Hadislerle Tasavvuf 7. Kısım
36. Hadisi Şerif: Ibn Abbas’tan (r.a)
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Firavun suda boğulma haline gelince, “Gerçek¬ten İsrailoğullarının inandıklarından başka ilâh olma¬yan Allah’a iman ediyorum” demişti. Yunus, 90
Bunun üzerine Cebrail (a.s): “Ey Muhammed ona Rahmet ulaşmasından korktuğum için denizin dibinde onun ağzına çamur tıkarken görmeliydin”
dedi. Tirmizî, tefsirul Kur’an 3107
Hadisten çıkan netice: Sekr hali.
İman kalble olur, dille ikrar edilir. Tevbelerin kabul olunmayacağı vakitte (meselâ ye’s halinde) ikrarda bulunmanın hiçbir faydası yoktur. Bunun aksine tev¬belerin makbul olacağı vakitte sadece kalbîn iradesi yeterlidir. Bütün bunlara (Firavun’un imanı, iman et¬me vakti olmamasına) rağmen Cebrail’in (a.s) onun ağzına çamur tıkaması aşırı sekr halinden dolayıdır. Bunun hakikati, otuzdördüncü hadiste açıklanmıştır ve bu hadiste aşırı sekrin sebebi Allah için nefret et¬me halidir.
37.Hadisi Şerif: İbn Abbas’tan (r.a), Hz. Ebû Bekir (r.a):
– “Yâ Resûlullah! İhtiyarladın” deyince Resûlullah (s.a.v): “Beni Hûd ve Vakıa sûreleri ihtiyarlattı” bu¬yurdu. Tirmizî, tefsir, 3297
Hadisten çıkan netice: ibâdetle beraber insan¬daki heybet halinin artması
Kabz ve bast halleri ilerledikçe insanda heybet hali meydana gelir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) manevi hali yüksek olduğu için durumunu heybetiyle tâbir etmek uygundur. Onun haşyeti de kabz halinin başlangıcını içine almaktadır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Murakabe.
İbâdete ve kulluğa yönelerek Allah Teâlâ’nın aza¬metinin ve yüceliğinin düşüncesini, kalb üzerine de¬vamlı bir şekilde getirmeye murakabe denir. Bir genç dahi devamlı tefekkür ve kuvvetli teveccüh netice¬sinde ortaya çıkan korkunun (haşyet) etkisiyle yaşla¬nır. İşte görüldüğü üzere heybet gibi murakabe hali de hadisle sabit olmaktadır.
38.Hadisi Şerif: Ebû Saîd’den (r.a),
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o baktığın¬da Allah’ın nuruyla bakar” Timizi tefsir, 3128
Hadisten çıkan netice: Feraset.
Feraset, kalbin saf olması durumu olup devamlı
Allah’ı zikretmek ve takva ile elde edilir. Böyle bir mü’min pek çok zaman olayların hakikatini idrak eder. Buna feraset denir. Feraset, keşfin bir şubesidir. Hadis açıkça bunu ispat eder. Hadiste geçen “Nurullah (Allah’ın nuru), saf (temiz) olmanın işaretidir. Bu¬nun sebebi zikir ve takvadır.
39.Hadisi Şerif: Hz. Âişe’den (r.anha),
Resûlullah’a (s.a.v): “Ve o kimseler ki, şüphesiz onlar Rablerine dönecek kimseler olduklarını bildik¬leri) için, verdikleri şeyleri kalbleri ürpererek verir¬ler.” Mü’minun, 60 ayetindeki korku için, “onlar içki mi içti ler, hırsızlık mı yaptılar (ki korksunlar)” diye sordum. Resûlullah (s.a.v):
– “Hayır, Ey Ebû Bekir’in kızı! Onlar kabul edilme¬mesinden korktukları halde oruç tutanlar ve sadaka verenlerdir” buyurdu ve şu âyeti okudu:
“İşte bunlar, hayırlı işlerde yarış ederler ve onlar hayır için önde giderler” Mü’minun, 61.
