Hadislerle Tasavvuf 11. Kısım
- Hadisi Şerif: ibn Abbas (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) Mekke’ye geldiğinde içinde putlar bulunan Beytullah’a girmek istememiş, Hz. Ömere putların çıkarılmasını emretmiş; putlar çıkarılmış ve (özellikle) Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. ismail’in (a.s) heykelleri de ellerinde ezlâm (fal okları) olduğu halde çıkarılmışlardı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah onları (müşrikleri) kahretsin. Allah’a yemin olsun ki müşrikler biliyorlardı ki, Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail (a.s) kısmetlerini hiçbir zaman fal ok larıyla aramış değillerdi.”
Bunun üzerine Beytullah’a girdi ve her tarafında tekbir getirdi ve namaz kılmadan dışarı çıktı.Ebu Davud 2027
Hadisten çıkan netice: Büyüklerin resimlerine ta zim göstermemek.
Bazı aşırı giden kimseler büyüklerin resimlerine, bereketli olduğuna inanarak çok tazim gösteriyorlar. Hadis, bu inanç ve ameli tamamen yok etmektedir. Peygamber Efendimiz Kabe içine girerek iki pey-gamberin heykellerini ortadan kaldırması bunun açık bir delilidir. Aynı durum uydurma kabirler için geçerlidir, özetle meşru olmayan herhangi bir şey, makbul olan bir kimsenin ismi ile meşru olmaz ve ta’zim etmeye sebeb olamaz.
- Hadisi Şerif: Safiyye bint Şeybe’den (r. anha),
Eslemiyye’nin (r.anha) şöyle dediğini işittim: Osman b.Talha’ya (r.a), Resûlullah (s.a.v) seni çağırdığı zaman sana ne dedi? diye sordum. (O da şöyle cevap verdi:) Resûlullah (s.a.v) bana:
“Sana (Kabe’nin içerisinde bulunan ve Hz. İsmail’in yerine kesilen koçun) boynuzların üzerini ört diye emretmeyi unutmuşum dedi. Çünkü Kabe’de namaz kılanı meşgul eden hiç bir şeyin bulunmaması
gerekir” buyurdu. Ebu Davud menasik, 2030
Hadisten çıkan netice: Terbiye metodu.
Tasavvuf ehlinin şöyle bir terbiye metodu vardır: Halvet ve ibâdet için kalınan hücrede otururken sadece bir seccade olacaktır. Başka bir şey olmaması gerekir. Ta ki, zikir anında kalb başka şeylerle meşgul olmasın.
- Hadisi Şerif: Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor:
Kureyş ve onların dinlerine mensub olan kimselere Hıms denir. Onlar Müzdelife’de dururlar ve: “Biz Allah’ın halis kullarıyız ve kimse bizi Allah’ın hareminden çıkaramaz” derlerdi.
Hadisten çıkan netice: Mezar ve buna benzer yerlerin hizmetçilerinin uydurdukları âdetlerin batıl ol- ması.
Kureyş ve onların dini üzere olanlar şöyle bir iddiada bulunuyorlar ve bununla övünüyorlardı: “Biz Beytullah’ın hizmetçileriyiz” Kur’an bu âdeti ve iddiayı iptal etmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, evliya kabirlerindeki hizmetçilerin uydurdukları şeriata ters olan şeyler bâtıldır.
- Hadisi Şerif: Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) cemrede taşlarını atıp, kurbanı da keserek traş olduğu vakit (başının) sağ tarafını berbere uzattı, berberde orasını traş etti. Sonra ensardan Ebû Talha’yı çağırarak bu saçları ona verdi. Ardından başının sol yanını uzattı. Orasını da berberin traş etmesinin ardından bu saçları Ebû Tal- ha’ya vererek
– “Bunları müslümanlar arasında taksim et” buyurdular. Müslim Hacc, 326
Hadisten çıkan netice: Şeyhin müridlere teber- rük vermesi.
Pek çok şeyhin şöyle bir âdeti vardır: Eğer bir müridde şeyhe karşı teslimiyet varsa veya müridin şeyhin özel bir şeyini bereket ve muhabbetle almaya isteği olursa, şeyh istediğini teberrüken ona verebilir. Hadis bunun için esasdır. Şeyhlerin, teberrüken bir şey vermesi kendilerinin bereketli olduğu anlayışıyla değil, sadece müridin kalbîni hoşnut etmek içindir. Mürid şeyhi hakkında hüsnü zannından dolayı böyle düşünür.
