onlar hudut içinde ise, onlar için yapılacak te’vil ve tatbike “tevcihat” denilmesi çok güzel olur. Aslında sınırı dışında ise bununla ıslaha dikkat çekilmektedir. Buna kelimenin tam anlamıyla “ıslah” denıimesi uygundur.
Bu çalışmamızda geçen hususların hepsi, külli ıslahatlar altında toplanabilir. Bunların dışında kalan ve farz hükmünde olmayan bazı cüzi meselelere “muteferrikat” denilir.
İşte bu eserdeki hedefler ve bunlarla ilgili konuların kısa fihristi şu şekilde sıralanabilir:
Ahlak, ahval, işğal,talimat,alamat,fezail,adat,rusum,mesail,tevcihat,ıslah ve muteferrikat.
Bu konulara,kuran ve hadiste işaret edildiği ve delaletlerinin açık ve meşhur olduğu hususunda hiç şüphe yoktur. Bir konuda nas bulunması ve şüphe olmaması ifrat ve tefridi ortadan kaldırır. Bundan dolayı bu gibi konulara değinmeye ihtiyaç duymadık. Net olan şeyleri ele almadık. Çünkü bunlar ilim kitaplarında delilleri ile birlikte ele alınmıştır. Delilleri belli ve meşhur olmayan konular şüphe ve zan konumunda olabilir ve olurlar da. Bunun için eserde bahsi geçen hususların ispatı için hadisler toplanmış ve zaman zaman ayetlerede işaret edilmiştir. Hadis metinlerinden sonra hadislerden çıkan sonuçlar “hadisten çıkan netice” başlığı altında ele alınmıştır. Aslında bu gibi konuları bütün ayrıntıları ile ele alıp işlemek çok hacimli çalışmaları gerektirir. Ancak biz, yeterli olacak şekilde bilgileri topladık ve böylece önemli hususlar araştırılmış oldu. Ele alınamayan konuları, verilen bilgilere göre kıyas etmek zor değildir.
Eserlerde üzerinde durulan konuları, hepsinin usül ve kaynakları ile ayrı ayrı birbirinin peşi sıra yazmak tertip gereği idi. Fakat ilk olarak bizim için böyle yapmak kolay olduğu, ikinci olarak okuyucuların hoşuna gitmesinden dolayı bu konuların hepsini karışık yazmaya devam ettik. Ama şuna dikkat etmeye çalıştık: Her ayet veya hadisten sonra, bu eserin hedeflerinden birisi olan külli ıstılahları yazdık. Açıklamalardan önce buna genel bir başlıkta verdik. Sonra ispat edilen konu ile ilgili açıklamalar yaptık. Böylece her bir nassın hemen akabinde, onunla alakalı külli bir ıstılahın ilgili yönünü ispatlamaya gayret ettik. Eğer bu konuları düzenlemek için Mevla CC imkan nasip ederse, o zaman zikredilen başlıkları metin veya açıklamanın çeşitli yerlerinden toplayarak sıraya koymak veya ümmetin istifadesine sunmak kolay olur.
Her amelde başarıyı, kusur ve hatadan korunmayı yüce Allah’tan temenni ve niyaz ediyorum.
Eşref Ali TANEVİ kaddesallahu sırrahulaziz
Hadislerle Tasavvuf, ŞEYH EŞREF ALİ TANEVİ
BİRİNCİ HADİS
Ömer bin Hattab’dan (radıyallahu anh) rivayet edilen, Cebrail’in (aleyhisselam) Rasulullah’a (aleyhi ekmeluttehaya) gelmesi, ona dinle ilgili bazı sorular sorması ve Rasul-i Ekrem’in (aleyhi ekmeluttehaya) cevaplar vermesi ile ilgili hadiste, Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:
“O, Cebrail (aleyhisselam) idi; Dihye bin Halife el-Kelbi suretinde indi.” (Nesai, İman, 6)
Hadisten çıkan netice: Temessülün mümkün olması.