Hadisten çıkan netice: Havf (Allah korkusu) ve tevazu.
Hadis bunu açık bir şekilde anlatmaktadır.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Allah’a yakın olanların alâmeti.
Allah, (c.c) bu özelliklere layık olan kullar için bu güzel huyları özellikle zikretmiştir. Havf ve tevazu, velilerin alâmetlerindendir. Bütün haller ve sıfatlar araştırıldığında görülecektir ki havf ve tevazu, arif¬lerde, diğer sıfatlardan daha üstündür. Sanki bu on¬ların özel belirtisidir.
40.Hadisi Şerif: Ibn Abbas’tan (r.a),
Hilâl b. Imeyye (r.a), Hz. Peygamber’in (s.a.v) hu¬zurunda, karısını Şerîk b. Sehmâ ile zinada bulun¬makla suçladı. Hz. Peygamber (s.a.v) Hilâl’e:
“(Dört) şahidini (hazırla) veyahut da arkana hadd (sopa) vurulacaktır” buyurdu. Bunun üzerine Hilâl:
-Ey Allah’ın Resûlu! Bizden birisi karısının üzerin¬de bir erkek görürse, şahit mi aramaya gidecek? (O kimse şahit getirinceye kadar, işini bitirip savuşup) gitmez mi? diye karşılık verdi. Resûl-i ekrem de (s.a.v):
“Sen şahitlerini hazırla, yoksa arkana hadd vu¬rulacaktır” buyurdu. Bunun üzerine Hilâl b. İmeyye Hz. Peygamber’e (s.a.v):
-“Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, ben doğru söylüyorum. Allah bu işim hak¬kında arkamı hadden kurtaracak bir şey (âyet) indi¬recektir” dedi. Bunun üzerine Cebrail bu konudaki âyeti indirdi… Nebî (s.a.v) ise
“Eğer bu konuda Allah’ın kitabında (lian hakkın¬daki hükmünde) bir gecikme olsaydı, benimle onun arasında bir şeyler söz konusu olacaktı (yani gerekli cezayı uygulardım)” buyurdu. Et>u Davud, 2254
Hadisten çıkan netice: Kerâmet.
Bir sahâbînin Allah mutlaka bir hüküm göndere¬cek demesinde, hadiste geçen ifadenin zahir şeklin¬den de böyle bir şey olacağı anlaşılmaktadır. Öyley¬se o sahabînin böyle müjdelemesi kerâmettir. Şayet irade itibarıyla bunu, bir şeyi dileme yönünde açık¬larsak dahi bu, duanın kabul olma kerâmetidir.
Hadisten çıkan diğer bir netice: Hakikatin değil, şeriatın tercih edilmesi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), vahyin nuruyla dol¬muş olduğu için bu nur ile baktığında pek çok şey ona açıklanmaktadır. Eğer biri filan filan özelliği taşı¬yorsa o veled-i zinadır. Böyle bir durumda Peygam¬ber Efendimiz (s.a.v) herhangi bir kimseye böyle bü¬yük bir suçu, sadece zan ve delillerden dolayı diye¬mez kadınla iligili gerçeği kesinlikle bilmesine rağ¬men, şer’î durum bununla amel etmesine engel idi. Bu sebeple ortaya çıkan hakikati bırakıp, şeriata baktı.
Sonuçta çok büyük bir prensip ortaya çıkmış ol¬du: “Her zaman hakikat yerine şeriatı tercih etmek.” Bu prensiple itikad ve amel ıslah edilmiş olur. Bu Al¬lah’ın büyük bir lutfudur. Eğer bu lütuf olmasaydı, dünyanın dengesi bozulacak ve insanlar istedikleri gibi davranacaklardı.
