Hadislerle Tasavvuf 3. Kısım

ONUNCU HADİS

Abdullah bin Mesud (radıyallahu anh) anlatıyor:

Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) bize bir dörtgen şekli çizdi. Bu şeklin ortasına da bir çizgi çizdi. Bir çizgi de dörtgenin dışına çizdi. Sonra ortadaki çizgiyi başka çizgilerle çevirdi ve şöyle buyurdu:

“İşte bu (dörtgenin ortasındaki çizgi) insanlardır. Bu da insanoğlunu kuşatan ecelidir. Ortadaki şu çizgi insandır; şu çizgiler de onun kaderidir. Birinden kurtulursa diğeri ona dokunacaktır. Dış çizgi ise emeldir.” (Buhari, Rikak, 4; Müslim, Musafirin 219; Ebu Davud, Tetavvu’,18; vb..)

Hadisten çıkan netice:  Allah Teala’nın azametini ifade için bir takım tabirler kullanmak.

Derya, güneş gibi diğer bütün eşya, Allah’ın zat ve sıfatının hak olduğunu ortaya koymaktadır. Çok sayıda İslam büyüğünün sözlerinde, Allah’ın zat ve sıfatı için derya, güneş ve bazan da ay teşbih unsuru olarak kullanılmıştır. Fakat bu şekildeki ifadelerle kadim olan Allah’ı sonradan olan şeylere (hadise) benzetmek gibi bir mahzur ortaya çıktığı ve bu ifadeleri kullanmanın aynı zamanda edebe ters düştüğü söylenebilir. Keza burada vahdet-i ilahinin iptali ve yanlış bir benzetmeyle iki zıt şeyi bir göstermek gibi mahzurların da muhtemel olduğu düşünülebilir.

Bu gibi teşbih ve temsiller şu şekilde izah edilebilir: Bu ifadelerden maksat sadece teşbih ve temsildir. Zat ve sıfatları, bu gibi temsillerle ifade etmekte bir mahzur yoktur. Nitekim:

“O’nun nuru, içinde lamba bulunan, penceresiz bir oyuğa benzer” (Nur 24/35) ayeti bizzat Kur’an’da bulunan bir ifadedir. Ancak bunun yanında, hadiste teşbihe delalet eden hiçbir kelime yoktur. Fakat hazf (kelamda bazı sözleri zikretmemek) fasih bir sözde çok kullanılan bir ifade tarzıdır.

Yukarıdaki hadiste, teşbihe delalet eden bir kelime hazfedilmemiştir. Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) çizgilere işaret edip onları insan, ecel ve emel olarak tabir etmiştir. Hadiste teşbih edatı kullanılarak “insan gibi”, “ecel gibi”,  “emel gibi” denilmemiştir. Halbuki asıl maksat böyledir ve teşbihin yapıldığı ancak bu şekilde ortaya çıkar.

Burada araştırılmaya değer iki husus kendisini göstermektedir:

Birincisi, teşbih ve temsil için vech-i şebeh (benzetme yönü) ve münasebetin araştırılması ve bunların ne olduğunun bilinmesi; ikincisi, muhakkık ulemanın belirttiğine göre, “Allah’ın esma ve sıfatının  keyfiyeti tevkifidir.. Allah’ın bildirmesi ile bilinir. Bunu teşbihlerle açıklama izni nereden alınmaktadır?” sualinin cevaplandırılması.

Birincinin izahı özetle şöyledir: Derya ve benzerlerinde; teşbih yönü ve müşebbehun bihin (kendisine benzetilenin) düşünülmesi sonucunda anlaşılıyor ki bir şeyin varlığı, çok sayıda başka şeylerin varlığını gerektirir. Mesela müşebbehte (bezentilende) gerçek birlik varsa, müşebbehun bihte (kendisine benzetilende) itibari birlik vardır; müşebbehte istenilen şeyin illet-i failiye itibari varsa, müşebbehun bihte ise illet-i maddiye itibari söz konusudur; müşebbehte matlup olan muhtariyet ise müşebbehte bihde mecburidir. Bunlar ve benzeri yönler, vech-i şebeh olmak suretiyle teşbih yapmak mümkündür. Zaten teşbihte hata olmaz. Ehli bu işi böyle bilir. Bu konuyu Kadı Mübarek Şerh-i Müslim’de çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Güneşin vech-i şebehi ise faydalı ışıklarıdır.

