Allah’a itaat, Resulullah’a Mutabaat, Bid’atlerden Kaçma
Seyda Hazretleri’nin üstünde durduğu yolumuzun ana esası, Kuran-ı Kerim’e ve sünnet-i nebeviye tabiiyettir. Bu esası Ali İmran, 31 ayet-i kerimesinin tefsirini bizlere okuyarak sık sık dile getirmiştir.
“De ki: “Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafur ve rahimdir.” (Âl-i İmran, 31).
Bu ayet-i kerimenin tefsirini yapan Seyda Fadlullah Hazretleri bu hususu şöyle açıkladılar: “Eğer Allah’ın sizi sevmesini arzu ediyorsanız Resûl-ü Ekrem’e uyunuz. Çünkü Resûl-ü Ekrem’e uyduğunuzda Allah’a itaat etmiş olursunuz. Allah ise kendine itaat eden herkesi sever. Yine Resûl-ü Ekrem’e uymanızda, Allah’a itaat, O’na tazim vardır. O’nun dışındaki bütün varlıklara, tazimi terkten başka bir şeye davet yoktur. Allah’ı seven herkes, buna arzu duyar. Çünkü muhabbet, sevilene tamamıyla yönelmeyi ve sevilen dışındaki her şeyden yüz çevirmeyi gerektirir. Eğer ona uyulmuyorsa bu o sevginin bulunmadığına dalalet eder.” Allah (c.c)’ın emirlerine itaat, Resullah (s.a.v)’ın sünnetine uyma ve muhabbet… İşte bu ayet-i kerimenin anlattığı 3 manayı bize öğreten ve hayatlarımıza yerleştiren Seyda (k.s) Kur’an çizgisine bağlı tasavvuf anlayışını da bizlere gösteriyordu. Seyda (k.s)’ya göre bize öğrettiği temel prensip, binlerce nafilenin, bir farzın yerini tutamayacağı bilinciydi. Şöyle derdi: “Binlerce rekât nafile namaz ve tespih sabah namazının bir rekâtına denk olmaz. İnsan keşke gece uyusaydı da sabah namazına kalksaydı.”.
Seyda (k.s)’nın sohbetleri, yaşantısı, nasihatlerinde ve ikazlarında Allah Teâlâ’nın helal dairesi içinde uygun bir yaşantı tavsiye edilir. Yetiştirmiş olduğu talebeleri incelendiğinde Allah Teâlâ’nın emrine uygun yaşamaya gayret eden, helal ve haramlara dikkat eden kişileri görürsünüz. Seyda Hazretleri fetva çizgisinde değil, takva çizgisinde yaşamayı tavsiye ederdi ve bunda son nokta yoktu. Her zaman daha iyisi, daha incesi… Çünkü kendisi böyle yaşıyordu.
Kur’an ve sünnetin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu ve sünnete uyma konusunun ehemmiyetini belirtmek için “İnsanlar namazın ardından yapılan tespihatı ihmal ediyorlar. Eğer bunu bir sünneti küçümsemeden dolayı yapıyorlar ise bu ayetin hükmüne muhalif harekettir. Bunun küfre kadar gidebilecek tehlikeli sonuçları vardır.” diyerek defaatle sünnete uymanın ehemmiyetini bize göstermiştir. İnsanların hâl ve hareketlerini dikkatle kontrol eder, güzel davranışlar sergileyenleri takdirle karşılardı. O, dışarıda yanlış işler işleyip yanında el bağlayıp boyun bükmeyi bir tarikat edebi olarak görmezdi. Lakin İslam’ın beş şartından biri olan namaz için: “ ‘Salâtı (namazı) olmayanın dini de yoktur.’ gibi ağır hadisler vardır. Namaz kılmayan bir insanın imanında şüphe vardır: Acaba bu kişinin imanı var mıdır, yok mudur? Hatta 70 tane sahabe-i kiram (r.a) ki onlardan birisi de Hz. Aişe (r.a) annemizdir, onların görüşü budur ki: ‘Kasıtlı namaz kılmayan birisinin imanı yoktur.’ Yani bu 70 sahabe-i kiram (r.a) namaz kılmayan bir insanı gayr-ı müslim saymışlardır. Fakat dört mezhep ittifakıyla: ‘Eğer namaz kılmayan bir insan namazı inkâr etmezse kâfir değil, fakat çok ağır günahkârdır.’ Hatta dinin nazarında namaz kılmayan bir kimse köpekten daha aşağıdır., Rabb-ül Âlemin (c.c) katında bir vaktin cezası, 80 bin sene cehennemdir.” derdi.
Resûl-ü Ekrem’i sevme ve ondan utanma, devamlı şekilde Allah’ın huzur ve murakabesinde bulunmak, ilim öğrenme, amellere teşvik, kul hakkına riayet etme, cemaate devam, kimseyi kırmama, bid’at ve ruhsatlardan uzak durmak, dünya sevgisinden uzaklaşma, hastalıklara sabır, hizmet etme, ihtiraslardan ve uyuşukluktan sıyrılmak, övmeyi ve yermeyi bir tutmak, sıla-i rahim, ticari ahlak, hukuki anlayış… Bu sıralamaya birçok madde daha ekleyebiliriz. Seyda (k.s)’nın anlayışına vakıf olmanın yolunu kısaca şu hadis-i şerif özetleyebilir. Hz. Aişe Validemize Hz. Peygamber (s.a.v)’in ahlakı sorulduğu zaman “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’andı.” cevabını vermiştir. Seyda Hazretleri’nin de insanlardan istediği güzel ahlak ve anlayış sahibi olmaları idi.
