21-31. Mektup

Bu mektubu Halifesi Molla Abdulkadir’e, Gavs’ın (k.s) emri ile yaptığı şer’i emirler ve tatbikinde cevaz olmayan hususlarda ihvanın düştüğü tehlikelerin beyanı hakkında gönderdiği mektuba cevap olarak göndermiştir.

Dünyada ve ahirette hamd Allah’a mahsustur. Sa- lat ve selam parlak şeriatı halka ulaştıran Allah Ra- sulü (s.a.v) ve hidayet nurları olan kutlu ailesi üzeri¬ne olsun.

Bu dergahın hizmetçisinden Allah için kardeş Mol¬la Abdulkadir’e.

Bazı aklı olmayan kimselerin kalblerine düştüğü¬mü ve bu dehşetten kurtulmaları için istiğfar etmeleri¬ni rica ettiğinizi bildiren mektubunuz bana ulaştı. On¬ların bu dehşetten kurtulmaları için senin yaptığın güzeldir. Çünkü Allah, arkadaşlarına merhamet eden kimselere merhamet eder. Bundan dolayı bu mek¬tubu, onlara okuman için hemen yazdım. Belki Allah onlara tevbe nasip eder.

Ey kardeşler Allah sizi affetsin. Sizlerin O’na kötü lakaplar taktığınızı ve kalplere nasıl tasarruf ettiğini söylediklerini bu hizmetkar duydu. O gayb olan şey¬leri bilmez. Dikkatli olun! Bu düşüncenizden dönün ve istiğfar edin. Umulur ki merhamet edilirsiniz. Kur’an okuyan kimse Allah’ın Kur’an’da şöyle buyur¬duğunu görür:

“Gayb’ın (görünmez bilginin) anahtarları, O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez . (Enam,59)

Allah Nebisine (s.a.v) şöyle demesini emretmekte¬dir: “De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımda- dır, demiyorum, Gaybı da bilmem.”(Enam,59)

“De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı (görünmeyeni, Allah’ın gizli ilmini) bile- mez.”(Nernl,65)

Bundan dolayı mutlak gaybı velide olsa nebi de olsa Allah’tan başkasının bildiğini söylemek küfürdür. Hz. Musa’dan (s.a.v) bizim Peygamberim’ize (s.a.v) kadar olan peygamberlerin ve bütün peygamberlerin bir takım şeyleri bilmemeleri bundandır, yani peygamberler gaybı bilemez. Ancak onlara Allah bildirirse bilirler. Nitekim Hz. Musa (s.a.v) durumun hakikatına vakıf olmadığından dolayı, Hz. Hızır’ı (s.a.v) çocuğu öldürmesi, gemiyi delmesi ve yıkılan duvarı yapması sebebi ile kınamıştı.

Yine Hz. Davud’un (s.a.v) hayrın evlenmemekte olduğunu bilmemesi ve hatta Peygamberimiz’in (s.a.v) İsra gecesinde bazı emredilen mutlak işleri bilmemesi, Bedir savaşından sonra esirlerden fidye alınıp serbest bırakılmasından sonra ayetin esirlerin öldürülmesi yönünde gelmesi mutlak gaybı peygam¬berlerin de bilmediği hususlardandır.

Yine Peygamber Efendimizin’in (s.a.v) Uhud sava¬şında kendi görüşü Medine’den çıkmak olmamasına rağmen Medine’nin dışına çıkması bu hususlar¬dandır.

Hz. Peygamber’e (s.a.v) bir kavim hakkında onlar zekatı vermiyorlar, zekatı menettiler denildiğinde O da onlarla savaşmayı emretti. Bunun üzerine şu ayet indi: “Size fasık bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın”(Hucurat,6)

Peygamberler ve hatta onların sonuncusu olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) için mutlak gaybı bil¬mek mümkün olmayınca bu hizmetkar gibi kimselere bu nasıl sabit olur? Böyle bir iddia büyük bir cesaret¬tir. Böyle bir iddia Allah’ın kelamını, peygamberleri ve sahabileri bilmemektir. Sahabiler aralarında bir takım olaylar cereyan ettiğinde bunlara keşf ve kerametle vakıf olduklarını iddia etmediler. Gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun. Haşa! Bu hizmetkarın mut¬lak gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun. Bila¬kis ben günahlarını ve kusurlarını itiraf eden Allah’ın aciz bir kuluyum. Hatta bu hizmetkar bütün alemin günahlarının, hardal tanesinin kumun altında olduğu gibi günahlarının yükü altında olduğunu ve gü¬nahının dumanının semaya ulaştığını söyleyen ve fakat Allah’ın rahmetinden ümidini kesmiyen birisidir. Çünkü Allah çok affedici ve merhametlidir. Bu hizmetkar Gavsu’l Azam’ın gölgesi altında gölgelen- meyi arzu ediyor. O Gavs ki bu hizmetkara, ümmete şeriatın ahkamını tebliğ etmeyi, onlardan günah ve hataları için tevbe etmelerini istemeyi, şeriatın emir¬lerine uyup, yasaklarından kaçınmalarını emretti.