Bir varlığın kendi vücudunun asli hüviyetini korumakla birlikte başka bir şekilde ortaya çıkmasına temessül denir. Bu ikinci şekle suret-i misal (misali şekil) de denilir. Rüya ve keşiflerin çoğunluğu böyledir. Harikulade olan temessül, bazen kulun uyanık halinde de olabilir. Yukarıdaki hadiste bunun ispatı vardır.
Hazreti Cebrail (aleyhisselam) sadece insan şeklinde gözüktü, insan suretine girdi. Yoksa meleklikten çıkıp insan olmadı. Kur’an’da da bu temessülün delili vardır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“…(Cebrail aleyhisselam) ona düzgün bir insan şeklinde göründü.” (Meryem 19/17)
Cebrail (aleyhisselam) insan şeklinde temessül etti. Bu temessülü tenasüh gibi yanlış anlamamak lazımdır. Çünkü temessülde bir varlık gerçekten başka bir kalıba dönüşmez. Fakat tenasüh ruhun başka bir bedene intikal etmesi olarak kabul edilir, bu ise batıldır.
İKİNCİ HADİS
Abdullah bin Amr’dan (radıyallahu anh),
Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:
“Muhacir Allah’ın nehyettiği şeylerden uzaklaşan kimsedir.” (Buhari, İman, 4-5; Ebu Davud, Cihad,2; Nesai, İman,8,9,11; Darımi,Rikak,4,8; Müsned II,160,163)
Hadisten çıkan netice: Amellerdeki gerçek manayı anlama ve bunun önemi.
Sufilere göre batınsız zahir düşünülemez. Amelleri işlemekten maksat, onların hakikat ve manalarına ulaşmaktır.
Bu hadis açıkça şuna delalet eder: Eğer birisi zahiren hicret etmeyi düşünür ve hicretin asıl amacı olan Allah’ın istemediği şeyleri terk hususunda özen göstermezse o gerçek muhacir değildir. Fakat bunu derken, zahirin hiç önemi yoktur diye kimse yanlış bir anlayışa düşmesin. Hakikat şudur ki Allah her batın için bir zahir koymuştur. Hiçbir şekilde batın, zahirsiz elde edilemez.
ÜÇÜNCÜ HADİS
Ebu Hureyre’den (radıyallahu anh),
Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) ashabından bazı kimseler gelerek:
“Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki, herhangi birimiz onları söylemeyi bile büyük suç sayıyor (bu durumda ne yapacağız)” diye sordular. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
“Hakikaten böyle bir şey hissettiniz mi?” diye sordu. Ashab:
“Evet, (bazen böyle duygulara kapılıyoruz)” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
“Bu imanın ta kendisidir.”buyurdu. (Müslim, İman, 209-211)
Hadisten çıkan netice: Vesveselere iltifat etmemek.
Hatırat ve vesveselerin giderilmesiyle meşgul olup bunları problem etmekte ileri gitmek ve bu vesveselerden dolayı üzüntü duymak terakkiye zarar verir.
Tahkik ehli bu hadise göre vesveselere karşı şu ilacı kullanırlar: Vesveseler zararsızdır ve onların kalbe gelmesi (peşine düşmedikten sonra) tehlikeli değildir. Bu şekilde davranılırsa vesvese defedilmiş olur.
DÖRDÜNCÜ HADİS
Avf bin Mail el-Eşcai (radıyallahu anh) anlatıyor:
Biz yedi veya sekiz ya da dokuz arkadaş Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) yanında idik. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) bize:
“‘Allah’ın Rasulune biat etmez misiniz?” dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi açarak:
“Biz sana biat etmiştik ya Rasulallah (daha) neye biat edeceğiz?” dedik. Rasulullah da (aleyhi ekmeluttehaya)
“‘Allah’a kulluk edeceğinize, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, (başınızdakiler hayırla emrettiğinde) itaat edeceğinize -ve işitemediğimiz bir kelime söylediktem sonra- başkalarından hiçbir şey istemeyeceğinize biat edeceksiniz” buyurdular. (Biz de bu hususlarda kendisine biat ettik.)