İtikadın Doğru Olması
Seyda (k.s)’nınönemle üzerinde durduğu bir diğer konu itikattır. Sohbetlerinde “HerMüslümanın bilmesi gereken, öğrenmesi farz olan ilim, akaid ilmidir. Her Müslüman, ‘Allah’a nasıl inanılır, Resûlü Ekrem (s.a.v) kimdir, nerede doğmuştur, nerede vefat etmiştir, diğer peygamberler kimdir, ehl-i sünnet inancı nasıl olmalıdır, melaike-i kiram kimdir, kaza ve kader nedir?’ öğrenip, bunları aile efradına öğretmekle sorumludur. Çünkü insanın itikadı eksik olursa yapmış olduğu hiçbir amelin ona faydası yoktur.” sözleri bizlerin eksiği olan konulara dikkat çekmiştir. Bugün insanlar ile biraz daha detaylı ilgilenildiğinde Seyda’nın bu sözü daha iyi anlaşılabilir. İtikatte mezhebini ve imamının ismi öğretilmemiş bir neslin çocuklarının itikat konularını okuma, öğrenme zorunluluğunu, Seyda(k.s) sohbetlerinde sık sık dile getirirdi. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri’nin “Eskiden insanlar tarikata girmek istediklerinde onlara sorulurdu: ‘Kaza namazın, kaza orucun var mı? Kul hakkı üzerinde varsa tüm bunları öde, sonra yanımıza gel.’ Fakat biz bu zamanda yanımıza gelen insanlara, bir taraftan tebliğ vazifesini yerine getiriyoruz, diğer taraftan da usul ve adabı öğretiyoruz.” diyerek zamanımız mürşitlerinin görevinin zorluğuna işaret etmiştir.
Sünnet-i Seniyyeye Uymak ve Muhabbet
Seyda Hazretleri Allah Teâlâ’yı sevmenin Resûl-ü Ekrem’e uymakla mümkün olacağını söylerdi ve derdi ki: “Bir düşünün Allah Teâlâ O’nu ne kadar sevmiş? ‘Gece gündüz bana ibadet edin ancak o zaman sizi severim.’ demeyip ‘Resûl-ü Ekrem (s.a.v) ’e tabi olun, O nasıl yapmışsa siz de onun gibi yapın, o zaman sizi affederim, sizi severim.’ demiş. O hâlde bizim de Müslüman olarak Resûl-ü Ekrem (s.a.v)’in hayatını çok okumamız gerekir. Sizler okur-yazar insanlarsınız, ‘Resûlü Ekrem (s.a.v) nasıl yaşardı, nasıl yemek yerdi, gece nasıl yatardı, nasıl sabah namazını kılardı?’ bilmeniz gerekir. Eğer biz bunları yerine getirirsek Rabb-ül Âlemîn (c.c)’in muhabbetini kazanırız. Eğer Resûlü Ekrem (s.a.v)’e gerçek manada tâbi olmazsak biz ne kadar Allah’ı sevdiğimizi söylesek de yalan söylemiş oluruz. Çünkü Rabb-ül Âlemîn (c.c) kendi sevgisini Resûlü Ekrem (s.a.v) ’in sevgisine bağlamıştır.” cümleleri kulaklarımızda hala yankılanıyor.
Seyda (k.s) bütün sünnetleri yerine getirmeye gayret eder ve bizlere de sünnetlere uymamızı tavsiye ederdi. “Resûlü Ekrem’in hiçbir sözü, hiçbir hareketi gözümüze küçük gelmesin. Eve sağ ayağımızla girersek, sol ayağımızla çıkarsak Resûl-ü Ekrem’in sünnetini yerine getirmiş oluruz.” derdi.
Seyda (k.s)’dan hiç bilmediğimiz sünnetleri öğrendik. O’nun hareketleriyle sünnet zannettiğimiz yanlışları düzelttik, şu olay bunun güzel bir örneğidir: Bir gün Seyda (k.s) talebesinin önünde yürürken ayağını yere sürümüş. Ayağını yere sürüyerek yürümenin sünnete muhalif olduğunu, ayna vazifesi görerek göstermiştir. Bazı zaman kerameten, bazı zaman nasihatle bizi sünnet çizgisinde yaşamaya teşvik etmiştir.
Seyda (k.s) Ali İmran suresindeki Ayet-i Kerime’nin sevme hakikatinin hangi usul takip edilirse doğru yola götüreceğini yaşantısı ile tesbit etti. Uyulması gereken sünnetlerin canlı misalini onda görebilirdiniz.Abdest ve beş vakit namaza dair sünnetler, duha ve evvabin namazları, teheccüd namazı; sünnet ezkarlar, dualar; otururken, yatarken, gezerken, konuşurken, nikâh kıyılırken, eşler arası hukukta, alış veriş yaparken…
Muhabbet
Seyda (k.s)’nın tarikat usulünde dikkat ettiği önemli hususlardan biri de sevgi ve muhabbettir. Seyda (k.s) sevginin rızayı kazandıracağını, birlikteliği getireceğini biliyordu. Bir sohbetinde “Abdurrahman-ı Taği (k.s) ‘Tarikatın temeli ihlâs, muhabbet ve teslimiyettir.’ dedi, ama ben diyorum ki muhabbet, muhabbet, muhabbettir.”.
Seyda (k.s)’nın fıtratı sevgi ve muhabbet üzerine yaratılmıştı. O’nu rahatlatan sevdiği insanlarla – üç, beş kişi de olsa- oturmak, muhabbet etmekti. Tüm ihvanlara karşı eşsiz bir şefkati ve merhameti vardı. Burada Seyda ile ilgili üzerinde durulması gereken iki konu vardır:
1- Hak dostu ve Resulullah aşığı Seyda: Seyda (k.s) ’nın sevdiği, gerçek dostu Allah Teâlâ ve Resullullah (s.a.v)’tır.
