Hadislerle Tasavvuf 5. Kısım
YİRMİNCİ HADİS
Abdullah bin Amr (radıyallahu anh) anlatıyor:
Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) bir gün bana uğradı. Bana ve anneme ait olan kulübeye çamurdan sıva yapmakla meşguldüm. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– “Bu ne ya Abdullah?” diye sordu. Ben:
– “Bu kulübeyi onarıyorum” dedim. Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– “Ölüm sana bundan daha hızlı gelir.” buyurdu. (Ebu Davud, Edeb, 157)
Başka bir rivayette:
– “Bana göre ölüm daha acele gelecektir.” diye buyurdular. (Ebu Davud, Edeb, 157)
Hadisten çıkan netice: Dünya malının az olması ve dünyaya ilgiyi azaltma.
Bu hadisin benzer yorumu on altıncı hadiste geçti. Ayrıca bu hadis de bahsi geçen amelin ve anlayışın kaynağıdır. Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) bu ifadeleriyle dünya ile çok az ilgilenmeyi uygun görmüşlerdir.
YİRMİBİRİNCİ HADİS
Haris el-A’ver’den nakledilmiştir:
Hz. Ali (radıyallahuanh) Rasulullah’ın (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
– “Kur’an ulemanın doyamadığı, çokça tekrar etmekle eskimeyen, harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır.” (Tirmizi, Fezailül Kur’an, 14;..)
Hadisten çıkan netice: Vehbi ilimler ve kalbe gelen ilhamlar.
Allah’ı çokça ve devamlı zikretmek, riyazet ve mücahedeyi sürekli yapmakla nefsin zulmeti ve tabii lekeleri yok olur. Böyle yapa yapa kalp ve ruh ile Allah arasında özel bir nisbet ve ilişki ortaya çıkar. O zaman kalpte vasıtasız, zahiri bir sebep olmaksızın öğrenme, işitme, gizli sırlar ve şerefli ilimler meydana gelir.
Hadis-i şerif, vehbi olarak ilim elde edilebileceğinin delilidir. Kitaplarda tedvin edilmiş olan nakli ilimler sınırlıdır. Nakli ilimleri tahsil eden kimse o sahada belirli bir doyuma ulaşır. Ancak vehbi ilimlerin kaynağı bizzat Allah Teala olduğu için ardı arkası kesilmez. YİRMİİKİNCİ HADİS
Ebu Hureyre’den (radıyallahu anh), Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:
“‘Allah’ın evlerinden birinde, Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan bir grubun üzerine mutlaka sekine iner, onları rahmet kaplar ve melekler kuşatır,Allah onları kendi yanındakiler arasında zikreder.” (Ebu Davud, Vitr, 14;..)
Hadisten çıkan netice: Zikir halkasının fazileti.
Müminlerin bir araya gelerek zikir etmeleri neticesinde, zikre muhabbet, kalblerinin nurunun birbirine yansıması, manevi zevk ve şevkin artması, gevşekliğin gitmesi, zikrin devamlılığında kolaylık gibi faydalar meydana gelir. Bu şekilde bir zikrin yapıldığı halkaya, zikir halkası denir. Bu hadiste bun esası ve bereketlerine işaret vardır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Toplu zikir için dergah yapmak.
Sahabe-i kiram ve tabiin, sağlam kalp yanında feyiz dönemine yakınlıklarından dolayı, zikir melekesi kazanmak için ayrıca bir mekana ihtiyaç duymuyorlardı. Fakat tabiatların ve durumların sonradan bozulup değişmesinden dolayı, bu melekenin kazanılması zor oldu. İnsanlardan uzakta durmak için şeyhler ayrı ayrı dergah yaptırma adetini başlattılar.
Hadiste geçen Allah’ın evlerinin tefsiri her ne kadar mescid için söylenmişse de, lugat yönünden illetin aynı olmasından dolayı dergahları da bu ifadenin geneline sokmak uzak düşmez.
Neticede yukarıdaki hadisin, bu adetin kaynağı olduğunu söylemek mümkündür.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Nisbet diye isimlendirilen manevi nimetlerden istifade.
Görülüyor ki zikirle meşgul olmaktan dolayı kalpte pek üstün ve lezzetli manevi durumlar meydana gelmekte ve bunun sürekli olması sebebiyle terakki elde edilmektedir. Hadiste sekinet lafzıyla tabir edilen manevi nimetlere, sufilerin ıstılahında nisbet denilmektedir.
YİRMİÜÇÜNCÜ HADİS
Ebu Said el Hudri’den (radıyallahu anh)
Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:
” Allah Teala şöyle buyuruyor: Her kimi, Kur’an ile olan meşguliyeti, (ayrıca) beni zikretmekten ve bana el açıp istemekten alıkoyarsa, ona, (beni zikreden ve bana el açıp) isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm. Allah’ın kelamının diğer kelamlara üstünlüğü,Allah ‘ın bütün mahlukatına üstünlüğü gibidir.” (Tirmizi, Fezailül Kuran, 24; Darimi, Fezailül Kuran,6)
Hadisten Çıkan Netice: Zikrin üstünlüğünde dolayı vacip olmayan ibadetleri bırakabilmek.