Peygamber Efendimiz’in bizzat kendisiyle teber- rük olduğu şüphesiz kesindir. Resûl-i Ekrem de buna inanmaktaydı. Bu yüzden saçlarını dağıttırmıştır.
- Hadisi Şerif: ibn Abbas (r.a) anlatıyor:
Hz. Ömer’e (r.a) zina etmiş deli bir kadın getirildi. Hz. Ali (r.a):
-Ey mü’minlerin emîri! Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu bilirsin. Üç kişiden kalem kaldırıldı:
“Bulûğa erinceye kadar sabiden, uyanıncaya kadar uyuyandan, ne dediğini bilinceye kadar bunaktan”.
Bu falanoğullarının bunağıdır. Muhtemelen bununla zina eden hastalığı depreştiği anda onunla zina etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) onu serbest bıraktı. Ebu Davud hudud 4399-4402,
Hadisten çıkan netice: Sekr ehlinin affedilmesi.
Doktorların kabul ettiği gibi, aklın mağlûp olması bazen bedenî durumdan, bazen de nefsî hallerden olur. Ahval-i nefsaniyye arasında öyle haller vardır ki, sekr hali galip ve akıl buna mağlûp olur. Deli ve bunak şer’an mazur olduğu gibi kendini kaybeden ve hale mağlûp olan da şathiyatında, vacip fiilleri terketmesinde ve haramı işlemesinde mazurdur. Sekr halindeki kişi bazen başkalarını göremez, seçemez. Deli ve bunak da bazen diğer insanları farkedemez. Bu yönüyle aralarında benzerlik vardır.
Hz. Ömer (r.a) bu ihtimalden dolayı şüphelendi. Fakat Hz. Ali’nin (r.a) sözü bunu yok etti. Bu hadisten şu da anlaşılıyor ki, eğer bir kişinin deliller ile mazur olma ihtimali varsa affedilir. Çünkü, muhtemelen bununla zina eden hastalığı depreştiği anda onunla zina etmiştir ifadesi bunu göstermektedir. Bunun delili o kadının çoğu zaman bunak olmasıdır. Eğer bazı kimselerin sekr halinde söylenmiş sözleriyle ilgili özür beyan edilirse onların bu durumu delille gerçekleşmiş olacaktır. Onların kâmil faziletleri ve sünnete uyma hallerinin galip olması sebebiyle özürleri kabul edilir. Çünkü bu özür onların sözlerini değerlendirmede bir delildir. İşte sekr hali bir özürdür. Eğer bir kimseye fısk, mâsiyet ve arzularına uyma hali galip ise, o zaman yoruma gerek yoktur. Çünkü delil olmayan bir ihtimal geçerli değildir. Eğer böyle yoruma götürecek bir kontrol şekli yoksa, o zaman yorumun kapısı kapanacaktır.
- Hadisi Şerif: Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
Bir adam, Resûlullah’ın (s.a.v) ümm-i Veled« cariyesi ile itham olunuyordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) Hz. Ali’ye:
“Git ve onun boynunu vur” diye emir verdi. Hz. Ali o adama gittiğinde onu bir kuyunun içerisinde serinlerken buldu. Hz. Ali ona:
-Çık, dedi ve elinden tutarak onu kuyudan çıkardı, bir de baktı ki tenasül aleti kesilmiş (mecbûb) biri. Bunun üzerine boynunu vurmaktan vazgeçti. Hz. Ali (r.a) bu olayı Resülullah’a (s.a.v) gelip haber verdi. Resûlullah (s.a.v) onun yaptığını güzel buldu.
Başka bir rivayette şu ilave vardır: Hz. Ali (r.a), Resülullah’a (s.a.v) şu şekilde sorduğunu rivayet etmiştir:
-Yâ Resulûllah! Beni (bir işe) gönderdiğiniz zaman kızgın bir sapan demiri gibi (düştüğü yeri yakıp parçalayan bir halde) mi olayım; yoksa şâhid olan, şâhid olmayanın göremediğini görür (düşüncesiyle gördüğüme göre mi hareket edeyim)?