Bundan sonra burada biat eden arkadaşlardan bazılarını gördüm; birinin kamçısı yere düşse, hiçbir kimseden “şunu bana ver” diye istemezlerdi. (Müslim, Zekat, 108; …)
Hadisten çıkan netice: Tasavvufta biat (inabe ve intisap) ve mürşidin bazı hususlarda özel biat alması.
Sufiler arasında biat devam etmektedir. Bu ahid (söz verme), dinin hükümlerine devamlı uyma, zahiri ve batıni amellere önem verme şeklinde olur. Buna sufiler genellikle biat-ı tarikat derler.
Bazı zahir ehli, bu biatın Hazreti Peygamber’den (aleyhi ekmeluttehaya) menkul olmadığını dolayısıyla bidat olduğunu söylemektedirler. Onlar, “Peygamberimiz (aleyhi ekmeluttehaya) sadece kafirler için İslam’a girme biatı ve müslümanlar için de cihad biatı yapıyordu” diyorlar. Halbuki bu hadis, muhataplara bakarsak, bu tür biatın müslümanlar için mutlaka gerekli olduğuna açıkça delalet etmektedir.
Sonuç olarak bu biat, sadece cihad için değil, aksine hadisin delaletinden de anlaşıldığı üzere amellere devam etmeye önem vermek için yapılmıştır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Özel bir durumdan dolayı gizli talim verme.
Pekçok şeyhin müridlerine halvette gizli talim verme adeti vardır. Bunu bazan özel bir sebepten dolayı yaparlar. O hususu herkesin anlaması mümkün olmadığı için onu açıkça söylemekte halkın fitneye ve yanlış anlayışlara düşme endişesi vardır. Bundan dolayı şeyhler böyle bir metot uygularlar. Bazan bunun sebebi başka özel bir husus da olabilir. Talimin gizli yapılması, müridin kalbinde ve ruh dünyasında daha önemli bir tesir meydana getirir.
Bunun bir diğer faydası da şudur: Belirli bir seviyeye çıkmayan diğer müridler, kendi hal ve durumlarına faydalı olmayacak olan o özel konuyu öğrenmek için istek ve hırs göstermesinler. Görüldüğü gibi yukarıdaki hadiste bu adetin delili vardır. Çünkü Hazreti Peygamber (aleyhi ekmeluttehaya) bazı emirleri gizli ve özel bir şekilde ferman buyurmuşlardır.
Ayrıca arzetmeye çalıştığımız maslahatlardan başka, özel olarak talim edilen konunun, herkese vacip olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü vacip olan emirlerin herkese bildirilmesi gerekir.
Netice olarak bu hadisten, bir maslahattan dolayı bazı şeyleri gizlice talim etmenin mümkün ve caiz olduğu sabit olmuştur.
Hadisten çıkan bir diğer netice: Şeyhin emirlerine uyma hususunda çok titiz davranmak.
Müridlerin çoğu, alışkanlık olarak mürşidin emirlerini kabul etme ve yerine getirme hususunda o kadar titiz davranırlar ki, manaya dikkat etmekle beraber, zahir lafızlara da çok önem verirler. İşte yukarıdaki hadis, bunun delilidir. Hadis-i şerifte geçen başkasından bir şey istemeyi menetmenin amacı, herhangi bir şeyin başka birisinden kendi menfaati için arzu edilmemesidir. Yoksa, herhangi bir iş için yardım istemeyi yasaklamak değildir. Hadisteki karinelerden bu ihtimal anlaşılmamaktadır. Fakat hadisteki lafızdan, sahabe-i kiramın kendi işleriyle alakalı istekte bulunma hususunda çok ihtiyatlı davrandıkları anlaşılmaktadır.