Bazı büyüklerin metodu şöyledir: Onlar müridi zikirle meşgul ettirirler. Ona – özellikle o işlerle mükellef olmadığı zaman – nafileleri, çeşitli vird ve ibadetleri hatta bazen eğitim ve öğretimi, vaaz ve nasihatı bile bıraktırırlar. Bunu, mutad duruma aykırı olmasına rağmen niçin yaptırıyorlar? Zahir ehli buna şaşakalır. Oysa bunun sırrı şudur:
Başlangıçta batın, kendini toparlama ve dağıtma hususunda zahire tabi olur. En son durum ise bunun aksinedir. Zahir batına tabi olur. Bu sebeple başlangıçta müridi zahiri çok meşguliyetlerden uzak tutmak gerekir.
Sonuç olarak, eğer çeşitli meşguliyetler aynen devam ederse o zaman fıtratı bir noktaya yöneltmek ve düşünceleri bir noktaya toplamak mümkün olmuyor. Halbuki sülukte bu çok önemlidir.
İşte bu hadis, bu metodu açıklamaktadır. Kur’an da bir nevi zikirdir. Görüldüğü gibi Kur’an’la çok meşgul olmaktan dolayı dua bile edilemiyor. Halbuki dua büyük bir ibadettir. Fakat hüküm yönünden dua bizzat vacip olma seviyesine ulaşmamıştır. Kur’an okumanın bunun üzerine faziletli olduğu beyan edilmiştir. İşte bu usulün amacı budur.
YİRMİDÖRDÜNCÜ HADİS
Hazreti Aişe’den (radıyallahu anh)
Rasulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyurdu:
“Kur’an’ı maharetli (becerikli) okuyan kişi, sefere denilen, iyi, mükerrem meleklerle beraberdir. Kendisine zor geldiği halde kekeleyerek Kur’an okuyan kimseye iki ecir vardır.” (Buhari, Tevhid,52; Müslim,Musafirin,244; İbni Mace, Edeb,52 had. no:3779)
Hadisten çıkan netice: İbadet ve zikri lezzet almak için yapmamak.
Cahil kimse bazen zikir ve ibadet sırasında halavet ve lezzet bulmadığındai zikir ve ibadeti bıkarak bırakıyor veya sıkılarak yaptığı amelin faydasız olduğunu zannediyor. Oysa bu düşünceyle batıni gelişme durur. Çünkü batının bütün esası, yakin üzere olmaktır. Tahkik ehli zikirden maksadın, lezzet almak olmadığını açıkça söylemiştir. Ancak lezzet yok ise kişi devamlı zikir ve ibadetle meşgul olmalıdır. Sonuçta fazla mücahedesinden dolayı daha çok fayda elde eder. Lezzetin olmaması zarar değildir. Aksine hedef için bu daha yararlıdır. Bu hadiste bu husus açıkça talim edilmektedir. Bu şekilde Kur’an okumak lezzetini tatmaktan daha fazla mükafata sebep olur. Buna hadisteki “ona zor geldiği” ifadesinde işaret vardır. Aynı illet mücahede için de geçerlidir.
YİRMİBEŞİNCİ HADİS
Useyd bin Hudayr(radıyallahu anh) anlatıyor:
Useyd, atı yanında bağlı olduğu halde bir gece Bakara suresini okuyordu. Kur’an okurken at şahlanmaya başladı. Useyd sustu, at da sakinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine şahlandı. Useyd sustu, at da sakinleşti. Bundan sonra Useyd bir daha okumaya başladı, at yine şahlandı. Useyd de artık okumaktan vazgeçti. Bu sırada oğlu Yahya ata yakın yerde idi. Atın oğlu Yahya’yı çiğnemesinden korktuğu için onu yanına çekti. Bu esnada Useyd başını kaldırıp göğe baktığında başının üzerinde gölgeye benzer Bir şey ve içinde kandillere benzer şeyler olduğunu gördü. Daha sonra bu gölgelik göğe çıktı. Nihayet ona da görünmez oldu. Sabah olunca Useyd bu durumu Resulullah’a (aleyhi ekmeluttehaya) anlattı. Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– Onları biliyor musun? Diye sordu.
-Hayır, dedim. Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
– Onlar senin sesine yaklaşan meleklerdi. Eğer sabaha kadar okumaya devam etsen, kaybolmayacaklardı ve insanlar onlara bakacaktı. Buyurdular. (Buhari, Fezailu’l-Kur’an,15; Müslim, Musafirin, 242)
Hadisten çıkan netice: Nebi’den (aleyhi ekmeluttehaya) başka kimselerin melekleri görebileceği
Tahkik ehlinin açıklamalarına göre veliler melekleri görebilir. Ayrıca meleklerin konuşmalarını ve selamlamalarını işitebileceklerini söylemişlerdir. Hadiste, bu keşfin meydana geldiği açıkça zikredilmiştir.