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle cevap verir: “Şâhid olan, şâhid olmayanın göremediğini görür.” Müsned, 1,83
Hadisten çıkan netice: Şeyhin zahirî emrinin yerine bâtınî emrini tercih etmek.
Burada Peygamber Efendimiz’in emri zahiren kesin idi. Bunun gereği ise, gidip cezasını vermekti. Bu emirde tereddüt ve durdurma veya geciktirme yapmak zahiren nebevî hükme terstir.
Bazı kimseler şeyhlere itaatte zahire göre hareket ederek aşırı giderler. Onlar itaatte emrin hakikatine asla bakmazlar, şeriata uygun mu uygun değil mi bunu da araştırmazlar. Aşırı gidenler, şeyhin emirlerinde şeriata uygunluğu araştıran müridlere böyle durumlarda şeyhe muhalefet ettiklerini söylü yorlar. Fakat Hz. Ali’nin (r.a) güzel amelinden açıkça anlaşılıyor ki, bu gibi durumlarda uygulama gerçekten şer’î kaidelere uygun olmakla kayıtlanmıştır. Bu takyîd Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) emirleri için gerekli ise hatadan masum olmayan şeyhler için gerekli olmaz mı acaba? Kâmil şeyhler bütünüyle şeriata itaate irşad ederler. Öyleyse bu gibi emirlerde zahiren onlara itaatsizlik muhalefet olur. Fakat onların yanılmaları durumunda şeriatı gözetmek de manen onların emirlerine uymak ve itaat etmektir. Kısaca zahir ehli, sadece şeyhin emirlerinin zahirini tercih ederler. Fakat bu dalâlettir, çünkü bazen şeyhler de hataya düşebilir. Ancak mürid, değişik halde veya başka sebeplerden dolayı mazur ise ona müsamaha ile bakılır. Mâna ehli olanlar şeyhin emirlerinin bâtınî yönünü tercih ederler. Bu da hidâyettir.
Emirlerin zahirî yönünü tercih ederek böyle bir hataya pek çok kimse düşmüştür. Onlar, Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hızır’ın (a.s) kıssası sebebiyle kuşkulanmalardır. Neden ona tamamen teslim olmadı derler. Fakat o kıssada Hz. Hızır, Hz. Musa’dan bir taat istemedi. Onun sözlerine sükût etti. O sükûttan itaat için kıyas yapmak zorlamadır. Ayrıca bu sükût öyle bir kimsenin fiilleri hakkındadır ki onun Allah tarafından doğru olduğu malumdur. Başkası bu sıfatla onun ortağı olamaz. Elbette yukarıda geçenleri sekseninci hadiste geçtiği gibi inkar uygun değildir. Eğer delillerle dini dayanağı olmayan bâtınî yönlerin varlığı ortaya çıkarsa, o zaman ilişkiyi kesmek vacip olur.
82 . Hadisi Şerif: Hz. Ali’den (r.a), Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
– “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, bulûğa erinceye kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.” Tirmizi hudud, 1423
Ebû Dâvûd başka bir rivayette bunaktan da kalemin kaldırıldığını zikretmiştir.
Hadisten çıkan netice: Galip olan halin affedilmesi
Bunun izahı sekseninci hadisin izahı gibidir. Fakat bu hadiste ilave olarak şu da vardır: Şeriatta sadece deli için değil, çok yaşlı birisi için de aynı hükümler geçerlidir.
Şu kuralı da unutmamak gerekir: İnsandan mesuliyeti kaldıran delilik, bunaklık gibi hadiste zikredilen haller, kişinin genel ve galip hali olduktan sonra onu sorumluluktan kurtarır.
- Hadisi Şerif: Nevvâs b. Sem’ân (r.a) anlatıyor:
Resûlullah’a (s.a.v) iyilik ve günahtan sordum.
Şöyle buyurdu:
“İyilik, ahlâkın güzelliğidir. Günah ise gönlünü rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” Müslim Birr, 14-15,
Hadisten çıkan netice: Müslümanın, nefsine hoş gelene değil kalbinin verdiği hükme güvenmesi.
