Kur’an lisanıyla ifade edilen bir gerçektir ki Allah’ın sevgisine ve rızasına giden yol Resûlullah’a[s.a.v.] tâbi olmaktan geçer (Al-i İmran, 3/31). O’na tabi olmak ise, O’nu sevmekten geçer. Hidayet ve aydınlık yolların rehberi olan o kutlu peygambere olan sevginin en güzel işaretlerinden biri ise O’na her fırsatta ve her anıldığında gafil olmayıp salavat getirmektir.

“Salavat”, salat kelimesinin çoğulu olup; dua, istiğfar, övgü, rahmet gibi anlamlar taşımaktadır. “Selam” ise boyun eğip tam bir teslimiyetle teslim olmayı ifade eder. “Salavat”, özel manası ile Peygamber Efendimiz[s.a.v.] için okunan ve Allah’ın rahmet ve selamının O’nun üzerine olması dileği ile getirilen duaları içine almaktadır. Salavat okumak ibadetlerimizden bir parçadır. Kıldığımız her namazda, son oturuşta Efendimize[s.a.v.], al ve ashabına salat ederiz.

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de salavatın hükmünü şöyle beyan eder: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrim) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, tam bir teslimiyetle de selam verin (hürmet edin ve boyun eğin)”.1 Sonsuz güç ve kudret sahibi Allah, Efendimize[s.a.v.] bizzat salat etmiş, emrine amade meleklerinin de O’na salat ve selam ettiklerini bildirerek, mümin kullarından da Peygamber’i[s.a.v.] çokça anmalarını emir buyurmuştur. Allah’ın ve meleklerin salat etmesi, salat edilen kimsenin hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi, şerefinin ortaya konması ve şanının yüceltilmesi anlamlarına gelir. Bu ayetteki “salat” kelimesini müfessirler, Allah’tan “rahmet”, meleklerden “istiğfar”, müminlerden de “hayır dua” olarak açıklamışlardır.2

Burada Hz. Peygamber’in Allah katındaki manevi mertebesi, şan ve şerefinin yüceliği hatırlatılmaktadır. Allah Resûlü’nden[s.a.v.] rivayet edilir ki: “Allah benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir Müslüman’ın yanında anıldım da bana salavat getirdi mi, mutlaka o iki melek ona “Allah seni bağışlasın.” der. Allah ve diğer melekler de o ikimeleğe “Amin” derler.”3

Bu ayet-i kerime nazil olduğunda sahabe Resûlullah’a[s.a.v.]: “Ey Allah’ın Resûlü, sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz, fakat salatı nasıl yapacağız?” diye sorduklarında, Peygamber Efendimiz[s.a.v.] onlara “Allahümme salli ala Muhammedin…” diye başlayan ve namazlardaki oturuşta okunan duaları öğretmiş ve kendisine böylece salat edebileceklerini göstermiştir. 4

Salavatta görünüşte Efendiler Efendisine[s.a.v.] dua ve selam temennilerinde bulunulur. Efendimizin[s.a.v.] buna ihtiyacı var mıdır? O’nu[s.a.v.] bizzat Allah Teâlâ’nın ve meleklerinin salat etmesi zaten O’nun Allah katındaki konumunu ve yüce mertebesini ortaya koymaktadır. Nitekim en yüce makam olan Makam-ı Mahmud’la şereflendirilmiştir. Müminlerin duasına ihtiyacı yoktur. Salavat ancak Efendimize[s.a.v.] duyulan saygıyı, hürmeti, bağlılığı ifade etmek içindir. O’na bağlanın, O’nu yüceltin, övün ve her an O’nun için dua edin anlamları vardır. Efendimize[s.a.v.] yapılan dua ve selam temennileri salavat getirenin üzerine gelir. Bu vesileyle Allah Teâlâ kullarını mükâfatlandırır, şefkat ve merhamet gösterir. Resûlullah[s.a.v.] buyurdular ki: “Kim bana (bir kere) salat okursa Allah da ona on salat okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.”5

