İbadetlerin temeli sağlam inançlardır. Sağlam inanca dayanmayan ibadetlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Allah kendilerinden razı olsun, Selefin alimleri tâ İslâm’ın ilk devirlerinde Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem’in üzerinde bulunduğu inanç yolunu tesbit etmişler ve bozuk inançları reddederek tertemiz ve sağlam bir inanç yolunu, Ehl-i Sünnet vel-Cemaat yolunu bizlere kadar intikal ettirmişlerdir.
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem’in, kurtulduğunu müjdelediği fırka bu Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancına bağlı bulunanlardır. İnanç bakımından ehl-i sünnetin dışında kalanlara “Bid’at ehl-i” tâbiri kullanılır. Bid’at ehlini bütünü ile kâfirlik, yahut sapıklıkla itham etmeğe Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancı müsaade etmemekle beraber, Hz. Peygamberin izinden yürüyebilmek, inanç sahalarında tehlikeli gediklerle karşılaşmamak ve imanı bir bütün halinde muhafaza edebilmek için bu bid’at ehlinin inançlarından kendimizi korumak zorundayız.
Hanefî Mezhebinin kurucusu olan ve aynı zamanda bugünkü manada İslâm Fıkhı’nın da babası sayılan İmam Âzam Hazretleri, Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancının da ilk kurucusu olarak tanınmaktadır,
İmam Âzam, Fıkha intisap etmeden evvel bir müddet mesaisini Bid’at ehline karşı mücadele etmek, kelâma ait meselelerle meşgul olmakla geçirmiş ve muarızlarını deha derecesindeki zekâsı, aklî muhakemesi, kuvvetli mantığı ve cedelci üslûbu ile her yerde takip ederek reddetmiş, hatta bu sebeple İran ve Irak’ta bazı seyahatler tertip etmiş; Mutezile, Hariciler ve Şiîlerle yaptığı münazaralarda onları susturmayı başarmıştır. Aynı zamanda devrinin dinsizlik propagandasını yaparak İslâm inançlarını sarsmak isteyen Dehrilerle de münazara ederek kendilerini susturmuş ve müslümanların inançlarını sarsılmaktan kurtarmıştır. Bu münazaraları meşhurdur.
Başlangıcında inançların korunması için kelâm meseleleri ile meşgul olan İmam Âzam Hazretleri tehlikeyi bertaraf ettikten sonra Selef âlimlerinin ve Sahabenin yolundan yürümeğe karar vermiş; O’nun bu bid’at ehli ile mücadelesi yerini Hadis ve Fıkıh çalışmalarına terk etmiştir. Böylece inançları sağlam temellere oturttuktan sonra İmam Âzam Fıkıh ve Hadîs ilmine yönelmiş, bu meşguliyetin devrinde ve devrini tâkibeden asırlardaki müslümanlar için zaruret derecesinde lüzumlu olduğuna inanarak kendine has üslûbu ile ve zengin kültürü ile çalışmalarına aralıksız devam etmiştir. Kendine has metodu ile hadislerin sağlamını zayıfından ayırmış ve buna “Hadîs Fıkhı” adını vermiştir. Fıkıhta ise dünya çapında rey ve içtihad metodunu geniş çapta kullanarak kendinden sonrakilere içtihadın kapısını açmıştır. Bu sebeple kendisine Fıkhın babası adı da verilmiştir. Eğer İmam Âzam’ın açtığı bu çığırla ortaya koyduğu binlerce içtihadı olmasa müslümanlar nasıl davranacaklarını bilemezler, sapmaktan kurtulamazlardı. O’nun en büyük eserleri açtığı bu çığır ile yetiştirdiği talebeleri ve kendinden sonra gelen müçtehitlere tesirleridir. O, kitap yazmakla meşgul olamamış, ancak bazı risalelerin yazarı olmakla bilinmektedir. O, bilgilerini; ve içtihatlarını talebelerinin kafalarına yazmayı başarmış, böylece asırlardan beri ilmin canlı olarak yaşamasını sağlamıştır. Daha sonra talebeleri tarafından onun tüm içtihatları ve kendinden rivayet edilen bütün bilgiler kitaplara aktarılmıştır.
İmam Âzam, gerek kendi yaşadığı devirde, gerekse kendinden sonraki devirlerde yaşayan Fıkıh âlimleri üzerinde büyük çapta tesir icra etmiş olup, Kitap ve Sünnette bulunmayan hükümler hakkında büyük bir cesaretle kendi reyini ortaya koyabilmiş, içtihad konusunda büyük bir çığır açmıştır. İmamÂzam sadece olmuş olaylar hakkında değil olmamış, yahut olması ihtimal içinde bulunan ve asırlarca sonra lâzım olan meseleler hakkında da fikir yürüterek içtihadda bulunmuştur. İslâm Dünyası gücünü bu içtihatlardan almıştır. Günümüze kadar yaşamış bulunan İslâm devletlerinin güçlerini İmam Âzam’ın ilmî faaliyetlerine ve içtihadlarına borçlu bulunduklarını, fikri yapılarını O’nun ictihadlarından aldıklarını söyleyebiliriz. Ve eğer İslâm dünyası bundan sonra da hukukî, iktisadî, içtimaî ve idarî sahalarda bir varlık gösterecekse, bunun tek şartının mazide olduğu gibi günümüz şartlarına göre, o büyük önderin metodunun kullanılmasına, ilmî faaliyetlerinin devam ettirilmesine bağlı bulunduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Yine imam Âzam’ın düşünce tarihi açısından, düşünce sisteminin gereğince araştırılmadığını, bugünün insanına gereği gibi tanıtılmadığını da burada kaydetmek isterim.
İşte elinizdeki bu metin, İmam Âzam Hazretlerinin “Fıkh-ı Ekber” adlı kitabının şerhidir. Nâ ehillerin kendilerini kurtarıcı ilân ettiği devrimizde Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancını yeni baştan öğrenmek istiyenler için büyük bir kaynak teşkil ediyor.
Kitabı değerli ilim adamı AIiyyul-Kârî şerh etmiş olup İmam Âzam’ın “el-Vasıyye” adlı kitabı ile diğer kitaplarda bulunan İmam Âzam’a ait düşünceleri bir araya getirerek ve Razî, Taftazani, Konevî, gibi Ehl-i Sünnetçe tanınmış âlimlerin fikirlerinden de istifade ederek şerh etmiştir.
İtikatların korunması bir ölçüde ahlâkî diyebileceğimiz bu esaslara da bağlı bulunmaktadır. Ahlakın inançlarla ilgisini bu bölümü okuduktan sonra daha güzel anlamak mümkün olacaktır. Günümüzde bunun misallerini bol miktarda bulabiliriz. Maksadımız müslüman kardeşlerimize faydalı olmak, hem ahlâkî bakımdan, hem de inanç yönünden sağlam bir yol tutup müslümanlarm birlik ve beraberliğini devam ettirmek, tefrikaya meydan vermemek, müslümanları ayırmak isteyenleri uyarmaktır.
İlmî değeri çok büyük olan bu inanç kitabını Ehl-i Sünnet yolunu sağlam olarak yeni baştan öğrenmek isteyenlere faydalı olması, kısır çekişmelerin, tefrikacilık ve istismarcılığın kapısına kilid vurması ümidi ile okuyuculara takdim eder, bizleri Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancından ayırmamasını Yüce Allah’ın katından niyaz ederim.
