Bismillâhirrahmânirrahîm Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn,Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn.
Allah’a hakiki olarak iman etmiş olanların hepsinin yarın Allah’ın huzuruna çıkma, Peygamber Efendimizin (s.a.v) huzuruna çıkma endişesi vardır. Salih insanlarda hayâ bazılarında ise cehennem korkusu mevcuttur. Bugün gece yatıp da sabaha kadar uykudan uyanamıyorsak veya yatağımıza girdiğimiz zaman ahiret endişesi yoksa bizde bir eksiklik var demektir. İmanî manada bir zafiyet var demektir. Ölüm aklımıza gelmiyorsa imanî bir zafiyet vardır.
Ölümün arkasındaki mahşer hadisesi, onca acayip garip hadiseler, Peygamber Efendimizin (s.a.v) bildirdiği, Sadat-ı Kiram’ın bildirdiği şeyler kulak ardı ediliyorsa bu imanî bir zafiyetin işaretidir. Zira sahabeler dahi, bir Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman (r.a) cennetle müjdelendiği halde, cennete girmelerine kesin gözle bakıldığı halde, onların hallerine baktığınız zaman sürekli Allah’ın huzuruna çıkma, sürekli bir hayâ ve korku hali içerisinde oldukları görülür. Hz. Ömer (r.a) “Keşke ben bir insan olmamış olsaydım, Ömer olarak dünyaya gelmemiş olsaydım, keşke bir ot olsaydım hâşâ yerde ki bir necaset olsaydım da yarın Allah huzuruna çıkıp da Allah’ın karşısında eksikliklerim arz edildiği zaman o halin içerisinde olmasaydım.” demiştir. İnsanda böyle bir endişe yoksa imanî bir zafiyet vardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hz. Ömer’e “Ya Ömer beni ne kadar seviyorsun?” deyince Hz. Ömer (r.a) “Ya Resulallah sizi herkesten daha çok seviyorum.” diye cevap verir. “Peki, kendi şahsından da çok seviyor musun?” deyince Hz. Ömer (r.a) bir an duraklar. “Ya Ömer! Kendi şahsından bile beni çok sevmiyorsan sen hakiki anlamda bir mümin bir Müslüman değilsin.” der. Hz. Ömer’in “Eğer Resûlullah (s.a.v) bunun böyle olmasını istiyorsa vallahi billahi bu andan sonra peygamberi kendi canımdan çok seviyorum.” demesi üzerine Resûlullah (s.a.v) “Şimdi imanının kemâle ermiştir ey Ömer” der.
Diğer ashabın, ehli velayetin, ehli imanın durumu da böyleydi. Büyüklerimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.v) dünyanın dehşetini, dünyanın aldatıcılığını bize bildiriyor. Gönül dünyaya bağlandığı zaman, siz gönlünüze dünyayı attığınız zaman, Allah Teâlâ sizi kendi dergâhından atar bunu bilin. Büyükler “Ey nefis! Bu paha biçilmez insan kıymetlidir, yazık değil mi sen bunu kalkıp dünyaya satıyorsun? Bugüne kadar kim gönlünü dünyaya bağlamışsa ahiret nimetlerinden mahrum olmuştur. Nice ehli velayetin zirvesinde olanlar, nice veli insanlar olmuş, dünyanın dehşeti karşısında dünyaya gönül bağlandığı için Cenâb-ı Allah onu ehli küffarın başında eylemiştir.” diyorlar.