Sahabelerden Ubey b. Ka’b[r.a.] bir gün Efendimize[s.a.v.] şöyle sordu: “Ya Resulâllah! Ben sana çok salavat getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” “Dilediğin kadar yap.” buyurdu Efendimiz. “Dualarımın dörtte birini salavata ayırsam uygun olur mu?” diye sordu. “Dilediğin kadarını ayır ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.” buyurdu. “Öyleyse duamın yarısını salavata ayırayım.” dedi. “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.” buyurdu. Ubeyb b. Ka’b[r.a.] yine: “Şu halde üçte ikisi yeter mi?” dedi. Efendimiz[s.a.v.]: “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur.” buyurdu. “Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavat getirsem nasıl olur?” deyince, Efendimi[s.a.v.]: “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.” buyurdular.6

Allah Teâlâ ayet-i kerimede kullarının nimetlerine karşılık şükürle mukabelede bulunmalarını nankörlük etmemelerini buyurmaktadır. O’nun bizlere en büyük nimeti ise Hz. Peygamber’dir[s.a.v.]. Şu halde salavat, bizimle Hz. Peygamber[s.a.v.] arasında en önemli irtibat vesilesidir. O’na salat ve selam dileyen bütün zaman ve mekanlardaki müminlerin sesini duymakta, onlardan gerçek manada haberdar olmaktadır. Nitekim Allah Resul’ü[s.a.v.]: “Şüphesiz ki, benim üzerime salavat getiren kimsenin selamını almak için Allah bana ruhumu iade eder.” buyurmaktadır.7 İbn Arabi[k.s.] konuyla ilgili şunları söyler: “Hz. Resûl’ü[s.a.v.] ruhen de ceseden de görmek mümkündür. Çünkü, bütün peygamberlerin ruhları yine onlara iade edilmiştir, sağdırlar. Kabirlerinden çıkıp melekütta, ulvi ve süflide tasarruf ederler. Onlar güneş gibi olup her yere girebilirler. Aynı vakitte çok yerlerde görünmelerine engel yoktur.”

Söylenen her salavat Allah Resûlü’ne duyulan engin muhabbetin açığa çıkmasıdır. Sahabe-i Kiram, onun ismi anılınca tüyleri ürperir, yanındaymış gibi huşu duyar, ağlardı. Öyleyse bizler de O’nu çokça anıp, mübarek ismini dilimizden bırakmayalım. Resûlullah[s.a.v.]: “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat okuyandır.” buyurdular.8 “Çok seven çok anar.” ve “Sevgi, sevdiğini devamlı zikretmektir.” denilmiştir. Dolayısıyla Allah Resûlü’nü sevmenin alameti, onu çokça, kesintisiz, bıkıp, usanmadan aşkla muhabbetle anmaktır. İbn Kayyim el-Cevziyye, bu konuya şu görüşüyle açıklık getirmiştir: “Mademki bir şeyi çok anmak muhabbetin devamı için gereklidir, o zaman onu anmamak da muhabbetin yok olmasına veya azalmasına sebeptir. Ayrıca Resûlüllah’a[s.a.v.] salat ü selam getirmek o kulun O’na muhabbetinin artmasına vesile olduğu gibi, O’nun da salat ü selam getiren o kula muhabbet etmesine vesile olur.”9

Efendimize[s.a.v.] salavat okumak, bir anlamda bizim ona doğru yönelmiş olduğumuzun, onun getirdiklerine iman ettiğimizin ikrarı niteliğindedir. Bizler bu şekilde salavat okuyarak Nebiler Sultanı’na[s.a.v.] ahdimizi yenileyerek, “seni andık, seni düşündük; Allah Teâlâ’ya senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk.” demiş ve “Dahilek ya Resulâllah! –Bizi de nurlu halkana al ey Allah’ın Resûlü…” talebiyle onun engin şefkat ve şefaatine sığınmış oluruz. Buna karşılık, ahirette herkesin zor duruma düştüğü hengamede “ümmetî, ümmetî” diyerek fedakarlıkların en büyüğünü yapan Efendimiz[s.a.v.], kendisine salavat getirenleri ahirette tanıyacağını bildirerek bizlere büyük bir müjde vermiştir.