Kim bunlara uyarsa kurtulur, kim de muhalefet ed¬erse ziyan ve hüsrandadır. Kim Allah’tan hidayet mu¬rat ederse Allah onu hidayete erdirir. Hidayeti iste¬meyen kimseyi Allah nasıl hidayete erdirsin.

Allah’ın (c.c) “O olmasaydı bu kainatı yaratmaz¬dım” buyurduğu ve salatın en tamamının ve selamın en kamilinin kendisi ve ailesi üzerine olduğu seçilmiş Nebi’sine şöyle demiştir: “(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah di¬lediğini doğru yola iletir”(Kasas, 56) Hidayetin nasil olacağı bilinmez. Çünkü insanlara bu hususta hiç bir bilgi verilmemiştir. Hatta Allah Teala şöyle buyuruyor: “O gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kims¬eye göstermez. Ancak razı olduğu elçilere gös¬terir.. .”(Cin,26,27) Ayette geçen Rasûl kelimesini İmam Kerhî velî olsun nebi olsun luğavî manasıyla gönder¬ilen elçi” şeklinde tefsir etmiştir. Bundan da şu anla¬şılıyor ki, Allah gaybın hepsini değil, bir kısmını bazı insanlara bildirebilir. Ama o kimseler kendileri için Al¬lah’ın bilmesini muttali kıldığı miktarı aşamazlar ve bunu da yapamazlar. Onların gaybden muttali olduk¬ları ile değil, şeriatı-ı ğarra ile amel etmeleri uygun¬dur. Gaybden eide ettikleri bilgilerle amel etmeleri caiz değildir. Bu husuta dikkatli olun.

Nebimizin (s.a.v) münafık olduğu söylenilen kim¬selerin imanını kabul etmesi, sonra ben kalblerin araştırıcısı değilim demesi ve münafık olduklarını bilmesine rağmen, münafıklara İslam ahkamına göre muamele etmesi delil olarak size yeter. Yine Hz. Ömer’in (r.a) kendisini öldüreceğini bildiği halde, Ebû Lü’lü’nün çalışması için serbest bırakması ve sonra da Ebû Lü’lü’ü O’nu şehid etmesi, Hz. Hüseyin’in (r.a) Yezid’le savaşması şeriatın emrine uyma husu¬sunda delil olarak size yeter. Hatta bunlara ilaveten Hz. Muaviye (r.a) ve Hz. Aişe’nin (r.anha) hata ettiği ve Hz. Ali (r.a) ile olan mukatelesinde hata etmesi gi¬bi evliyanın şeriat ile ilgili hususlarda hata etmeleri mümkündür. Yine Ebû’l Hasan el-Basrî (k.s) akide meselesinde, İbn Arabî (k.s) tevhid meselelerinde ve Cüneyd (k.s) Hallac’ın (k.s) öldürülmesi ile ilgili fet¬vasında hata etmişlerdir. Hata etmek caiz olmasaydı en kuvvetlileri dört olan mezhepler arasında ihtilaf nasıl vaki olurdu? Bu mezhep imamları, evliyanın en kamili olan İmam Azam, İmam Şafi, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel olmasına rağmen, şeri meselelerde onların da hata ettikleri vaki olmuştur.

Evliyanın kalbleri bilmesine gelince, bu durum şeyhliğin aslının haricinde bir iştir. Bir kimse tam tes¬limiyet sahibi ise onun kalblere tasarruf edebileceği ve kalblerde olan bazı şeyleri Allah’ın izniyle bilebile¬ceği ikrar edilmiştir.

Hatta bütün bunların yanında, bir kimse üstadının dediği şeyleri bildiğini söylerse ona şöyle denilir: Sen (Allah’a değil) putlara ibadet ediyorsun. Böyle diyen kimseden akılların anlamıyacağı acaib ve garaib (is- tidraci) haller görülür. Allah sizi affetsin ve mağfiret etsin.