Bu hadiste kastedilen günahtan murad, hakkında nas bulunmayan günahlardır. Bazı şeylerin direk onunla ilgili olmayan dinî bir hüküm sebebiyle günah şüphesi olabilir. Bu gibi durumlarda Peygamber Efendimiz ölçüyü yukarıdaki hadiste açıklamışlardır. Burada ölçü, kişinin selîm kalbîdir. Bunun delili ise, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bu sözünü bir sahâbîye söylemesidir. Hadisten anlaşıldığı gibi, nas bulunmayan fiillerde kâmil bir müslümanın kalbinin verdiği hükümler geçerli olup onunla amel mümkündür.
Ayrıca bu hadisle bazı büyüklerin şu uygulamalarının aslının olduğu ortaya çıkmaktadır: Onlar yeni gelen bir talibe kalblerine göre davranırlar. Eğer kalbleri kabul ederse gelen kimseyi silsile içine alırlar, yoksa kabul etmezler. Zahiren bakınca bu kabul ve reddetmenin sebebi açıkça anlaşılmaz. Fakat daha sonra mesele takip edildiğinde onların böyle yapmalarının uygunluğu meydana ortaya çıkar.
Şer’an herkesi silsileye veya sohbete almak vacib değildir. Aksine almak da almamak da mubah ve caizdir. Bundan dolayı zanna göre bir kimseye özel şekilde davranması caiz olmaz diye bir itirazın gelmemesi gerekir. Bu şuna benzer: Bir kimseyi dayanan delille hırsız gibi görmek caiz değildir ama şer’î kıyasta bir müctehidin zannî delil ile hükmetmesi mümkündür, bu da onun gibidir. Müctehidin kesin delillendirdiği naslarla tam bir hüküm vermesi ise şüphesiz caizdir.
- Hadisi Şerif: Ebû Zer’den (r.a), Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ey Ebû Zer! Seni zayıf görüyorum ve kendi nefsim için sevdiğimi senin için de seviyorum (ve istiyorum). Bu sebeple iki kişiye emîr (başkan) olma. Yetimlerin malını üzerine alma.” Ebu Davud vesâya, 2868.
Hadisten çıkan netice: Dünyevî işlerle uğraşmamak.
Pek çok sûfînin dünya işlerinin içine girmeme âdeti vardır. Bu sebeple bazı zahir ehli onları kınamaktadırlar. Bu tip sûfîlerin hiçbir kimseye faydası yoktur demektedirler.
Hadis bu âdetin doğru olduğunu açıkça tesbit etmektedir. Bunun da sırrı şudur: Başkalarına faydalı olmak şüphesiz hayırlıdır. Fakat bazen bu yararlı olma bir şerre sebep olabilir. Şu bir gerçektir ki zararı defetmek, faydayı kazanmaktan üstündür. Elbette birisinin durumu çok sağlamsa ve herhangi bir şerre girme ihtimali yoksa onun için bu hüküm geçerli değildir.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk ve Hz. Ömer (r.a) için hadislerde geçen ve onların emirliğe uygunluğuna dair ifadeler, halifenin belirlenmesinde ve hilâfet yükünün üstlenilmesindeki ölçüyü göstermektedir. Aksi halde hadisteki “Ben seni zayıf görüyorum” ifadesi gerektiği şekilde anlaşılmamış olur.
Kemâlden önce kendinin ehl-i kemâlden olduğuna inanmak ve layık olmadığı işlere girmek büyük hatadır. Bu sebeple mürid, şeyhin görüşüne ve işaretlerine göre hareket etmelidir.
- Hadisi Şerif: Cubeyr b. Mut’im (r.a) anlatıyor:
Resûlullah’a (s.a.v) bir kadın geldi. Ona bir şeyler söyledi. Resûlullah (s.a.v) ona (evine) dönmesini emretti.
Kadın şöyle dedi: “Seni bulamasaydım ölmüş gibiydim” Hz. Peygamber (s.a.v) ise ona şunu dedi:
“Beni bulamazsan Ebû Bekir’e git” Buhari fezailu sah, 5
Hadisten çıkan netice: Halife bırakma.
Pek çok şeyhin feyzin kalıcı ve silsilenin devamı için kendi müridlerinden birisine halifelik verme âdetleri vardır. Bu halifeliği bazen bir kişiye bazen de birkaç kişiye hayatta iken veya kendi ölümü şartı ile verirler. Ancak maksat her durumda aynıdır. Hadis, bu usûlün aslını tesbit etmektedir. Elbette şu da bir gerçektir ki halife olan kimsenin ehil olması gerekir.