Sahih-i Müslim’deki rivayette, meleklerin İmran bin Husayn’a selam verdiği nakl olunmuştur. Meleklerin selam ve kelamını işitmek, nübüvvetin tek bir özelliği değildir. Çünkü Nebiler, bunların yanında Allah tarafından gönderilenleri tebliğ işiyle de görevlendirilmişlerdir. Tebliğ vazifesi, nebiler ile nebi olmayan kimseler hakkında aynı hükümde değildir. Bütün bu ifadelerden melekleri görmek ve onlarla görüşmenin nübüvvete has bir mesele olmadığı anlaşılmaktadır.
Hadisten çıkan bir diğer netice: Keşf sahibinin kendi keşfini idrak edememesi.
Bazen keşf ehli kendi keşfinin hakikatini anlamaz. Hazreti Useyd bin Hudayr’a (radıyallahu anh) melekler göründü. Fakat o, onların melek olduğunu anlayamadı. Tahkik ehli şunu da beyan etmiştir: Eğer bir kimse, keşfinden haberdar olursa keşfine ve onun çıkardığı sonuçlara değil, İslamın hükümlerine itibar edecek ve eğer keşfi şeriata uygun düşmezse onunla ameli terk edecek, uygun olursa ona göre amel etmekte muhayyer olacaktır. Bu yolu takip edenler, böylelikle pekçok hatadan kurtulmuşlardır.
YİRMİALTINCI HADİS
Ubey bin Ka’b’dan (radıyallahu anh),
Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya) şöyle buyuruyor:
–Ya Ebu’l-Münzir! Ezberinde olan Allah’ın kitabındaki ayetlerden hangisi daha büyüktür biliyor musun? Ben:
-Âyetü’l-Kürsî’dir, dedim. Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya) göğsüme vurdu ve şöyle dedi:
–Ya Ebu’l-Münzir! Bu ilim sana mübarek olsun. (Buhari, Edep,68; Müslim, Müsafirin,258;…vb )
Hadisten çıkan netice: Vehbî ilim
Aynı konu yirmibirinci hadiste geçti. Bu hadiste de vehbî ilmin delili vardır. İlham yoluyla Allah tarafından Ebu’l Münzir’in (radıyallahu anh) kalbine ahngi ayetin en büyük olduğu bildirilmiştir. Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmeluttehaya) bundan dolayı müjde vermesi, bu ilmin yüceliğini ortaya koymaktadır. Âyetü’l Kürsî’nin en büyük ayet oluşu, özel sevabından dolayıdır. Bunun gibi, diğer ayetler ve sureler hakkında da onlarınb büyük olduğuna dair rivayetler vardır. Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmeluttehaya) çeşitli sebep ve durumlara göre ayet ve sureler hakkında beyanatta bulunmuştur. Bu açıdan bakıldığında mevcut rivayetler arasında zıtlık olmadığı görülecektir. Mesela Âyetü’l Kürsî tevhid konusunu ihtiva ettiği için kat kat sevap verilmesine sebep olduğu gibi buna benzer diğer ayet ve sureler de aynı şekilde sevaplıdır.
Allah’ın kitabının her ayeti sahip oldukları üstün özellikler, kelam-ı ilahi, fesahat, belağat ve muciz olmaları yönüyle eşit ve aynıdır. Bu bakımdan aralarında fark yoktur. Bu sebeple bazı ayetlerin sevabının büyük olarak söylenmesi hususunda akla ters Bir şey gelmesin. Buradaki büyüklük, ayetlerin bir kısmını diğerlerine göre Allah Teala’nın çeşitli hikmetlere binaen daha faziletli kılması şeklinde anlaşılabilir.
YİRMİYEDİNCİ HADİS
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya) toplanan ramazan zekatını korumak için beni vazifelendirdi. Bir kişi bana geldi v e yiyeceklerden toplamaya başladı. Onu hemen yakaladım. (Bunun üzerine) Resulullah (aleyhi ekmleuttehaya) şöyle buyurdu:
–Üç günden beri seninle karşılaşanı biliyor musun?
-Hayır bilmiyorum, dedim. Resulullah (aleyhi ekmeluttehaya):
–O şeytandır. Buyurdu. (Buhari, Bed’ul-halk,11;…vb)
Hadisten çıkan netice: Cinlarin insan şekline girmesi
Bu hadiste açıkça ortaya çıktığına göre şeytan insan şekline girmiş ve görünmüştür.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Kerametin mümkün olması
Ehl-i Hak, kerametin veliden meydana gelmesinin mümkün olduğunu söylemektedir. Hadiste bunun meydana geldiği açıkça zikredilmektedir. Çünkü Hazreti Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şeytanı yakalamıştır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Ortaya çıkan kerameti anlayamamak
Aynı konuyu yirmibeşinci hadisin ikinci neticesinde geçmişti. İşte Hazreti Ebu Hureyre (radıyallahu anh) karşılaştığı durumun ne olduğunu bilmediğini anlatıyor. Halbuki onu yakalamak suretiyle keramet gerçekleşmiştir fakat farkına varamamıştır.