Hz. Hızır’ın çocuğu öldürme hususunda görüldüğü gibi zahiren şeriata muhalif gibi olan şeyleri gör¬düğünüzde, düşeceğiniz tehlikeye üzülüyorum. Ebû Yezid el-Bistamî’nin “Benim şanım ne yücedir” de¬mesini küfür davasında bulunmanızdan, aşık olan Tusî namazı terketti demenizden v.b meselelerde tehlikeli durumlara düşmenize üzülüyorum.

Allah’a yemin olsun ki Gavsu’l Azam’dan çok kork- masam, Molla Abdulkadir’i aranızdan çıkarırdım. Nitekim Hz. Nuh (s.a.v) ve pek çok peygamber kav¬imleri arasından çıkmışlar da kavimleri helak ol¬muşlardı. Fakat size olan çok şefkatim ve Muham¬medi meşreb olan Gavsu’l Azam’ın çok merhametin-den dolayı, onu aranızda bıraktım ve sizden tevbe ve istiğfar etmenizi istemesini emrettim. Belki Allah yapacağınız tevbeleri kabul eder. Tevbe edersiniz dinde ve tarikatta kardeş olursunuz ve bu hizmet¬karın duası ve Gavsu’l Azam’ın gölgesi sizin üzeri¬nizde olur. Yine de aranızdan onun çıkarılması söz konusu olabilir. Olmayacak şeylerin size gelmesinde beni değil, nefislerinizi kınayınız.

Ey kardeşim Molla Abdulkadir! Kerametleri izhar etmenin kadının hayz hali gibi olduğunu duyduğunuz halde büyükler için kerametlerini izhar ettiği iddiasın¬da nasıl bulunursunuz? Halbuki Nebi’nin (s.a.v) mu¬cizeleri, peygamberliği, O’na nazil olan Kur’an ve aramızda yayılan şeriatı bize yeter. Onlara böyle nasihat ediniz, kerametlerle değil. Belki öğüt alırlar veya korkarlar. Allah şöyle buyuruyor:

“Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki : “Al¬lah bana yeter! O’ndan başka ilâh yoktur. O’na dayandım, O büyük Arş’ın sahibidir!”(Tevbe,29)

Şevk, zevk ve rabıta sahibi ol. Benim yapıştığım kopmayan ipe sarıl. Benim sırtımı dayadığım yıkıl¬mayan duvara sırtını daya.

Selam sana, yanındakilere ve Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) tabi olmayı devam ettirenler üzer¬ine olsun.

Ey Allah için kardeş olan! Bu tehlikeyi (kerameti izhar etme tehlikesini) istekleri ve teveccühleri ol¬masa da onlardan uzaklaştır. Tehlikeye düşme duru¬munda olanlara gül ve siz delisiniz de. Çünkü bu iş ulema arasından tahlil edilmiş şer’i bir durumdur. Şe¬riat ise zahire hükmeder. Tarikatımız ise şeriatın za¬hirine uygunluk üzere bina edilmiştir. Tarikatımızda şeriata uymayan kerametier keramet sayılmaz.

Allah’ım! Hz. Muhammed’e (s.a.v), ailesine asha¬bına ve nesline kat be kat ve devamlı salat ve selam eyle. Amin. Ve’l hamdulillahi Rabbil Alemin.

22. Mektup

Bu mektubu Şeyh Muhammed el-Bitlisi’ye, alî Nakşibendî tarikatına girmek isteyen kimselerin bil¬mesi gereken bazı adabı beyan etmek için gönder¬miştir.

Manevi kardeşimiz, Mevlevi seyyidimiz şerefli Şeyh Muhammed Zeyd’e. Allah onu şereflendirsin ve kalblerin çok ferahladığı yüksek derecelere çıkan¬ların derecesine çıkarsın. Güzel hatırınızı sorarak, tarafınızdan dua istemeyi ve nefsinizin vefa içinde ol¬masını çok ümid ederek mektuba başlıyorum.

Selam size ve yanınızdakiler üzerine olsun. Bu mektupta Nakşibendî tarikatına girmek isteyenlere gerekli olan bazı edepler zikredilmektedir.

İnsanların girdiği yollar üçtür:

1- Şakilerin yolu: Bu yol dünyayı sevme yoludur.