Eğer siz kendi gönlünüzde, kendi kalbinizde hazır olan Allah’a yer vermez, onun yerine dünyaya yer verirseniz, Allah da sizi yarın kendi dergâhında yer vermez. Bu malumdur, bu kesindir. Dünya lanetlenmiştir. Peygamber Efendimizin (s.a.v) ifadesiyle dünya melundur, lanetlenmiştir. Dünyaya talip olanlar köpektir. Hazret (k.s) şöyle ifade ediyor: “Dünyadan maksat Allah ile insan arasında mani, insanı Allah’tan gafil bıraktıran her şeydir. Ama dünya eğer insanı Allah’a ulaştırıyorsa, dünyaya bakıp Allah’ın nimetlerini hatırlatıyorsa, elbette ki bu makbuldür, hoştur, güzel olan yanı da budur.” Büyüklerin hayatlarına baktığınız zaman Allah’a karşı, peygambere karşı son derece bir korku içinde olmuşlardır. Allah’a, Allah’ın Resulu olan, varisi olan Peygamber Efendimize (s.a.v),O’nun varisi olan Sadat-ı Kiram’a karşı son derece muhabbet ve hayâ içerisinde olmuşlardır.
Seyda Fadlullah (k.s) şöyle ifade ediyor: “Mahşerde beş karakol kurulur. Birinci karakola iman edenlerin ve etmeyenlerin dosyaları gönderilir. Birinci karakolun vazifesi, ehli iman ile ehli iman olmayanları birbirinden ayırmaktır. Mahşerde o topluluk bir araya gelir. Birinci karakolda adeta bir mahkeme kurulur. Her insanın dünyada yaptığı imanla alakalı olan şeylerin defterleri birinci karakola gelir. Orada bir ayrışma, bir tasfiye süreci başlar. İman ehli olanlar birinci karakoldan geçerler. Ehli iman olmayanlar ise birinci karakoldan geçemez ve neuzibillâh cehenneme müstahak edilirler. İkinci karakolda namaz niyazı olmayan insanların defterleri mevcuttur. Ve o iman etmiş olanlar ikinci karakolun başında durur, muhasebeye tabi tutulurlar. Bazıları namaz kılmadığının tespit edilmesine binaen verilmesi gereken cezaya müstahak edilir ve bunların aleyhine bir cehennem cezası hak görülür.”
Bu durum Peygamber Efendimizin (s.a.v) kulağına gelir. Peygamber Aleyhisselâm hemen dört halifesine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman’a (r.a) “Gidin, işe müdahil olun, bu insanlar cehenneme müstahak olmasın.” der. Onlar da gidip, melaikelerle konuşurlar. Melaikeler: “Bunlar dünyada namazsız niyazsız insanlardır, Allah’a imanları var ama namazlarını ifa etmemişler, onun için bunların aleyhine cehennem cezası hak görülmüş, cehenneme çarptırılacaklar, Allah’ın hüküm gereği budur.” derler. Ve dört halife Peygamber Efendimize (s.a.v) melaikenin sözlerini anlatırlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hemen başını secdeye koyar ve “Yarabbi! Bana dünyada bir vaadin vardı, ümmetim meselenin bu boyutunu bilmiyorlardı. Yarabbi! Ümmetim hakkında bana şefaat hakkı verdiğine dair vaadin vardı. Yarabbi, şefaatimi kabul eyle. Onları cehenneme atmana kalbim pek rıza göstermiyor, ama illa olacaksa benim dört tane halifem burada, ümmetimin ihtiyar taifesinde asi olanlar varsa bu ihtiyarların namına dört halifem hazır beklemektedirler, ümmetimi alın cehenneme onları bırakın. Hanımlar içerisinde ihtiyar hanımlar varsa bunların namına benim hanımlarım mevcuttur. Hanımlarım bunların namına canı gönülden cezayı çekmeye razıdırlar ve asi gençler varsa bunların namına Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin burada hazır bekliyorlar, canı gönülden cehenneme girme fedakârlığını gösteriyorlar. Ve asi genç kızlar varsa kızım Hz. Fatıma burada.” der.