2-Seyda’yı sevenler (biz fakirler) …
Bu iki sevgi üzerinde düşünülmelidir ki bugün bir şeyhi sevmenin ne demek olduğu daha iyi anlaşılabilsin. Onlar Allah’ı severken, Resûl-ü Ekrem’e âşıkken; biz onlara ne ifade ediyoruz da onlar bizi seviyorlar. Onlar, eşrefi mahlûkata baktıklarında Resûl-ü Ekrem’den yayılan rayihadan bir parça görürler. Her bir insanda bu rayihanın değişik bir tezahürü vardır. Onlar tüm canlıları severken bu pencereden baktıklarından herkese karşı şefkatlidirler. Onlar kendilerini sevmeyenleri de severler ve bu sevginin karşılıklı olması da gerekmez. Onlar bir taşa baktıklarında taş elmasa dönüşebilir.
Biz Seyda’yı tanımasaydık; Seyda’nın sadakatini, azmini, muhabbetini, ihlâsını görmeseydik;Resûlü Ekrem’inderecesini, çektiği sıkıntılara tahammülünü, ibadet gayretini anlamamız mümkün olmazdı. Seyda, Hz. Resûl’ün denizinden bir damladır. O bir damlaysaResûlü Ekrem nasıldır? Seyda gibi zatlar, Resûlü Ekrem’in hayatının bir kısmının yansımasıdır ve bize canlı olarak Resûl-ü Ekrem’in davranışlarını fiiliyatıyla, iç âlemleriyle bize yansıtırlar. Dolayısıyla biz bu müşahede ile Hz. Resûl’un değerini daha iyi anlayabiliriz.
Her işte bir rehbere ihtiyacı olan insanın sevgiyi öğrenme durumunda da bir rehbere ihtiyacı vardır. Onlar bizi bir tezahürün parçası olarak sevdilerse biz onları neden sevdik? Bizler Seyda (k.s)’yıResûlü Ekrem’in canlı bir portresi gibi yaşadığı için sevdik, onun vasıtasıyla da Resûlü Ekrem’i sevmeyi öğrendik. Hz.Resûl’ün vasıtasıyla da Allahu Teâlâ’yı sevmeyi öğrendik. Çünkü Allah’ı, Resûlü Ekrem (s.a.v) ’i tanımadan sevemezsiniz. Önce onların hâline bürünen, onları yansıtan insanları seversiniz. Bu şekilde Allah-u Teâlâ’yı ve Resûlü Ekrem’itanımayı ve sevmeyi öğrenirsiniz.Mürit, Allah-u Teâlâ’ya şeyhinin teveccühü altında yaklaşır.Allah’a sevgili olanlar: Allah’ı kullarına sevdiren, yeryüzünde hayır ve nasihatle dolaşanlardır.
İnsanlar bu büyük zatları görmeselerdi ve yanlarında olmadan sadece tasvvufu ve yaşananları kitaplardan okuyarak belli kısımlarını anlayabilirlerdi. Elbette ki bu zatların yanında belli müddet oturmak, sohbetini dinlemek ve iç âlemine vakıf olmak, bir kitabın yüz kere okumasından daha faydalıdır. Siz bir yemeğin tadına bakıp hissettiğinizi tam olarak anlatamayabilirsiniz. Fakat o yemeğin tadına bakmadan onu kitaptan okuyarak ancak öğrenebilirsiniz ancak tadına bakmadan bilemezsiniz. Allah Teâlâ’nın veli kulları da böyledir. Bu maneviyat denizinden tadan insan, hissettiklerini kitap cümleleri kadar düzgün olarak ifade edemese de, bu istifadeyi okuduğu kitapların satır aralarında da bulamaz. Seyda’nın talebelerine öğrettiği tasavvufun genel anlayışı onun “kal ilmi” değil “hal ilmi” olmasıdır.
“İnayetine sığındım, kapına geldim.
Hidayetine sığındım, lütfuna geldim
Kulluk edemedim, affına geldim
Şaşırtma beni, doğruyu söylet
Neş’eni duyur, hakikatı öğret
Sen duyurmazsan ben duyamam
Sen söyletmezsen ben söyleyemem
Sen sevdirmezsen ben sevemem
Sevdir bize hep sevdiklerini
Yerdir bize hep yerdiklerini
Yar et bize erdirdiklerini
Hassasiyetleri ve Anlayışı:
Ümmetkelimesi“e-m-m” kökünden bir isim olup asıl anlamı, sınıf ve cemaat demektir. Kur’an-ı Kerim’de altmış dört yerde geçen ümmet kelimesi cemaat, din, zaman ve topluluk anlamlarında kullanılır. Peygamberimiz’in davetine icabet edip onun getirdiklerini kabul eden topluluklara ’ümmet-i icabet’, davet edildikleri hâlde iman etmeyenlere de ‘ümmet-i davet’ denilir. Küfür topluluğu da bir ümmettir.
İnsanlara her asırda peygamberler gönderildi. Dinin tebliğ edildiği bu insanlar, o peygamberin ümmeti oldular. Bundan dolayı onlara Âdem Aleyhisselam’ın ümmeti, Nuh Aleyhisselam’ın ümmeti, İbrahim Aleyhisselam’ın ümmeti denildi. Peygamber Efendimiz ise bütün insan ve cinlere peygamber olarak gönderildiğinden bütün insanlar ve cinler O’nun ümmeti oldular. Bütün kemalat ve üstünlükleri kendisinde toplayan Efendimiz’den ötürü ümmetlerin en hayırlısı, O’nun ümmetidir.
Seyda Fadlullah Hazretleri bir sohbeti esnasında:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve inzar ediciler olarak peygamberler gönderdi
ve onlarla birlikte insanların ihtilafa düştükleri konular hakkında aralarında hüküm verilmesi için hak ile kitap indirdi. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki hasetten dolayı ihtilafa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. İşte Allah (böylece) iman edenleri, kendi iradesiyle hakkında ihtilafa düştükleri Hakk’a ulaştırdı. Allah kimi dilerse onu sırat-ı müstakime ulaştırır.”