Ayrıca şu bir gerçektir ki her şey Allah’ın mül¬küdür. Mecazi düşünceler ve yorumlar insanlara ait¬tir. Hakikatin karşıtı olan mecazın bırakılması ge¬rekir. Eğer birisi kalkıp hakikata göre hareket ediyo¬rum diyerek başkasının olan şeyleri alırsa, nikâhlı ve nikâhsız farketmeksizin kadınlarla birlikte bulu¬nursa, bunun sonucunda pek çok fesat, çirkinlik ve kötülükler ortaya çıkacaktır. Allah’ın büyük lutfudur ki, şeriat bu gibi şeylere engel koymuştur. Bazı kim¬seler bu sırrı anlayamadığından kendi inanç ve amellerini yok ederek yanlışlar yapıp zındıklığa ve ilhâda (dinden çıkma) düşmüştür.
41. Hadisi Şerif: Hz. Âişe’den (r.anha),
İfk ten beri olduğuma dair âyet inince annem ve babam bana:
-Resûlullah’a (s.a.v) kalk teşekkür et, dediler. Ben de: “Hayır! Vallâhî O’nada teşekkür etmeyeceğim sizede teşekkür etmeyeceğim; sadece suçsuz olduğu¬mu bidiren Allah’a hamdedeceğim” Tırmizi tefsir, 3180
Hadisten çıkan netice: Şathiyat ehlinin mazur ol¬ması.
Bazı büyüklerden nazım veya nesir olarak öyle sözler nakledilir ki onların zahirî ifadeleri ters mâna¬lar ifade edebilir. Eğer bu sözler onların genel halle¬rine aşırı duygunun galip olmasından dolayı ise bu
sözlere şathiyat denir. Hz. Âişe’nin (r.anha), Resûlullah (s.a.v) için böyle söylemesi, şathiyat türü ifa¬delerdendir. O’nun bu şekilde söylemesinin sebebi şiddetli üzüntüdür. Hz. Peygamber’in (s.a.v), beşer olması ve gaybı bilmemesinden dolayı, bu hususta şüphe ve tereddüt içinde idi. Hz. Âişe (r.anha), Hz. Peygameberin (s.a.v) bu tür tereddüdünü biliyor ve üzülüyordu. Bir de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ifk hadisesinde takip ettiği yol, onun şüphelendiği hissini veriyordu.
Hz. Âişe (r.anha) berâeti inince coştu, kendinden geçti ve böyle bir cevap kendisinden sadır oldu. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) onun bu sözünü ters karşılamadı. Bu hadisle ehl-i şathiyyatın mazur olduğu anlaşılmaktadır.
42.Hadisi Şerif: Bir rivayette, Allah Teâlâ’nın “Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin” «Kassas.56 âyeti hakkında, Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
“Bu âyet Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) amcası Ebû Tâlib’in islâm’a girmesini istemesi üzerine in¬miştir”. Tirmizi tefsir, 3188
Hadisten çıkan netice: Şeyhin bağımsız tasarruf yetkisinin olmaması
Bazı bilgisiz kimseler hata ederek feyzin şeyhle¬rin elinde olduğuna inanırlar. Bu hadis, bu yanlış fik¬ri düzeltmektedir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yetkisi olmadığı yerde, diğerlerinin yetkilerinin ol¬duğu nasıl düşünebilir? Şeyhin gerçek işi dini yön-den faydalı olmaktır. Fakat bu mutlak faydalı olma yetkisi elinde değildir. Bu iş şeyhin elinde değilse, dünyevî işler devamlı onun elinde nasıl olabilir.
Pek çok cahil bu yanlış fikre düşmektedir. Bun¬dan Allah’a sığınırız. Ayrıca böyle durumda olan pek çok cahil, ehlullahın bütün kâinatın sahibi olduğuna inanmaktadır. Nassın yol göstermesiyle bunun ıs¬lahı gerekir ve mümkündür.
43.Hadisi Şerif: Ibn Abbas’a (r.a) “Allah hiç bir insanın içinde iki kalb yaratmamıştır” Ahzab, 4 âyeti hakkında bununla ne kasdedilmiştir diye sorduk. De¬di ki:
Bir gün Resûlullah (s.a.v) namaz kılarken (cehrî kıraat esnasında) kalbinden bir düşünce geçti. Ken¬disiyle beraber namaz kılmakta olan münafıklar:
“Onun iki kalbî olduğunu görmüyor musunuz? Bir kalb sizinle, bir kalb onlarla” dediler. Bunun üze¬rine Allah (c.c):
“Allah hiç bir insanın içinde iki kalp yaratmamış¬tır” âyetini indirdi. Tirmizî, Tefsir, 3199
Hadisten çıkan netice: Kâmil namaz için akla ge¬len düşüncenin namaza zarar vermemesi.