Başka bir hadiste şöyle geçer: Hazreti Peygamber (aleyhi ekmeluttehaya) hutbe esnasında “Oturun” buyurdu. Bir sahabi kapıdan giriyordu, hemen mescide girmeden olduğu yere oturuverdi. (Ebu Davud, Salat, 226) Halbuki Peygamber Efendimizin (aleyhi ekmeluttehaya) amacı “içeriye girerek münasip bir yere oturun, ayakta durmayın” idi. Durum böyle olunca emir ve ifadelerin maksatlarına olduğu gibi zahirlerine de önem verip dikkat etmek, şeyhe hürmet ve saygı göstermenin bir parçasıdır. Bu sevgi ve saygı batıni durum ifade eden çok önemli bir alamettir.
c
BEŞİNCİ HADİS
Hazreti Aişe (radıyallahu anha) kadınların biatını haber veriyor ve şöyle anlatıyor:
Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) eli hiçbir kadına dokunmamıştır. Fakat O (aleyhi ekmeluttehaya) kadınlardan biatı sözle alırdı. Bir kadından söz alıp kadın da söz verdi mi Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) ona:
“Git, senin biatını aldım” derdi. (Buhari, Şurut,1; Talak,20; Müslim,İmare,89;….)
Hadisten çıkan netice: Biat sırasında kadınlarla tokalaşmamak.
Bazı bilgisiz veya dikkatsiz dervişler kadınlardan el ele biat alıyorlar. Bu amel kesinlikle caiz değildir. Yabancı kadının vücuduna zaruret olmaksızın el dokunmak günahtır. Bu hadiste bu amelin batıl olduğu varid olmuşturç Peygamber Efendimiz’den (aleyhi ekmeluttehaya) daha muttaki ve iffetli kim olabilir?
Kadınlardan biat alma konusunda Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmeluttehaya) bu kadar çok dikkat etmesine rağmen, hiçbir mürşidin kendisini baba veya melek gibi gören düşüncelerle sorumsuz ve hayasız bir şekilde kadınlarla biat etmesi doğru değildir. Biatın anlamı söz vermektir. Bunun sözlü olması yeterlidir.
Son devirlerde bazı şeyhler, bağlanmayı kuvvetlendirmek ve halkın kalbini teskin için, bir bez veya kumaş parçasının bir ucunu kendisi tutup, diğer ucunu erkek müride vermeyi adet haline getirmişlerdir. Bunun hiçbir zararı yoktur. Ayrıca erkekler için zaruret halinde veya zaruret olmadan sözlü biat yeterli olabilir. Bunun da hiçbir sakıncası yoktur. Fakat elle biat yapmak alışılagelen şekildir ve erkekler için bu hususta hiçbir mani yoktur. Hatta böyle yapıldığı zaman, mana ve zahirin cem edilmesi yönüyle daha iyi olur.
ALTINCI HADİS
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) bir gün Medine çarşısına girer ve der ki:
“Ey pazarcılar! Ne kadar acizsiniz!” Pazarda bulunanlar:
“Ne var, ey Ebu Hureyre?” diye sorduklarında, Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şöyle cevap verir:
“İşte Hazreti Peygamberin (aleyhi ekmeluttehaya) mirası taksim ediliyor, siz hala buradasınız! Gidip de nasibinizi almayacak mısınız?” Onlar:
“Nerede?” derler. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) cevaben:
“Mescidde!” der. Onlar süratle çıktılar. Ebu Hureyre de (radıyallahu anh) geri dönene dek onları bekledi. Onlar dönünce de onlara:
“Size ne oldu?” diye sorduğunda onlar:
“Ey Ebu Hureyre! Mescide vardık, içine girdik ve orada taksim edilen hiçbir şey göremedik,” diye cevap verdiler. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) bunun üzerine şöyle sordu:
“Mescidde hiçbir kimseyi görmediniz mi?” Onlar:
“Evet, mescidde bir kısmı namaz kılan, bir kısmı Kur’an okuyan, diğer bir kısmı da helal ve haramları müzakere eden insanlar gördük.” dediler.
Bu cevaba karşılık Ebu Hureyre (radıyallahu anh) onlara şöyle bir ikazda bulundu:
“Yazıklar olsun size! İşte bu Muhammed’in (aleyhi ekmeluttehaya) mirasıdır!” (Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, I, 123-124)
Hadisten çıkan netice: Bir maslahatı ve durumu rumuzla (mecazi ifadelerle) anlatmak.
