Bismillahirrrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbül âlemin. Vesselatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin nebiyyil ümmi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim.
Muhabbet, ihlâs, teslimiyet. Üç düstur… Ehl-i muhip, ehl-i ihlâs, ehl-i teslim… Muhip demek insanın Sâdât-ı Kirâm’ı, Üstadını kendi canından daha fazla sevmesidir. İhlâs, insanın bütünüyle Allah’ın rızasına uygun hareket etmesidir. Teslimiyet; üstadın sözünü kendi akıl, mantık ve hissiyatının önünde görmek ve onlar hakkında hiçbir şüphe duymamaktır.
Tasavvufa göre her insanın illa ki bir üstadı vardır. Bu ya Sâdât-ı Kirâm’dır, ya da –neuzibillâh- şeytandır, nefstir. Bu ikisinin ortası yoktur. Ya mudill[1] ya da muhik; yani ya Hakk’a götüren mürşid ya da dalalete götüren şeytan ve nefs vardır. Ya dalalet ya hak! İnsana hükmeden ya onu Hakk’a davet eden, kendini Hakk’a teslim etmiş bir mürşid-i kâmildir veyahut şeytan ve nefstir.
İster Allah’ın düşmanı olan, Allah’a başkaldırmış olan nefse teslim olursunuz, ister Allah’ın peygamberinin varisi olan Sâdât-ı Kirâm’a teslim olursunuz, ortası yok. Zannetmeyin ki kendinize teslim olursunuz. Nefs; ya akıl ve mantığa hükmeder, onları kendi lehine işler, onları Allah’ın aleyhine sürükler ya da akıl ve mantık; Sâdât-ı Kirâm’a teslim olur, Hakk’a yürür, kendi lehine ve nefsin de aleyhine sürükler. İnsan zaten teslimdir. Bakın kime teslimiyet gösterilir?
Teslimiyet sizin için ya cehennem kapısıdır ya da cenneti ve Allah’ın rızasını açtıran bir kapıdır. Allah bu hissiyatı kullanma hakkını bütünüyle kullarına vermiştir. Hissiyatınızı kime ve neye vereceğiniz hususunda serbestsiniz. Ama bunun yarın büyük bir hesabı, mesuliyeti var. Aşk ve muhabbet de böyledir. Aşk, âşık olmak için verilmiştir. Ya kendi nefsinize âşıksınız ya da Allah’a, Peygamber Aleyhisselâm’a, Peygamberin varisi olan Sâdât-ı Kirâm’a. Aşkın ortası yok. Aşk; âşık ve maşuk ister. Muhip mahbup ister. Peki, sizin muhabbetiniz kime karşı? Enaniyetinize mi? Nefsinize mi? Sâdât-ı Kirâm’a mı?
Seyda Fadlullah Hazretleri geldi, anlattı, vazifesini yerine getirdi ve bu dünyadan gitti. Siz ise buradasınız. Bu dünyada yirmi sene daha ya varsınız ya yoksunuz, en fazla yirmi beş sene… Dünyaya bir daha dönüşünüz yok. Hiçbir mazeret kabul edilmeyecek. Dehşetli hadiselerle karşı karşıya geleceksiniz. İşin ortası olmayacak. İnsan o gün yalvaracak: “Ya Rabbî bu günün geleceği bana arz edilmişti ama ben dünyaya dalmıştım. Dünya beni öyle etkisine almıştı ki bana ahireti düşünecek hiçbir fırsat bırakılmamıştı. Bütünüyle düşüncemi, aklımı, mantığımı adeta kendi avucuna almıştı. Bana ahireti düşünecek fırsat kalmadı. Ya Rabbî bana fırsat ver. Ya Rabbî ben bu cehennem ateşine katlanamam.” En fazla yirmi sene veyahut yirmi beş sene daha buradasınız sonra bu asrın insanı gidecek başkası gelecek.
Dünyaya karşı dikkatli olun. Dünyanın illüzyonu ve sihrine kanmayın. Her ikisi de insanı etkisi altına alır, hakiki mecranızdan sizi uzaklaştırır. Ehl-i muhabbet, ehl-i ihlâs, ehl-i teslim olun. Allah’ın vereceği bu muhabbet, ihlâs, teslimiyet paha biçilmez nimetlerdir. -Allah muhafaza- eğer siz bu nimetleri kendi enaniyetinize, dünyanıza harcarsanız kendinizi çıkışı olamayan bir çukurun içerisine atarsınız. Bugün uyanmazsanız yarın da uyanmayacaksınız. Kalbinize hâkim olun. Büyüklerin tavsiyelerine riayet edin, onlara inanın.