( Bakara 213 ) ayetini okudu ve bugün ayırımcılığın Müslümanlar arasında önemli bir mesele olduğuna dikkat çekti. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’in, insanların önce tek bir toplum olduklarını ve sonradan ayrıldıklarını bildirdiğini, tek bir ümmet olan bu insanların aralarında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı tefrikaya düştüklerini söyledi. Bu sorunun çözülmesinin ise Peygamberimiz’in sünneti etrafında toplanılması ile mümkün olacağını dile getirdi.
Sünnetlere bağlılığa dair samimiyet ve kararlılığın en güzel temsili ise Allah dostları olan mürşidlerdir. Peki bir mürşid-i kâmil sadece kendi etrafındakilere faydalı olan insan mıdır? Yoksa yeryüzünde yaşayan bütün Ümmet-i Muhammed’in ve diğer ümmetlerin sıkıntıları ile ilgilenen ve onları şeytanın ve nefsin hilelerinden koruma sorumluluğunu üstünde hisseden midir ? Eğer kişiSeyda Fadlullah Hazretleri gibi bir zat ise tüm Ümmet-i Muhammed’in derdi onun derdidir. Seyda Fadlullah Hazretleri iman, ibadet, ahlak konusunda herkese faydalı olmaya çalışan bir zattı. Ümmetin birliği beraberliği için çalışırdı. Kimin talebesi veya müridi olduğunuz onun için önemli değildi. Siz onun karşısında Müslüman bir bireydiniz. O’nu ziyarete gelen başka tarikatlara mensup kişilerin manevi durumlarıyla da ilgilenirdi. Seyda’yı ziyaretleri esnasında bu arkadaşlarımız, manevi hâllerinin düzeldiğini “O’nun vesilesi ile rabıtalarımız, hâl ve hareketlerimizde büyük değişiklikler oldu.” diyerek ifade ettiler.
Seyda Hazretleri kendisinden istifade eden ve bu değişimi yaşayan insanlara “ Bize gelin. ” dememiştir. Bazen talebeleri Seyda Hazretleri’ne: “Bunlar sizin müridiniz olsa ne kadar iyi olur.” dediklerinde: “Onlara dokunmayın, bulundukları cemaatlerden istifade ediyorlar.” derdi.
Cemaatlerin sonuna eklenmiş “şucu, bucu” kelimelerinden rahatsız olur ve kelimelerin sonundaki “cı, cu” lar atılmadıktan sonra birlik ve beraberliği teessüs etmenin mümkün olmadığını dile getirirdi.
Seyda Fadlullah Hazretleri’nin cemaat taassubu yoktu. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan büyük zatları ziyaret eder, onların dualarını alırdı. Umre ziyaretleri esnasında Mekke ve Medine’deki âlimleri ziyaret ederdi. Manevi alemde manevi derecelere sahip olan alim, mürşid, salih insanlarbir araya geldiklerinde aralarında Müslümanların faydasına olacak bereketli alışverişler zuhur eder. Seyda Fadlullah Hazretleri, Muhammed Alevi Hazretlerini ziyaretlerinde manevi fütuhatlar yaşanmıştı. Muhammed Alevi Hazretleri Türkiye’de Seyda gibi âlimlerin bulunmasından çok memnun olmuştur. Hadis âlimi Muhammed Alevi Hazretleri, son nefese kadar ilim ve tedrisata devam etmesini kendisinden istemiştir. Altının kıymetini sarraf bilir. Altın silsilenin halkası olan bu mübarek zatlar da birbirlerini hiç tanımadıkları hâlde kendilerini birbirlerine çekmişlerdir.
“İnsanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele etmelidir.” hadis-i şerifi gereğincekendisini ziyarete gelen zatlara hürmetle muamele ederdi. Yaptıkları hizmetleri hep överdi ve sünnet olduğu düşünülerek hareket edilirse bu hizmetlerin daha da bereketleneceğini söylerdi.
Seyda Fadlullah Hazretleri, kendisini ziyarete gelen bürokrat ve siyasetçilere, sohbet ve nasihatleri içinde şu tavsiyelerde bulunurdu: “Her topluluğun ve cemaatin yaptığı hizmet farklıdır. Allah için yapılan hizmet az da olsa kıymetlidir.” Bu yüzden her cemaate merhamet gözüyle yaklaşılmasını izah etmeye çalışırdı. İnsanlara hizmet ederken bir tarafa sempati ile yaklaşıp diğer taraftan yüz çevirmemeyi tavsiye ederdi. Çevresine farklı insanlar geldiğinde sünnet-i seniyyeye uymanın çok önemli olduğunu onlara aktarırdı. Böylece bütün insanların kendi anlayışlarının yerine, Peygamberimiz’in etrafında toplanma anlayışını kazanmalarını isterdi. Sohbetlerine katılan, olaylara yön veren insanlar tarafından, bu anlayışın kabul gördüğü görülürdü. Bunun sebebi hem cemaat taassubu ile konuşmaması hem de kalplere olan tasarrufuydu.
Said Nursi’yi okuyan birisi geldiğinde, “Risale-i Nur okumak Nurculuksa biz de Nurcuyuz,Hz. Ali’yi sevmek Alevilik ise biz sizden daha fazla Alevi’yiz.” derdi; ama Peygamberimiz’e itaat çerçevesinde olması şartıyla. Yapacaklarını Allah Teâlâ Hazretleri’nin Cebrail (a.s) vasıtasıyla öğrettiği bir rehberi örnek almak, insanın kalbinde acabaya yer bırakmaz. Seyda Fadlulllah Hazretleri bu anlayışı insanların kalbine yerleştirmek için gayret ediyordu. Ne kadar güzel bir ölçü…
Geçen yıllar içinde yapmış olduğu bir teveccüh sonrasında kendisini ziyarete gelen değişik gruplardan birinin “Zamanın gavsı bizim efendimizdir. Siz nasıl teveccüh yaparsınız?” sorusunu şu şekilde izah etti: “İki sebebi vardır.” diyerek böyle bir soru sorulmasında birinci nedenin kendini beğenmek olduğunu vurguladı. Diğer nedenin kaynağının ise cehalet olduğunu, bu sözleri sarf eden bir insanın, derecesinin kendi cemaat liderinden daha üstün olduğunu iddia ettiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Ben iyiyim demek insanı her zaman helake sürükler. İnsanda herhangi bir konuda oluşan aşırı sevgi ve heyecan bilgi ile değil de cehaletle desteklenirse bu taassuba girer, ilimle desteklenirse müsamaha (hoşgörürlülük) meydana gelir. Tarikatte oluşan sevgi ve muhabbetin insanı taassuba götürmemesine dikkat etmek gerekir. Fakat Kur’anî nasslara ve sünnete uygun olan bağlılık taassup değildir. Zira iman, tasdik etmek; İslam ise hak ve doğru olana teslim olmak demektir. Bu da dine bağlılık ve sadık olmak anlamını taşır ki buna salabet-i diniyye denir.”