Mutasavvıflar salavatın, Resûlullah’ın[s.a.v.] şeref ve makamını yücelten ve Allah Teâlâ’nın katındaki kıymetini belirten bir ibadet olduğunu beyan etmiş, dolayısıyla salavatla meşgul olan kişiye birçok nimetin ihsan olacağını ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber’e[s.a.v.] manevi bir yakınlık elde edebilmek için salavatı vird edinip dillerinden ve gönüllerinden asla düşürmemişlerdir. Salavat ile; işlenen günahların affedileceğine, derecelerin yükseleceğine, şefaate nail olacaklarına, kıyamet korkusundan kurtulacaklarına, Cennet yolunda emin adımlarla ilerleyeceklerine, ömürlerinin bereketleneceğine, Hz. Peygamber’e olan sevgilerinin artacağına ve sırat-ı müstakimden ayrılmayacaklarına inanarak hayatlarını anlamlı kılmaya çalışmışlardır.10

Ebu Süleyman ed-Darani[k.s.], bir kimsenin Allah Teâlâ’dan bir şey isteyeceği zaman, Rasulüllah’a[s.a.v.] salavatını artırmasını sonra isteğini Allah Teâlâ’ya arz etmesini ve duasını salavat getirerek tamamlamasını tavsiye etmiştir. Zira ona göre, Allah Teâlâ iki salavat arasında yapılan duayı mutlaka kabul buyurur. Konuyla ilgili Hz. Ali’den[r.a.] rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah[s.a.v.]: “Hiçbir dua yoktur ki, sema ile arasında bir perde olmasın. Ta ki Hz. Muhammed’e salat ü selam getirinceye kadar. Bunu yapınca perde yırtılıp dua (göğe) çıkar. Salat ü selam getirmeyince dua geri döner.” buyurdular.11 Bizim salatımız, Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, “Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.” manasına bir duadır. Bununla beraber salavatın ayrı bir özelliği vardır. O hadis-i şerifte ifade edildiği üzere duaların kabulüne vesile olan çok makbul bir duadır. Allah Resûlü[s.a.v.] bilhassa cuma günü salavat getirmeye teşvik ederek bu mübarek günün maneviyatını pekiştirmeyi tavsiye etmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Cuma, en hayırlı günlerinizden biridir. Hz. Adem’in (a.s) toprağı o gün yaratıldı, o gün kabzedildi. (Kıyamette Sur’a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse o gün bana salavatı çok okuyun. Zira salavatlarınız bana arz edilir.” Orada bulunanlar: “Salavatlarımız size nasıl arz edilir? Siz çürümüş olacaksınız!” dediler. Aleyhissalatu vesselam: “Allah Teâlâ Hazretleri, Arz’a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı.” buyurdular.12

Allah Tealâ’nın müminler üzerine yüklediği bir vecibe, O’ndan başka hiçbir peygambere verilmeyen bir özellik, hiçbir ümmete verilmeyen bir rahmet kapısıdır salavat… Müminler için dini ve dünyevi her derdin dermanı, sıkıntıların ve problemlerin ortadan kalkmasını sağlayan, günahların affına ve Efendimiz’in[s.a.v.] şefaatine en güzel vesile..

Efendiler Efendisine[s.a.v.] aşkla, iştiyakla, muhabbetle salavat getirelim..

Sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve cezâhü annâ mâ hüve ehlühû.

 


Kaynakça :

1 Ahzâb, 33/56 
2 Muhtasar İbn Kesir, III, 112.
3 Kurtubî, el-Cami Lahkâmi'l-Kur'ân, XIV, 233. 
4 Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320 
5 Nesâî, Sehv SS
6 Tirmizi, Kıyamet, 23 
7 Ebû Davud, Menasik, 96 
8 Tirmizî, Salât 357 
9 İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm, Dârü’l-kütüb’l-ilmiyye, Beyrut ts., s. 248-251
10 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, s. 229-231
11 Deylemî, el-Firdevs, IV, 47. 
12 Ebû Davud, Salât 207, (1047); Nesâî, Cum'a 5, (3, 91,92)

Bunlar da hoşunuza gidebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.