İkinci hususun incelenmesine gelince o da şudur:

Tevkifiyyet, mutlak ispat ve saf kemalde olmayıp tesmiye şeklinde gerçekleşmektedir. Bunu da açıkladıktan sonra ortada herhangi anlaşılmaz bir nokta kalmamaktadır. Bu izahtan sonra aşağıdaki şiirler ve onun benzerleri kolayca idrak edilecektir. Bu izahları anlamayanların bazısı tekfire kadar varmış, bazısı ise, zahirine saplanıp mülhid durumuna düşmüşlerdir.

Mağribi şöyle demiştir:

“Denizde dalga farklı farklı gelir
Keyfiyetsizlikten de keyfiyet gelir.”

Mevlana Celaleddin-i Rumi de şöyle demiştir:

“Güneşin çıkması güneşin delilidir,
Her gecenin de bir sabahı olacaktır”

Hafız-ı Şirazi de şöyle demiştir:

“Kırmızı şarabı iç, alınları ay gibi parlayanların yüzüne bak,
Onların dinlerinin hilafına bunların güzelliğini gör”

Şiirin Farsça ibaresinde geçen “mehceginan”dan maksat  “tecelliyat-ı sıfat-ı Hak’tır.”

ONBİRİNCİ HADİS

İbn Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

Rasulullah (aleayhi ekmeluttehaya) omuzlarımdan tuttu ve şöyle dedi:

“Dünyada bir garip (yabancı) veya yoldan geçen bir yolcu gibi ol. Kendini kabir ehlinde say.” (Buhari, Rikak,3; Tirmizi, Zühd,25 had no:2333, İbni Mace,Zühd,3)

Hadisten çıkan netice: “Ölmeden önce ölünüz” sözünün teyidi.

Bu söz halk arasında çok yaygındır. Hadis, anlamca bu sözle aynıdır. “Ölmeden önce ölünüz” sözünü, bu hadisin mana ile rivayeti kabul etmek mümkündür. Çünkü tasavvuf erbabının pekçok sözü hadis ismiyle meşhur olmuştur. Bu durum, (onların bir kastından değil) bilakis ifadelerindeki manaların hadislerde bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Netice olarak şunu diyebiliriz: Sufilere hadis uydurucusu demek haddi aşmaktır.

Hadisten çıkan diğer bir netice: Murakabe.

Bir konuyu uzun veya kısa bir zaman içerisinde, konunun gereği ile amel etmek için kalpte galip olacak şekilde düşünmeye murakabe denir.

Kalp amellerine önem verilmesi hakkında bu hadiste emir vardır. Görüldüğü gibi kendini kabir ehlinden saymak kalp amelidir. Kalbi ameller neticesinde dünyevi ilişkiler azalır, şehvet, gazap ve ahlak-ı zemime ölür gider, terkedilir.Allah ‘a boyun eğme ve kendini O’na bırakma hali galip olur.

ONİKİNCİ HADİS

Kays bin Ebi Garaze (radıyallahu anh) anlatıyor:

Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) zamanında bize simsar adı veriliyordu. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) yanımıza uğradı ve bizlere bu isimden daha güzel isim verdi ve şöyle dedi:

“Ey tacirler topluluğu! Alış verişlerde  (olmaması gerektiği halde çoğu kez) boş söz ve yemin yapılır. Siz satışınıza sadaka karıştırdın.” (Ebu Davud, Buyu’, 1 had.no:3326; Tirmizi, Buyu’4 had.no:1208 vb)

Hadisten çıkan netice: Dervişin durumuna göre ismini değiştirmek.

Bazı yerlerde biattan sonra salike yeni bir isim verme adeti vardır.Verilen isimlerde “Şah” gibi ifadeler bulunur. Mesela Bereketşah, Rahmetşah vb. Bu hadiste buna işaret vardır.

Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) hadiste bahsi geçen kimseye, simsar yerine o andaki duruma göre tacir lakabını vermiştir.

ONÜÇÜNCÜ HADİS

Ebu Hureyre’den (radıyallahu anh),

Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey koysun. Bir şey bulamazsa sopa diksin. Sopa da yoksa önüne bir çizgi çeksin. Bunları yaptıktan sonra önünden geçen şeyler ona zarar vermez.” (Ebu Davud, Salat, 102; İbni Mace, İkameti’s-Salat,36)

Hadisten çıkan netice: Düşünceleri bir noktada toplamak.

Ehl-i tasavvufun, dikkati ve düşünceyi bir noktada toplayabilmek için bazı vazifeleri yüklemelerinin gerçek amacı, bu yola yeni giren kimseyi, Allah ‘a tamamen yönelmeye engel olan düşünceler ve fikirlerden kurtarmaktadır. Lakin bu yola yeni girenin acemiliğinden dolayı bunu anlaması zordur. Böyle bir alışkanlığın kazanılması neticesinde ise mübtedi (yolun başındaki kimse) için zor olan hususlar kolaylaşır. Telkin edilen çeşitli vazifeler ve edepler, kalbi teksif etmenin vesile ve yollarıdır. Hadiste geçen sütreyle ilgili hüküm bu amelin kaynağı olabilir. Alimlerin açıklamasına göre sütrenin amacı düşünceleri bir yerde toplamak, bağlamak ve dağılmasını önlemektir. Nitekim İbnu’l Humam’ın Hidaye şerhinde sütrenin gayesi hakkında yaptığı açıklama arzettiğimi görüşü destekler mahiyettedir.

ONDÖRDÜNCÜ HADİS

Ebu Hureyre’den (radıyallahu anh),

Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:

” Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail’i (aleyhisselam) çağırır ve ‘Ben falanı seviyorum, onu sen de sev’ der. Cebrail (aleyhisselam) de onu sever. Sonra gök ehline seslenerek şöyle der: ‘Allah falan kimseyi seviyor onu siz de sevin.’

Onu gök ehli de sever. Sonra onun sevgisi yeryüzünde halk arasında da yayılır.

Allah bir kula buğzetti mi Cebrail’i (aleyhisselam) çağırır ve ‘Ben falana buğzediyorum, ona sen de buğzet’ der. Cebrai (aleyhisselam)l de ona buğzeder. Sonra gök ehline: ‘ falan kula buğzediyor, ona siz de buğzedin.’ diye seslenir. Onlar da kendisine buğzederler. Sonra o kul için yeryüzüne buğz konur.” (Müslim, Birr, 157)

Hadisten çıkan netice: Allah’ın yanında makbul olan kimse ile olmayanın alameti.

Bu hadiste  Allah dostu olanlarla olmayanların bir alameti zikredilmiştir. Bir şeyhe bağlanmak isteyen bu alameti göz önüne alıp hareket eder ve şeyhe bağlanır. Makbul olmayan kimseden ise uzak durmak gerekir.

Bu hadisin açıklaması şudur: Hiçbir menfaat ve karşılıklı bağ, dünyevi fayda zarar söz konusu olmaksızın insanların kalplerinin bir kimseye meyletmesi ve onu iyi zannetmesi, o kimsenin  Allah yanında makbul ve sevimli olmasının alametidir. Bunun gibi bir kimsenin insanlara fayda ve zararı olmamasına rağmen, o kişiden nefret etmek ve onun hakkında iyi düşünülmemesi o şahsın Allah’ın yanında makbul olmadığının alametidir. Dostluk ve düşmanlık bir iyilik, akrabalık ve zarardan dolayı meydana gelmişse bu durum burada söz konusu değildir. Şuna da dikkat ediniz ki, fıtratında kötülük ve fesat bulunan kimselerin insanlar hakkındaki değerlendirmeleri muteber değildir.

Bunlar da hoşunuza gidebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.