Bir sohbeti esnasında Seyda’ya sordular: “Bütün tarikatlerde müridan çeşitli mürşitlere makam veriyorlar, ne diyorsunuz?” Seyda kızarak: “Eğer o kimseler bir velinin makamını Levhi Mahfuz’da görmüşseler o velinin hakkında filan makamdadır, desinler. Yok eğer görmemişlerse o velinin hakkında boşuna yalan söz sarf etmesinler.”
Seyda Hazretleri, tasavvuftaki birlik ve beraberlik anlayışına Nurşin’deki anlayışı örnek gösterirdi. Nurşin’de dedesi ve babası zamanındaki anlayışın hâlen devam ettiğini söylerdi. Nurşin Türk, Kürt, Arap, Farisiher milletten insanın bir arada birlik ve beraberlik içinde yaşadığı bir yerdir. Bu Nurşin’de yaşayan insanların gerçek nefs terbiyesine önem vermelerinden ileri gelir. Bir insanın nefsi ona iyilik emrediyorsa o insanda hasedin ve diğer duyguların olması pek mümkün değildir. Nurşin birçok mürşidin bir arada yaşadığı bir yerdir. Bu mürşitlerin hepsinin müritleri ve talebeleri vardır. Herkes birbirinin hatmesine girer. Kimse kimsenin müridine karışmaz. Bir mürşidin bir tane müridi olabilir. Nurşin’de o kimseye “Sen tek kişisin, gel bizim tarikata gir.” denmez. Herkes birlik beraberlik içindedir ve ümmetin kardeş olduğunu bilerek hareket eder.
Seyda’nın dikkat çeken özelliklerinden biri de herhangi bir siyasi görüşe yakın olmamasıydı. Siyaset ile İslamiyet’in ayrı görüşler olduğunu, hiçbir siyasi görüşü İslamiyet olarak değerlendirmemek gerektiğini ancak İslamiyet’e yakın görüşler olabileceğini söylerdi. Bu yüzden etrafında birçok farklı görüşten insan huzur ile otururdu.
Farklı görüşten olan insanlar bir evde de yaşasalar aralarında kırgınlıklar olmaktadır. Bu da ümmetin parçalanmasına sebebiyet vermektedir.
“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah’ın yanında en üstün olanınız, (Allah’ın buyruklarının dışına çıkmaktan) en çok korunanızdır. Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.” (el-Hucurât, 49/13).Seyda Hazretleri Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetinin arasında, hiçbir ırkın veya rengin ve cinsiyetin diğerine üstünlüğü düşünmezdi. Üstünlüğün tek ölçüsünün takva, yani Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmek olduğunu söylerdi. İslam’a göre, ırkları Allah yaratmıştır. Bu ırklar, kaynaşmaya ve yardımlaşmaya bir yoldur. İnsanların hepsi bir babadandır. O baba da toprak asıllıdır. Üstünlük beşerî ölçülerle değildir. Üstünlük takva iledir.
Zamanımızda insanların sıkça unuttuğu Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmanın en emin yolu Peygamber Efendimiz’e uymak ve onun varis tayin ettiği kâmil mürşitlerin anlayışlarını rehber edinmektir. Bu kadar güzel hasletleri kendinde toplayan bu zatın davranışları ve anlayışı sadece Müslümanlara değil bütün topluluklara örnek olmalıdır. İnsanlar bu anlayış ile yoğrulmalı; ibadette, ihlâsta ve güzel ahlakta birbirleriyle yarışmalıdır.. Böylelikle insanlar arasındaki ayrılıklar birlikteliğe, savaşlar da barışa dönüşecektir. Tarihimizde bunun en güzel örneklerinden biri Moğolların Anadolu’yu işgali sonrasında yaşanmıştır. Bu işgal dolayısıyla Anadolu’da yaşayan Müslümanlar arasında büyük ayrılıklar yaşanmışken onları yeniden bir araya getirerek toplumsal barışı ve birlikteliği o devrin büyük mürşidleri yapmışlardır. Bu dönemin önemli mutasavvıfı Yunus Emre Anadolu insanına şöyle seslenmiştir:
Gelin tanış (birlik) olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelimi sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.
Mürşid-i kâmiller yaşadıkları her devirde insanları birliğe ve kardeşliğe sevk etmişlerdir. Seyda Fadlullah Hazretleri bir önder olarak vazifesini yerine getirmiş ve örnek davranışlar sergilemiştir. Bundan sonrası bizim gayret ve anlayışımıza kalmaktadır.
Hizmet Anlayışı:
Şeyh Fadlullah Hazretleri, dini en doğal ve sade biçiminde yaşadı. Büyüklerinden ne görmüşse hayatına onu tatbik etti. Abartısı, keramet iddiası yoktu. Allah’ın azametine karşı kendini hiç bilen, küçük gören kulluk bilincinde bir insandı. Zaten en büyük keramet de bu değil midir? Şeyh Fadlullah Hazretleri ümmetin hâdimi idi. Müslümanların birlik ve beraberliğine çok önem verirdi. Ümmetçiydi, ayırımcı değildi. Bazı cemaatlerin büyükleri ile görüştüğünde onları överdi. “Ümmete kim faydalı ise Allah katında o kıymetlidir” derdi. Ümmete hizmet eden, kendi menfaatini düşünmeyen, en gayretli kim ise o sevilir. Şeyh Fadlullah Hazretleri de ümmete kendini feda etti. Seyda’nın çekmiş olduğu bu sıkıntıların mükâfatını, Allah Teâlâ bilir.