Bazı kimseler kâmil bir namaz için insanın aklına hiç bir düşüncenin gelmemesinin şart olduğuna inan¬maktadırlar. Fakat bu hadis açıkça bu şartı kaldır¬maktadır. Yalnız şunu belirtmekte fayda vardır: isteyerek bir şey düşünmek namazın kemâlâtına mânidir.
Sonuç olarak, düşüncelerin akla getirilmesi ihtiya¬rî, kendi kendine gelmesi ise ihtiyarî değildir. İhtiyarî (kendi isteğiyle getirilen) düşünce namazın kemâlâtı¬na engel olur. Gayr-i ihtiyarî düşünce ise, ne kemâlâ¬tına engel olur ne de kâmil bir namazı iptal eder. Dü¬şüncenin olmaması bir çeşit istiğraktır ve bu övülen bir haldir. Fakat amaç değildir. Bazen düşünceli na¬maz düşüncesiz namazdan efdal ve kâmil olur. Çünkü düşünceleri defetmek ve kalbe toplamak için sıkıntı çekiliyor. Fazilet ve ecrin esası amel ve sıkıntıdır.
44. Hadisi Şerif: Ebû Hureyre’den (r.a), Nebî (s.a.v) şöyle buyurdu:
– “Allah gökte bir iş yapmaya hüküm verdiği za¬man, melekler O’nun emrine boyun eğerek kanat çırparlar ve tıpkı o emirler düz ve kaygan taşın üze¬rinde zincirin çıkardığı sese benzer.” Buhari tevhid, 32
Hadisten çıkan netice: Kadîmin (ezeli) hadis (sonradan olan) şekilde zuhur etmesi.
Allah kelâmının kadîm (ezelî) olduğu açıktır. Taş üzere dizilme şekli hadistir. Hadiste geçen kadîm ke¬lâmın hadis ses şeklinde zuhur etmesinden, büyük¬lerin kelâmlarında bulunan şu konu tesbit edildi:
Burada Zât-ı Kadîm, kâinatın hâdisatı şeklinde zuhur etti. Bunu bazen tecelliyeyi misâlî (gerçek ol¬mayan alem olarak) tabir ediyorlar. Zât-ı Kadîm’in zuhur ve tecellisinin gerçeği ne istihale (dönüşme) ne hulul (bir şeye girme) ne ittihattır (birleşme) ki, bunların hepsi aklen ve naklen mümkün değildir. Ak¬sine bu durum bir emrin icadıdır. Bazı vasıflardan dolayı hadis, kadîme benzer. Böylece bu hadis o kadîmin vasıflarının açıklayıcısı olur. Bu hâdise suret veya misâl de denir. Başka bir hadiste geçen:
“Rabbimi en güzel şekilde gördüm”Taberani ifadesi işte bunun açıklamasıdır. Teşbih bizzat Nûr suresi 35. âyetiyle sabittir, işte bunu iyice anlayın.
45.Hadisi Şerif: İbn Mesûd’dan (r.a), şöyle an¬latıyor:
-Allah Teâlâ vahiy yoluyla konuştuğu zaman, gök ehli taş üzerinde çekilen zincirin sesi gibi çıngırak sesi işitirler ve bayılırlar (kendilerinden geçerler.) Ebu
Davud 4738
Hadisten çıkan netice: Gaybet-i mahv hali (Gay- bî varidat sebebiyle kendinden geçme).
Bazen mürid, üzerine gelen varidatlar sebebiyle kendinden geçer. Buna gaybet-i mahv denir. Hadiste bunun açıkça ispatı vardır.