Ve Seyda Fadlullah Hazretleri şöyle devam eder: “Her şeyini ümmetine bu kadar feda etmiş olan bir peygambere her cuma günü dünyada iken sizin amel defterleriniz arz edilir. Filanın oğlu filan, filanın kızı filan bugün bu günahı işlemiştir, Allah’ı tanımıyor, Peygamberi tanımıyor, onlara karşı asidir, ahiret onun umurunda değil, dünyaya dalmış, dünya onu kapmış, yarın gelecekte onu bekleyen şeylerin farkında değildir.” derler. Bu kadar şefkatli ve merhametli olan, her şeyini bize feda edecek olan bir peygambere karşı Seyda (k.s) edep ve hayâlı olun derdi. “Hayâlı olun. Biraz saygı, biraz tevazu, muhabbet gösterin.” derdi.
İnsan ehli muhip olmazsa kaybeder. Şeyh Muhyeddin Arabî’nin ifadesiyle: “Bizim dairemizde, tarikatımızda olanlar büyük velilerdir. Tarikatımızda olmayan bizlere muhip olanlar küçük velilerdir. Yani dairemizde olanların hepsi büyük velayete adaydır. Zira çalışsalar, azim gösterseler büyük veli olurlar. Dairemizin dışında olanlar, lakin muhip olanlar yine çalışırlarsa küçük velayete aday olabilirler.”
Seyda Fadlullah (k.s) olan hadiseleri bize anlatmış, peygamberler bize anlatmış, Allah bize anlatmış. Yarın hiçbir mazeretimiz kalmayacak. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne diyor: “Bugün dünyada iken kendiniz için, yarınki nefsiniz için, kendi nefsinizden bir şeyleri ayırın, yarın pişmanlık olacak, perişanlık vardır.” diyor. Dünyanızdan yine kendi ahiretiniz için bir şeyleri ayırt edin. Gençliğinizden ihtiyarlığınız için bir şeyleri ayırın. İhtiyarlık döneminde ibadet ü taatinizde gevşeklik olacak, gençlikte kuvvetiniz mukavemetiniz çoktur, gençlikte ibadeti tam yapın, ihtiyarlıkta bir zafiyet olacak, onun için bir şeyleri ayırın. Ölüm gelmeden önce hayatınızdan da bir şeyleri ayırın.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) yemin ediyor: “Vallahi billahi nefsim iki elinde bulunan Allah’a yemin ediyorum ki, ölümünüzden sonra artık hiçbir mazeretiniz kabul edilmeyecek, hayat fırsattır sizin için, ölüm bir saniye geldikten sonra süreniz bittiği andan itibaren Allah’a yüz milyar defa özür dileseniz bile ‘Yarabbi olan hadisenin dehşetinin bu derece olduğunu ben bilmiyordum, Ya Rabbi beni mazur gör, ya Rabbi özür diliyorum.” deseniz de artık hiçbir özür kabul edilmeyecek. Ve dünyadan sonra cennet ve cehennem vatanının dışında başka bir vatan da yoktur. Önemli olan da budur. Sizin uğrayacağınız son durak ya cennet olacak ya da neuzibillah cehennem. Cennet ve cehennem durağının dışında da başka durak yoktur. İyi kulak vermek lazım, kalbimizi iyi açmak lazım.
Seyda (k.s) sohbetlerinde sık sık “Elhamdülillah, Allah bizi Müslüman olarak ve ehli tarik olarak yarattı. Bizim için bu iki nimetten daha büyük ne var.” derdi. Müslüman ve ehli tarik… Ehli tarik demek? Hz. Ebû Bekir ve Hz. Resûlullah’a (s.a.v) ulaşan bir silsile. Bundan daha büyük bir nimet mi vardır? Hz. Ali (r.a) şu sözlerle şükrederdi: “Yarabbi biz rıza gösterdik, bizim ile ehli küffara yaptığın taksimata karşı, bu nimete karşı sonsuz teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Bizlere ilim, irfan, Allah’ın marifeti, Peygamber Efendimizin (s.a.v) marifet hazinesini verdin. Düşmanlarımıza da dünya adına mal verdin. Bize ilim, irfan, marifet, onlara da mal verdin. Biz bu taksimata sonsuz rıza gösteriyoruz.” İnsana verilen nimetin hesabı yarın ona sorulacak, bunu böyle bilin.