Pekçok büyüğün konuşma ve yazılarında zahirine ters olabilen ifadeler bulunmaktadır. Fakat onların maksadı ve muradı dinledikten ve tetkikten sonra tamamen doğru ve vakıaya uygun olarak ortaya çıkmaktadır. Bazen bu sözlerin söylenmesine halin galebesi sebep olur. Bazen de bilerek halktan gizleme, müridi teşvik ve terğib için yapılır. Nitekim bu müphem ifadeleri mürşidler, müridin şevki artsın diye kullanmışlardır. Bu şevkten sonra ortaya çıkan hakikatlerin, nefislerde büyük tesirler icra ettikleri tespit edilmiştir. Yukarıdaki hadiste mürşidlerin bu adetlerinin ispatı vardır.
Hazreti Ebu Hureyre (radıyallahu anh) teşvik sebebiyle ifadelerini önce kapalı bir üslupla söyledi. Onlar bunun yanlış ifade olduğu kanaatine varıp geri döndükten sonra Hazreti Ebu Hureyre’ye (radıyallahu anh) durumun onun dediği gibi olmadığını söylediler ve tekzip ettiler. Fakat açıklamasından sonra sözünün doğru olduğu ortaya çıktı.Bundan dolayı müphem bir ifadeye bakarak kemal sahibi veya hal ehli kimse aleyhine konuşmayınız. Çünkü yukarıda ifade edilen sebeplerden dolayı sonradan pişman olabilirsiniz.
YEDİNCİ HADİS
Ubey bin Kab (radıyallahu anh) anlatıyor:
Ensardan bir zat vardı. Evi mescide en uzak evdi. Bu zat Rasulullah’la (aleyhi ekmeluttehaya) kılınan hiçbir namazı kaçırmazdı. Biz (uzaktan gelip gitmesi sebebiyle) kendisine acıdık.
Ben ona: “Ya falan! Sen bir eşek satın alsan da seni sıcaktan ve yerin zehirli haşaratından korusa (rahat bir şekilde mescide gelsen)” dedim.
O zat da, “Bana bak. Allah’a yemin olsun ki evimin Muhammed’in (aleyhi ekmeluttehaya) çadır ipi ile bağlanmasını (onunla yanyana olmasını) istemem.” diye cevap verdi.
Onun bu sözü bana çok ağır geldi. Hazreti Peygambere (aleyhi ekmeluttehaya) gelerek durumu haber verdim. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) o zatı çağırdı. O zat Hazreti Peygambere (aleyhi ekmeluttehaya) aynı şeyleri söyledi ve kendisinin adım başına ecir aldığına inandığını ifade etti.
Bunun üzerine Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) ona:
“Gerçekten senin için hesap ettiğin ecir vardır” buyurdu. (Müslim, Mesacid, 278; Müsned,V,133)
Hadisten çıkan netice: Bir şeyi rumuzla anlatmak.
Altıncı hadis gibi bu hadis de aynı şeyi anlatmaktadır. Burada ensardan olan sahabi hiç kimsenin hoşuna gitmeyen ifadeler kullandı. Bundan dolayı ifadesi Ubey bin Kab’a (radıyallahu anh) çok ağır geldi. Çünkü ilk bakışta ensari sahabinin bu üslubunun ihlastan mı yoksa başka bir sebepten mi kaynaklandığını anlayamıyoruz.
Ancak Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) ona bu meseleyi sorduğunda gerçeği ortaya koydu. Çünkü Rasul-i Ekrem’den (aleyhi ekmeluttehaya) herhangi bir şeyi gizlemenin manası yoktur.
Benim kalbimde neler varsa, onu yare söyledim.
Hekimden dertleri gizlemek mümkün değil.
İkaz: Eğer başkalarına göre bir maslahat yok ise böyle müphem ifade kullanmak, “Unzurna” (Bizi gözet..) (Bakara,104) ayeti ve başka naslara göre yasaklanmıştır.
