Muhibb-i Sadık olamaz şol kişi kim dil-rübasından
Rica-var-ı ivaz yahut talebkar-ı garaz her bar
Sana ihsan edendir yar-ı sadık çünkü ey salik
Değil sen kendine lütfettiğin kimse hakiki yar
-Hafız Ahmet Mahir
(Mâşuğundan her zaman bir şeyler isteyip karşılık beklerse bir kişi sadık bir âşık olamaz. Çünkü Ey salik! Sana asıl ihsan eden sadık yar mâşuğundur.)
İnsanın sevgisi kalbinin meyletmesidir. Cenâb-ı Hakk’ın sevmesi ise yarattığının fiillerinden ve sözlerinden razı olmasıdır. İnsanın sevgisi duygularının bir noktada toplanması ve Allah’tan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Hakiki âşığın, mâşuğunun hoşnutluğunu kazanma yolunda karşılık beklemeksizin ve istemeksizin her şeyini vermesi gerekir. En büyük hazzı ve mutluluğu da sevdiğini hoşnut etmektir. Bazı ârifler bu anlamı “isar” kelimesiyle ifade ederek: “Sevgi; dost yolunda bütün servetini ve varlığını, canını dahi feda etmektir.” demişlerdir. Aslı Arapça olan şu beyit meali bu manayı açıklar: “Gerçekten seven kişi sevdiğine hakkıyla muhabbet gösterir. Âlemde verilmesi mümkün olmayan şeyi sevgilinin yolunda vermekle ona kavuşur.”
Bu konuda can alıcı başka bir beyit ise:
’’Her kim ki cananını canı için severse canın sever
Her kim ki canını cananı için severse cananın sever” (Fuzuli)
Bütün mal ve melalini aşk yolunda yağma ettiren, cismini, canını muhabbet yolunda feda eden bir Hakk âşığına bu halinin sebebi sorulduğunda; “Ehli dünya iki sevgili arasında geçen bir konuşma yüzündendir.” diye cevap vermiş ve o konuşmanın şöyle cereyan ettiğini söylemiştir:
“Sadık âşık şikâyet makamında ‘Ey sevgilim, seni sevdiğimin şahidi olan kalbimin en derin duygularıyla sevdikçe, âşıkların görmeye can attıkları güzel yüzünü benden çevirerek beni ayrılık karanlığında bırakıyorsun!’ deyince sevgilisi kayıtsızca sordu: ‘Eğer beni dediğin gibi seviyorsan benim yolumda neyini feda ettin?’
Âşığın cevabı şu oldu: ‘Ey mâşuğum! Başka delile ne gerek var? Neyim varsa hepsini sana hediye ediyorum ve bununla birlikte canımı da yolunda feda etmeye hazırım!”
Bu konuşmanın iki yaratılmış arasında geçtiği dikkate alınırsa, bir kulun yaratıcısı olan Rabb’ine karşı göstereceği muhabbetin nasıl olması gerektiği belli olur. İşte gerçek sevgiye lazım gelen hâller bu söylenenlerden ibarettir. Mâşuğundan bir şey ummak ve istemek muhabbet makamıyla ilgili değildir. Çünkü sevgi karşılığında ecir ve mükafat beklemek, bir hâkimin bir davaya bakması için rüşvet alması gibi muhabbet kanununa aykırıdır. Bu yüzden evliyaullahtan bir zât: “ Bir şey istemek sevilenin buğz etmesine sebep olur.” demiştir.
Hz. İsa’ya vahyolunan muhabbet hükümlerinden biri şöyledir: “Cenâb-ı Hakk daima insanın kalbine nazar eder. Dünya ve ukba sevgisinden eser bulmadığı zaman kendi sevgisiyle doldurur.”