Hz. Ebû Bekir (r.a) Hz. Peygamber’e (s.a.v) inandığını, iman ettiğini şöyle izah etmiştir: Hz. Ebû Bekir Sıddık’a müşrikler gelip “Bize demiştin ki güya Muhammed hayatında hiç yalan söylememiştir. Sen yalan söylemediği için ona inanıyorsun. Ama bugün dediği şeyleri sen de duydun mu? Miraçtan bahsediyor, bir gecede yedi kat semayı aştığını, Beytülmakdis’e gittiğini, tüm bunların kısa bir zamanda olduğunu söylüyor. Bak yalan söyledi. (neûzü bi’llâh) Akıl mantık dışı olan bu şeyler yalan değil mi? Hani Peygamber (hâşâ) hiç yalan söylemezdi. Sen yalan söylemediği için ona inanmıştın.” diyorlar. Hz. Ebû Bekir Sıddık (r.a): “O söylüyorsa doğrudur.” diyor ve meseleyi kapatıyor.
O kadar ehl-i muhib, o kadar ehl-i ihlâs, o kadar ehl-i teslim… Akıl mantığında hiçbir şüphe yok. Çünkü akıl mantığını Peygamber’in (s.a.v) akıl mantığına feda etmiş. Onun akıl mantığını kendi akıl mantığından üstün görmüş. Sâdât-ı Kirâm’a karşı da böyle olmak lazım. Onlara karşı bu manada o kadar ehl-i muhib, o kadar ehl-i ihlâs, o kadar ehl-i teslim olmak lazım. Olmazsa şeytan ve nefsin hücumatından kendinizi kurtarmanızın imkânı yok. Allah muvaffakiyetler versin.
Vallahi billahi sizin ananızdan babanızdan yüz bin kat fazla üzerinize titreyen bir Peygamberiniz var, bir Rabb u Rahîm’iniz var. Ve peygamber ahlakıyla ahlaklanmış, aynı titizlikle sizin üzerinizde duran Sâdât-ı Kirâm var. Vallahi sizlere düşman olan, sizi cehenneme sevk etme adına sizin için bin bir tuzak kuran düşmanlarınız da var. Düşman dışarıda değil içinizdedir. Allah hikmet gereği nefsi yaratmıştır. Vallahi nefs sizi sevmiyor. Vallahi nefs sizin aleyhinize, bedeninize, dünyanıza, maneviyatınıza ve ahiretinize yönelik ne kadar zararlı şeyler varsa hiç acımadan -çünkü Allah ona acıma duygusunu vermemiştir- çalışıyor ve sizi cehenneme sevk edene kadar da durmuyor. Şeytan hakeza öyledir. Onlara karşı Peygamberimiz (s.a.v) “Dikkatli olun.” diyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Ey Ashab! Dikkat edin, biz şimdi büyük bir muharebeden döndük, çetin bir muharebeydi, çok zahmet gördünüz. Ama biliniz bu düşman küçük bir düşmandı, ehl-i küffar bizim için küçük bir düşmandır. Şimdi bizi büyük bir düşman bekliyor. O düşman içeridendir, hariçten değildir. Şu savaştığımız küffarlardan çok daha güçlü bir düşmandır.” diyor. Nefsle mücadeleye “büyük muharebe” diyor ve ashabına “Hazırlanın” diyor. Ashabı soruyor: “Peki bu düşman nasıl bizim içimizdedir, nerededir, nedir, neyin nesidir?” Hz. Peygamber Aleyhisselâm: “O düşman nefstir.” diyor.
Nefs bugüne dek çok büyük insanları kendi tuzağına düşürmüş, onları aldatmış, onları adeta manen öldürmüştür. Siz bu manada dikkatli olun, büyüklerin tavsiyelerine çok riayet edin. Eğer siz muhabbetinizi nefse vermezseniz, sizin üzerinde pek hâkimiyeti kalmayacaktır.
Ya Rabbî dine umut verene, dine hizmetkâr olana Sen de yardımcı ol. Ya Rabbî duyarsız davranmayan, iman ve İslam şuuruyla dine hizmetkâr olanları Sen mahcup etme. Ya Rabbî onları aziz kıl.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Sizin elinizden tek bir insanın hidayete gelmesi Allah katında o kadar büyüktür ki, sahra kadar kırmızı koyun sadaka verseniz bunun yanında hiçbir kıymeti yoktur.” buyuruyor. Allah din dünyanıza yardım etsin. Allah muvaffakiyetler versin.
Ve sallallahi aleyhi vesellem.
[1] Mudill: yoldan çıkaran, eğri yola teşvik edici.