Şeyh Halid, mecnun kılıklı bir adama “Sen niçin namaz kılmıyorsun?” diye sorar. Adam ise şöyle der: “Şeyh Efendi ben niçin namaz kılayım. Allah bana ne verdi?” Şeyh Halid: “Allah sana göz verdi, kulak verdi.” deyince adam cevaben: “Allah gözü, kulağı köpeğe de vermiş.” der. Bunun üzerine Şeyh Halid “Sen başını secdeye koy, Allah sana ilim verdi, çoluk çocuk nasip etti, mal verdi, yarın bunların hesabı sorulacak, sen başını secdeye koy, kaldırma.” der.
Vallahi insan kendisine verilen nimet hesabınca Allah’ın hesabına maruz bırakılacak. Nasıl ki zahiri malın zekâtı varsa vaktin de, mantığın da, sıhhatin de zekâtı vardır. Bunlar olması gereken yerin dışında kullanıldığı anda insan için büyük bir imtihandır, Allah’ın insana kurduğu bir tuzaktan ibarettir. Bunu böyle bilmek lazım. İlim de böyledir. İlim mecrasının dışında kullanılırsa, akıl mecrasının dışında kullanılırsa, nefis hesabına kullanılırsa bunun büyük bir hesabı vardır, insan işin içinden çıkamaz. Ahirette sıhhatinden sual edileceksin, sıhhatini çöpte bulmadın, bedeninden sual edileceksin, bu muazzam cihazı biz dışarıdan bulmadık. Bu muazzam cihaz elbette ki Allah’a ulaşma, elbette ki başkasını Allah’a ulaştırma namına Allah tarafından bizlere verilmiş büyük bir nimettir. Ama eğer biz bunu mecrasının dışında kullanırsak vallahi nimet felakete dönüşür. Allah’a ulaşmanın yolu Allah’ın benimsediği farzın dışında olmaz. Bunu böyle bilmek lazım. “Ben Allah’ı seviyorum, ben Allah’a ulaştım, ben hakiki bir müminim.” diyoruz. Ancak Allah’ın benimsediği farzla hareket ettiğimiz sürece Allah’a ulaşılır.
Allah’ın benimsediği farz Peygamber Efendimizin (s.a.v) farzıdır. Peygamber Efendimizin (s.a.v) farzı Sadat-ı Kiram’ın farzıdır. İnsan Sadat-ı Kiram’ın farzına riayet etmezse, onların yolunda gitmezse, kendi farzına göre giderse, yol tıkalıdır. Bunun için binlerce ehli velayet bunu bu şekilde bize arz etmişlerdir. Allah’a giden yol Sadat’ın yoludur, Peygamberin Efendimizin (s.a.v) yoludur. Başka yollarla kandırılmayın. Başka yollar tıkalıdır, o tıkalı olan yollar Allah’a ulaştırmıyor. Cenabı Allah hizmetlerinizi kabul eylesin. Ehli tasavvuf, ehli büyükler, Sadat-ı Kiram’ın halleriyle hâllenmeye bakın. Onların muhabbetini kalplerinize yerleştirin. Neuzibillah onların muhabbeti dışında, kalbe dünya sevgi yerleşirse, Allah da sizi yarın kendi dergâhından atar. Ceza amelin cinsine göre tecelli eder.
Büyükler hatmeyi hiç terk etmemişler. Evradı ezkara ehemmiyet vermişler. Rabıtaya çok ehemmiyet vermişler. Sohbete çok ehemmiyet vermişler. Çünkü manevi halin tasfiyesi, kalp tasfiyesi, evradı kalbin izalesi bunlarla olmuştur. Allah kabul eylesin.
Ve sallallahi aleyhi vesellem.