Büyüklerden biri bu hususta şu ibretlik kıssayı anlatmıştır:
“Din ve vatan için yapılan bazı gazalarda ağır yaralar almış olan bir kahraman, düşman ordusunun bir kere sağ cenahına, bir kere sol cenahına, üçüncü defa tam ortasına hücum edip her hücumunda önüne gelen düşmanı öldürdükten sonra savaşma sebebini şu şiirle ifade etti:
“Ey heva peşinde olan nefs! Cihanı yaratan Mevla’ya hüsn-i zan eyle ki arzu ettiğin şehitlik işte önündedir. Ey muhabbetimin yöneldiği cennet hurileri! Siz de uzak durun ki, biz ne sizin için ölmeye ne de bir kimseyi öldürmeye giriştik.
Lakin biz sizin yaratıcınız olan Hakk Teâlâ’ya kavuşma iştiyakındayız.
O(cc)’nun bizim açık ve gizliliklerimizi bildiğinden şüphe edilemez.”
Bundan sonra cesur genç düşman saflarına hücum ederek birçok din düşmanını yere sererek savaşa savaşa şehitlik rütbesine erişti. Muhabbet haklarının ne olduğunu kendinden sonra gelenlere gösterip ispat etti.
Bir hadis-i şerifte: “Cenâb-ı Mevla’yı seven belaya hazır olsun.” buyrulmuştur ki, dünya belalarının hepsi muhabbet makamının gereğidir. Bu yüzden bazı ârifler: “Gerçi Cenâb-ı Hakk da sadık müride dert ve bela verirse bu hâl onun sevgisinin gerçek olduğunu gösterir.” buyurmuşlardır.
Evliyaullahtan birisi huzuruna gelerek muhabbet sırlarından bazı hâllere mazhar olduğunu söyleyen müridine: “Ey derviş Cenâb-ı Hakk imtihandan geçirmediği bela ve musibet vererek sınamadığı kimselere muhabbet cevheri vermez!” diyerek hakikat yolunu göstermiştir. İbrahim Ethem Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“Cenâb-ı Hakk şöyle dua etmemi buyurdu: Allah’ım beni kazalara rıza gösteren belalara sabır gösteren ve nimetlere şükredenlerden eyle.”
Muhabbet erbabının fiillerinde ve amellerinde değil, düşüncelerinde bile pek ince vusül perdeleri bulunduğundan masivadan pek değersiz bir şeye meyletmek sebebiyle manevi makamlarından düştüklerine sıkça rastlanmıştır.
Sehl el Tüsteri(ks) bu konu üzerine şöyle buyurmuştur: “Sadık bir muhibbin masivadan bir şeye meyletmesi yüzünden rüyasında ona şöyle buyrulmuştur: ‘O, iyi kuldur, hoş kuldur ama seher yeli ile ferahlanır. Bu da onun ayıbıdır. Hakk’ı seven Hakk’tan başka bir şeyle ferahlanmaz ve teselli bulmaz.’
Evliyaullahtan bir zât sekeratta iken gözünün önüne getirilen cennet dereceleri ve hurilerin görüntüsünden pek muzdarip olup ağlamaya başlamış ve şu mealde bir şiir söylemiştir: “Ya Rabbi, eğer muhabbet derecelerinden senin katında kazandığım mertebe, şu gördüğüm yüksek cennetler ve nimetler ise yazık ki ömrümü zayi etmişim. Bunca zamandır ruhumun tek emeli olan en büyük maksadım olan senin cemal ve rızana göre bu gördüklerimi anlamsız rüya sayıyorum.” demiştir.
Peki “Nasıl talim olunur aşk-ı ilahi?” derseniz:’’Mekteb-i aşka girip talim-i aşk eyleyiniz.’’ demiş büyüklerimiz.
İşte yolumuz olan Nakşilik, seyri sülukla başlayan saliki dünya muhabbetlerinden alıp kademe kademe terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk makamlarından geçirerek aşk-ı hakikiye ulaştırır.
Dergâhlar aşk-ı ilahiyi talim ettiren birer mektep, bu yolun usûlleri tedrisat, mürşidler de muallimleridir. İlahi aşkın membaı ariflerin gönülleridir.
Yunus Emre bu hâlini: “Ballar balını buldum yağma olsun kovanım.’’ dizesiyle ölümsüzleştirmiştir.