O maneviyatı yara alan insanların, ticari işleri çıkmaza giren, ailevi ilişkileri bozulan, arkadaşlarıyla meselelerini çözemeyen, okul hayatının zorlukları içinde çırpınan örgencilerin sığındığı bir limandı. İnsan yetiştirmek onda bir sanattı. Seyda’nın insanlara hizmetini birkaç başlık altında toplayabiliriz.
Tasavvuf ve İlim Hizmetleri
Şeyh Fadlullah Hazretleri İlim ve tasavvuf hizmetlerini beraber yürüttü. “İlimsiz, talebesiz hizmet olmaz. Âlimsiz ümmet olmaz.” derdi. Seyda’nın en çok uğraştığı ve emek verdiği konulardan biri de medresedir.Gençlik döneminde ileri derecede ki göz rahatsızlığı ve doktorların uyarıları sonucunda tedrisat çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. Medine ziyaretlerinde, Muhammed Alevi Hazretlerinin “ölene kadar tedrisatla ilgilen” sözü üzerine dergâh olan evinin yanına, uzun ve yorucu çalışmalardan sonra bir de ilim için yer açtı ve öğrenci yetiştirmeye devam etti.
Seyda meyve veren bir ağaçtı. Müslümanlara en büyük hizmetlerinden biri de, yetiştirmiş olduğu halifeleridir. Bu gün insanlık, insan-ı kâmilin eğitimine muhtaçtır.Mürşid-i kamil ilim ve tasavvuf alanında yetkili kişidir.Bu gün her iki yönde yetişmiş örnek insanlar azalmıştır. Çünkü yalnız tasavvuf olur, fıkıh olmazsa insanı zındıklığa götürebilir. Yalnız fıkıh ve ilim olur, tasavvuf olmazsa bu da insanı kasvete götürür. Tasavvuf ve ilim birlikte olduğunda iki kemaliyet bir arada olur.
Müridleri ile olan ilişkisi
Şeyh Fadlullah Hazretleri çok büyük bir aileye mensub bir baba idi. Bu ailenin içinde akrabaları,eşi çocukları olduğu gibi babası olduğu geniş bir aile topluluğu da vardı.Seyda’nın hayatında başınızı hangi yöne çevirseniz çevirin, insanların sıkıntılarına koşan, dertlerine derman olan bir baba görürsünüz.
Mürşidlerin vazifesi insanların yaşayışlarını, anlayışlarını, kalblerini Allah Teâlâ’nın rızasına uygun hale yöneltmektir. Seyda’nın karşısında kim otursa, nefsini tezkiye ederdi. İnsanların nefsiyle olan sıkıntılarını şaka yolu ile onlara anlatırdı. Sohbeti esnasında gönülleri genişletirdi. Müridlerini işleri ile ilgili konularda çalışmaya teşvik eder, fakat bu sevginin kalpte yer etmemesi için Allah Teâlâ’yı hatırlama konusunda insanları nafile ibadetlere yöneltirdi. Muhabbeti geliştirici unsurun rabıta olduğunu söylerdi. O’nun yanına gelip de istifade etmemiş bir tek insan göremezsiniz.
Seyda Şeyh Fadlullah, Şah-ı Nakşibend’in ahlakında idi. Misafirlerin yemeği ile ilgilenir, evinde herkesi ağırlardı. Bu hizmetleri eşi ve çocukları ile birlikte yapardı. Çeşitli sebeplerden dolayı uzun zaman kaldığı yerlerde insanların eğitimi ile birebir ilgilendi. Her gün sohbet yapardı. Bazen gece geç saatlerde gelen insanları kırmaz muhabbet dolu sohbetler icra ederdi. Her bir sohbetinde herkes kendisi için bazı işaretler bulur halini düzeltme gereği hissederdi. Onun hizmet temposuna yetişmek mümkün değildi. Kalbi elinde, hizmete koşan Seyda’nın, yanındaki gençleri bir ay sonra şaşkına çeviren bir hizmet azmi ve temposu vardı. Bu kadar hizmet aşkını ve gücünü nerden buluyordu anlamak mümkün değil. İbadette, hizmette, meseleleri halletmede üstün bir yeteneğe sahipti. O’nu tanıdığımız 25 sene içerisinde hizmet yaparken nafile ibadetleri terk ettiği görülmemiştir. Her gece tehecccüde kalkar, güneş doğana kadar seccadede otururdu. Bir saat uyuduktan sonra kalkar, gece geç saatlere kadar hizmet işiyle uğraşırdı. Hz. Mevlana’nın “Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” sözünde ki gibi kalpleriışığı ile tutuşturmuş ve cevheri artarak ziyalanmıştır.
Günümüzde fetva makamında birçok âlim vardır.Şeyh Fadlullah Hazretleri kredi çekme, ticari işlerde faiz kullanmama, kasko, organ nakli, otopsi gibi ümmetin sıkıntı yaşadığı konularda sıkıntıları giderici bir rehber oldu. Ezher üniversitesinden gelen bir öğrenci Mısır’da bazı âlimlerin faizle ilgili konularda fetvalar verdiğini, bu konuda kendisinin ne düşündüğü sorulduğunda şu ifadesi herkese örnek niteliğindedir: “Âlimler ümmeti haramdan kurtaracak bir yol bulmuşlarsa biz itiraz ve münakaşa etmiyoruz. Fakat biz delilini kitap da görmediğimiz bir konuyu da yapmıyoruz.” Birlik ve beraberliği teessüs ettiren, insanlar arasında münakaşayı ortadan kaldıran güzel bir yorum.