SEKİZİNCİ HADİS
Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) katiplerinden olan Hanzale el-Üseyd (radıyallahu anh) anlatıyor:
Ebu Bekir benimle karşılaştı ve:
– Nasılsın ya Hanzale? diye sordu. Ben de:
– Hanzale münafık oldu, dedim.
– Sübhanallah! Sen ne söylüyorsun? dedi. Ben de:
– Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) yanında olduğumuzda, bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor. Sanki görmüş gibi oluyoruz. Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) yanından çıktıktan sonra ise hanımlarla, çocuklarla ve geçim sıkıntısı ile meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz, dedim. Hazrei Ebu Bekir:
– Allah’a yemin olsun ki, bizde de böyle şeyler oluyor, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ve ben Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) yanına gittik. Ben:
– Hanzale münafık oldu. Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. Sanki gözle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız zaman hanımlarla, çocuklarl ve geçim sıkıntıları ile meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz, dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki siz benim yanımda bulunduğunuz hali muhafaza edip, zikre devam edebilseydiniz, sizinle melekler yataklarınızda ve yollarınızda musafaha ederdi. Fakat ya Hanzale! Bazen böyle bazen öyle olur, buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. (Müslim, Tevbe, 12; Tirmizî, Kıyame,59 had. no: 2514)
Hadisten çıkan netice: Bazı sebeplerden dolayı insanın kendisi için kafir veya münafık gibi benzer ifadeleri söylemesinin caiz olması.
Bazı büyüklerin kelamında birtakım kötü sıfatlardan dolayı kendilerine veya nefislerine kafir dedikleri söz konusu olmaktadır. Aslında nefis hakikat itibariyle o kişinin zatıdır. Kişinin kendine kafir demesi ya kötü amellerden ya da kötü gidişattan veya özel bir sebepten dolayı olabilir. Bu hususa genel olarak bakıldığında şu şüphe oluşabilir:
Kendine kafir diyen kişi nasıl müslüman olur? İşte yukarıdaki hadiste bu durum anlatılmaktadır. Hazreti Hanzale (radıyallahu anh) bir halin kendisinde devamlı olmamasından dolayı kendisi için münafık lafzını kullandı. Fakat gerçekten bu lafzı, hakiki ve şer’i anlamda kullanmadı. Çünkü küfrün hakikatinde ve Rasulünü tekzip etmek vardır. Bu tekzip etme durumu Hanzale’de (radıyallahu anh) mümkün değildir. O, Peygamber Efendimiz’in (aelyhi ekmeluttehaya) yanındaki durum ile dışardaki durum arasında farkı teşbihle ifade ederek bunu, özel ıstılah mahiyetinde mecazen söyledi. Buna benzer başka bir ıstılah da vardır. O da fani kelimesidir.
Fani, mana itibariyle setre (örtmeye), lugavi olarak küfre, hal itibariyle de fenaya (yokluk) delalet eder. Bundan dolayı şeyhimden işittiğim gibi, bazen fani kelimesi yerine kafir lafzı da kullanılır.
Netice olarak bu gibi ıstılahlardan dolayı bir kimseyi tekfir etmek ve münafıklığına hükmetmek doğru olmaz. Hazreti Peygamber’in (aleyhi ekmeluttehaya) cevabında, Hanzale’nin (radıyallahu anh) mecaz ifadesinin reddi yoktur. Bunun aksine Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmeluttehaya) esas olarak Hanzale’nin (radıyallahu anh) kendisini kötülemesine iyi bakmadığı anlaşılmaktadır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Müşahede
Bir şeyi devamlı göz önüne getirmeye ve bir düşüncenin kalpte galip ve kuvvetli olmasına müşahede denilir. Bu hadiste bunun ispatı vardır. Hazreti Hanzale (radıyallahu anh) cennet ve cehennemi hatırlayarak “Sanki biz onları gözü açık görüyoruz” dedi. Burada onun muradı, Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) yanında o hali devamlı muhafaza edebildiklerini ifade etmektir. Yoksa müşahedenin lugavi anlamı onun muradı değildir. Bazı bilmeyen kimseler bu hataya düşüyorlar.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Şeyhin sohbetinin bereketi
Mücahede ve riyazetlerle terakki elde edildiği gibi, şeyhin sohbeti ve hitabıyla sağlanabilir. Fakat bunun etkisi riyazetle elde edilen gibi derin ve kalıcı değildir. Hazreti Hanzale’nin (radıyallahu anh) “Biz Peygamber Efendimizden (aleyhi ekmeluttehaya) ayrıldıktan sonra daha çok dünya ile ilişki içerisinde oluyoruz ve pekçok şeyi unutuyoruz” söylemesi ise değişik bir durum arzeder. Bundan dolayı böyle bir şüpheye düşmeyiniz. Bu nisyanın sebebi dünya işleriyle meşgul olmaktır. Çünkü bu ilişki ve meşguliyet, onun Hazreti Peygamberden (aleyhi ekmeluttehaya) uzakta olması ve manevi zayıflıktan kaynaklanıyordu.