Bu gün cemaatlerin çözemediği bid’at tarzındaki yanlışlar devam etmektedir. Bunun en güzel örneği; sekiz rekat olan teheccüd namazının 3 rekat eklenerek 11 rekat nasıl kılınır olduğu meselesidir? Üç rekât kılınan nafile namaz yoktur. Teheccüd namazını on bir rekata nasıl tamamlıyorsunuz diye sorduğumuzda; sekiz rekat teheccüd namazı, iki rekat kabir namazı ve oturarak kılınan iki rekat da bir rekat yerine sayılır, bu şekilde 11 rekat tamamlanmış olur diye bir cevap alırız. Bununla ilgili Seyda kitaplara baktığında kaynak göremez, bu şekilde kılan insanlara sorduğunda onlar da bir cevap veremezler. Eskiden düzenli teheccüde kalkan kişiler vitr namazını teheccüd namazı ile birlikte kılarlardı. Bu şekilde üç rekat kılınan vitr namazı ile sekiz rekat kılınan teheccüd namaz, toplamda on bir rekat kılınmış olur. Zamanla yaygınlaşan bu adet galat-ı meşhur hale dönüşüp aslı bilinmeden yapıldığından bidat haine gelmiştir. Şeyh Fadlullah Hazretleri basit gibi görünen bu meseleyi açıklığa kavuşturarak akıllardaki soru işaretlerini cevaplandırmıştır. Buna benzeyen birçok soru O’nun tarafından çözülmüştür. O’na aklınızın karıştığı hangi soruyu sorsanız en güzel cevabı alır ve kalbiniz mutmain olarak yanından ayrılırdınız. Seyda’nın tarikatında taasub ve bid’at yoktu.
Uzak ve yakın, farklı bir ülkede olmanız fark etmezdi. O’nun için duvarın arkası ve önü yoktu. Yanında otururken, kapının arkasındakilere “orda mısınız?” der kalbini bağlamış olan herkese sizden haberdarım mesajını verirdi. Kalpleri evirir çevirir, çengeline takar ardından sürüklerdi. Bazen kalbinizi kapatır, yabancı gibi hissettirirdi. Bazen de çok yakın olduğunuzu bilirdiniz. Ondan hatalarınızı duyarken ben bunu yaptım gülümsemesi ile dinler, onu tekrarlamamaya gayret ederdiniz.Eşleri ile küs olanları, muhabbeti birbirine karşı eksilmişleri birbirine yaklaştırırdı.
Mevlana gibiydi
Seyda biraz Mevlana gibiydi. Kıskanılan, hakkında konuşulan, zorluklar çeken. Şems-i Tebrizi, Mevlana’yı kendine kurmuş olduğu dünyadan çıkararak günahkârların, alt tabakadaki toplumun dışına itilmiş insanların da yardıma ihtiyacı olduğunu gösterdi. Seyda’nın yanına gelen bazı insanlar kanat takmış kaplanlardı. Eğer serbest bırakılsalar, duvarın öte tarafına geçseler herkesi parçalayabilirlerdi. Seyda kanatlı kaplanları dizinin dibinde oturttu, kalplerine muhabbet tohumu ekti.
Duası ve nasihatleri ile sadece insanları değil, toplum barışını etkileyen azîm bir zattı. Nurşin’in etrafında yaşayan, sayıları binleri bulan aşiretler arasında senelerdir devam eden husumetin şiddete dönüştüğü zamanlarda araya girerek bu husumetleri çözmeyi başardı. Bu bölgede yaşayan insanların büyük hatalar işlemesine, haramlara girmesine engel olarak toplum barışına büyük hizmetler yaptı. Hayatının son döneminde çözdüğü kan davası yaptığı en büyük ve hayırlı hizmetlerden biridir.
Herkesle dost olmayı, kimseyi kırmamayı, kimseye kin tutmamayı, insanlardan bir şey istemeyip Allah’tan istemeyi, birisi size küsmüşse yanına gitmeyi, kötülük yapanlara iyilik ile muamale etmeyi, sizi aramayanı aramayı, vermeyene ikram etmeyi, insanların gönüllerini gül bahçesine çevirmeyi tavsiye ederdi. İnsanın nefsine zor gelen şeyleri bir şekilde yaptırırdı. İyilik yapığınızda karşılığında kötülük görünce üzülene “Bunu onun için mi Allah için mi yaptın?” diye sorar o zaman üzülmenin gereksiz olduğunu söylerdi. Hayatımızda mihenk taşı oluşturmaya çalıştırdığı şu sözü yerine getirilmesi çok zor bir reçetedir. Fakat hayatınıza yerleştirdiğinizde çok büyük bir adımdır. Hz. Ali (r.a) bir gün çarşıdan geçerken bir grup ona saldırır. Çarşı ahalisi Hz. Ali (r.a) kurtarıp, saldırganları linç etmek ister. Hz. Ali (r.a) hikmet dolu şu sözleri söyler, “Eğer ben kötüysem buna layığım, bu insanların suçu yoktur. Yok, ben iyi isem, bu insanlar ne yaparlarsa yapsın beni derecemden aşağı düşüremezler.”
AİLESİNE VERDİĞİ ÖNEM
Seyda ailesine çok bağlıydı, ailenin en küçüğü olmasına rağmen, herkesin derdiyle ilgilenen, herkesi şefkatli kucağında derleyip toparlayan O’ydu. Seyda her yönüyle ibret alınacak çok fedakâr bir insandı. Abisi Şeyh Zeki yakalandığı mide kanserinden dolayı Ankara’da yedi ay hastanede kaldı. Seyda da Ankara’da kalarak, bu yedi aylık süreçte abisini hiç yalnız bırakmadı. Sabah sekizde hastaneye gider, gece geç vakte kadar hastanede kalırdı. Abisinin bakımıyla kendisi ilgilenirdi. Hâlbuki kendisi de çok hastaydı. Şeyh Zeki de Seyda’yı çok sever, bir an dahi yanından ayrılmasını istemezdi. O’na “ Beni bırakıp gitme, Sen yanımda olunca acılarım azalıyor, yüreğim ferahlıyor” derdi. Hastalığının son zamanlarında Şeyh Zeki yoğun bakıma alındığında, Seyda yoğun bakıma yanına girer yanında Yasin suresini okurdu.
Şeyh Zeki 1993 yılında Ramazan ayında vefat etti. Seyda o yıl Ramazan ayında hep geç iftar etmek zorunda kaldı, hatta bazı akşamlar yanından ayrılmak istemez hastanede iftar ederdi. Bir keresinde “Doktor Bey, bu da çok büyük hizmettir. Yapılan hiçbir hizmet zayi olmaz, Allah bize bu hizmetimizin karşılığını muhakkak verecektir” dedi. Şeyh Zeki’nin vefatı ardından gerek Ankara’da, gerekse Nurşin’de tüm cenaze işlerini bir baba gibi Seyda üstlendi.
Aradan sekiz ay geçtikten sonra abisi Şeyh Burhan kalp krizi geçirerek aniden vefat etti. Bu kaybın ardından artık Seyda için zorlu günler başladı. Seyda o zaman çok genç yaştaydı. Kendisinin küçük yaşlarda yedi çocuğu vardı. Vefat eden ağabeyleri Şeyh Zeki ve Şeyh Burhan’ın dörder çocuğunun bakımını üstlendi.
O günden sonra ağabeylerinin çocukları mahzun olmasınlar diye kendi çocuklarına baba demeği yasakladı. Herkesin O’na ismiyle hitap etmesini söyledi.
Babası genç yaşta vefat ettiği için annesi ve bekâr 2 kız kardeşi ile de Seyda ilgileniyordu. Seyda hiçbir zaman zengin bir insan olmadı. Ama çok cömertti. “Doktor bey, benim masrafım çoktur. Ben her bayram hiçbir şey almasam en az 15 çift ayakkabı alırım.” derdi. Eğer parası yetmezse kendi çocuklarına almazdı. Eve ne alınırsa üçe bölünürdü. Bir karpuz alınırsa üçe bölünür, bir parçası eve bırakılır, diğer iki parça kardeşlerinin evine götürülürdü. Seyda her şeyini ailesiyle bu şekilde paylaştı. Seyda’nın bu uygulaması evinde halen devam eder.
Şeyh Fadlullah Hazretleri bu davranışları ile bize kardeşler arası hukuku, hastaya bakmanın faziletini yaşayarak göstermiştir.
Seyda, anne hakkına çok riayet ederdi. Annesi Seyda-ı Tahi ailesine çok hizmeti geçmiş, saliha bir hanımdı. Ondan biri dua etmesini istediği zaman “ Biz kimiz ki Allah bizim duamızı kabul etsin. İslam’a gerçek hizmet eden Seyda-i Taği’dir. Allah O’nun hatırına bizi affetsin, O’nun duası olsun inşallah derdi.”
Seyda annesine karşı hürmette kusur etmezdi. Nurşin’de Divan’dan eve gelirken ince patikadan çıkar, ilk önce annesine uğrardı. Bir müddet orada oturur, sohbet eder annesi ve kız kardeşlerinin gönlünü alır sonra evine gelirdi. Annesinin, kardeşlerinin halini hatırını; bir ihtiyaçları olup olmadığını sorardı. Kendisi annesine hürmet ettiği gibi, evlatlarının da hürmette kusur etmemelerini isterdi. “Onlar sizi kıracak bir söz söyleseler dahi sakın onlara darılmayın. Onlar sizin büyüğünüzdür, canınızdır. Sizin asla kötülüğünüzü istemezler” derdi.
Seyda Nurşin’e dönerken ailesindeki herkese hediye alarak Nurşin’e dönerdi. Eşine, annesine, vefat etmiş ağabeylerinin hanımlarına, çocuklarına, bekâr kız kardeşlerine… Kimseyi ihmal etmez, belki bir çorap dahi olsa gücünün yettiği kadar herkesin gönlünü almaya çalışırdı.
Seyda çocuklarının eğitimine çok özen gösterirdi. Kendi çocuklarıyla birlikte abisinin çocuklarını da okuttu. Seyda Molla Alameddin’i Molla Muhammed’in Gaziantep’teki medresesine gönderirken abisinin oğlu… nu da gönderdi. Bazılarını Ankara’da üniversitede okuttu. Onları fark ettirmeden bir gölge gibi izledi. Kimlerle görüşüyorlar, nerede kalıyorlar hepsini bilirdi.
Erkek evlatlarını farklı şehirlerdeki medreseye gönderir, kız çocuklarının eğitimiyle bizzat kendisi ilgilenirdi. Kuran-ı Kerim’i ilk öğrendikleri zaman onlara her gün bir sayfayı en az 20 kez okutturarak talim ettirirdi. Gece namazına kalktığında hepsini uyandırır, herkesi cemaatinde görmek isterdi. Akşamları aile efradını toplar, onlara Resul-ü Ekrem’in (s.a.v) siyerini, Sadat-ı Kiramın hayatını anlatırdı. Bu yolda hizmet etmenin önem ve değerini kıssalarla anlatır, hepsinin kalbine hizmet tohumlarını muhabbetle atardı.
Allah’ım, bizi, “Kabe kevseyn ev edna” sırrına Efendimiz Muhammed vasıtasıyla
zat, sıfat ve isimlerinin ef’ al ve eserlarinin hakikatına eriştir.
Ta ki, Senden başkasını görmeyelim, işitmeyelim, hissetmeyelim
ve varlıkta Senden başkasını bulmayalım.
[Geylânî Hz.]
kalb-iselim.net adlı siteden derlenmiştir.