Hadisten çıkan bir diğer netice: Melekut aleminin keşfinin mümkün ve vaki olması.
Zikir ve murakabelerle nefiste tek yön ve istiğrak galip olduğu zaman, fıtri münasebetten dolayı ara sıra melekut alemi inkişaf olur. Bu hadisten bunun mümkün olduğu ve hatta gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Peygamer Efendimizin (aleyhi ekmeluttehaya) buyurduğu üzere melekler sizinle tokalaşabilir ifadesi buna işaret eder. Hatta hadiste inkişaftan da öte, bir araya gelme, dokunmak ve yakınlaşmanın ispatı vardır.
Hadisteki diğer bir mesele ise, telvinin öğretilmesidir. Telvin, bir halin devamlı, aynı durumda olmamasıdır.
Pekçok salik bundan dolayı arasıra perişan duruma düşer. Bu sebepten “bizim şu halimiz zayıf oldu”, “şu durumumuz zail oldu”, “bizim derecemiz düştü” derler ve netice olarak üzüntü ve hüzün içerisine düşerler.
Kamil şeyhler, değişik haller ile hallenip sıkıntıya düşen müridlerini bu hallerden kurtarmak için, bu durumların geçici olduğunu ve ümitsizliğe düşülmemesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Hususen yeni intisap edenler, bu tağyir ve tebdiliyle yükselme-azalma haliyle çok karşılaşırlar ve ıstılahta buna telvin denir. Temkin ehlinde de durumlarına göre benzer değişiklikler meydana gelir. Hadis-i şerifte bunun da ispatı vardır. Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) buyurdular:
-“Saat be saat değişiklik olur.”
Bunlar sülukun gereklerindendir, zararlı değildir. Bundan dolayı üzülmeyin. Bu hale üzülüp ye’se düşmek çok zararlıdır.
DOKUZUNCU HADİS
Enes bin Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
Bir gün Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) mescide girdi. Mescidde iki direk arasında gerilmiş bir ip görünce:
– “Bu ne?” diye sordu. Ashab:
– “Zeyneb’indir. Burada namaz kılar, yorulduğu veya gevşeklik hissettiği zaman buna tutunur.” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– “Çözün onu! Sizden biriniz zinde olduğu müddetçe namazını kılsın, yorulduğu veya gevşediği zaman otursun” buyurdular. (Buhari, Teheccüd, 18; Müslim, Musafirin,219; Ebu Davud, Tetavvu’,18; vb)
Hadisten çıkan netice: Mücahedede orta yolu tutmak.
Süluk yolunu benimseyen imamlar, mücahede ve riyazette bıkana veya sıhhat bozulana kadar aşırılığa gidilmemesi hususunda ittifak etmişlerdir. Hadis-i şerifte bu eğitimin nasıl yağılacağı açıklanmaktadır. Bazı kimselerden aşırılıklar nakledilir. Onlar aleyhine şüpheye düşmeyin. Onlarda şevkin fazla olması ve kuvvetli muhabbetten dolayı bıkma ve sıhhatin bozulması olmayabilir.
Hadiste Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) yorulup bıkıldığında oturmayı buyurmuşlardır. Onun için salike düşen orta yolu tutmaktır.