Allah sizi ve bizi bu yanlış yoldan kurtarsın. Dünyayı sevmek kendisine düşmanlığı gerekli kılacak -bun¬dan Allah’a sığınırız- bir şey olmasına rağmen nasıl alçak olmaz? Çünkü dünya, düşmanların reisi olan nefsin sevgilisidir. Dünyayı sevmek nefsin sevgisin¬den dolayıdır. Düşmanı sevmek düşmanlıkta onunla uyum halinde olmayı ve Rasulallah’ı (s.a.v) tekzib et-meyi gerektirir. Çünkü akıllı olan kendini ibadete ve¬ren kimsedir. Ebû Cehil’e uymak sizce de malum olduğu üzere ebedi hüsranı gerektirir. Bütünüyle bu durumdan ictinab etmek gerekir.

Ebrarın (iyilerin) yolu: Bu yol ahireti sevme yo¬ludur. Bu da nefsin arzuladığı bulanıklıklardan uzak değildir. Akıl ile nefis karşılaştığı zaman nefsin sevgi¬sinin Mevla’nın sevgisi üzerine kayması suretiyle ilâ¬hi sevgisinin arttığı doğru değildir. Halbuki karşılaş¬ma bunu tercih eden kimsenin yapısıyla ilgilidir. Nite¬kim Allah şöyle buyuruyor:

“Karışımı tesnimdendir (İçine tesnim karıştırıl¬mıştır. Tesnim yukarıdan aşağıya şarıl şarıl akan çeşmenin adıdır). Bir çeşme ki (Allah’a) yaklaştırı¬lanlar ondan içerler.”(Mutafifin,2728)

Ancak bununla beraber düşmana sevgi olarak izhar ettiğimiz şeylerin mevcud olması gerekir. Böyle olmazsa o zaman sevap ve cezayı nasıl talep ede¬ceğiz? Ecri taleb etmek sahibini kamil derecesinden dolayı alçak gönüllü yapar.

Mukarrebûnun (Allah’a yaklaşanların) yolu: Bu yol Mevla’yı sevme yoludur. Bu da nihayetinde isteni¬len en yüce bir hedeftir. Çünkü bu hal sahibini iman¬sızlıktan korur. Ruh nefsin elinden çıkar. Bu hal kişiyi Allah ile olan ezeli sohbet derecesine ulaştırır. Kalbte

marifet pınarları fışkırır ve orada ilâhi feyz pınarları akar. Kişiyi hikmet denizi yapar ve arzularından uza¬klaştırarak Allah ile meşgul olan kimse haline getirir. Şu belirtilen nimetlere vasıl olur: “Hiç bir gözün gör¬mediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir beşer kal¬binden geçmeyen nimetler onlar için vardır.” Bir neb¬ze düşünüldüğünde bu derecelere ulaştıran yolda gayret etmek gerekir. Bu yol şimdi Nakşibendî tari¬katıdır. Bu yolu seçtikten sonra yolu takip etme, ne k- itapla, ne virdle, ne de zikirle olur. Ancak kalıcılığı sağlanan usuller ile olur. Bu da ihlâs ve muhabbettir. İhlasın en aşağı mertebesi, üstad seçme hariç bütün hidayet yollarının birbirini desteklediğini görmektir. Bakışı eksik olan, dünyada kendi uyduğu şeyhinden – faziletli de olsa- başka şeyh görmeyen, eşyanın tabiatına aykırı bir durum içerisindedir. Gönlümü seni düşünmeye adamışım Gafil olandan uzak durmuşum Senin gamınla ebediyyen bağlanmışım. Muhabbetin en aşağı derecesi şeyhi kendisine canından, malından, evladından, ana-babasından ve ihvanlarından daha sevimli olmasıdır. Çünkü şeyhe muhabbet ebedi hayatı ve teslimiyetin tam olmasını gerektirir. Teslimiyyet ise şudur: Müridin şeyhin eline yıkayıcının elinde olan ölü gibi olmasıdır. Nitekim Semnanî (k.s) bu hususta şu şiiri söylemiştir: Cehennemin muradı beni yakmaksa yakabilir Cennet gül bahçesi olmayacaksa olmayabilir Benim derdim inan. başkadır, bunlar değildir Benim sevdam yiğitler kapısında beklemektir Ashab-ı kehfin köpeği gibi olsun, olabilmektir

Allah bu sıfatlara uyduğundan dolayı bir kula iyilik¬te bulunduğu zaman, ona edebi gözetmek düşer. Bir nebze de olsa bu edepleri zikredelim.

Sadece ilim, akıl ve tabiata bağlanmak gibi tes¬limiyete engel olan sıfatlardan sıyrılmak. Çünkü be¬lalar çoktur.

Şeyhe hürmet etmek. Nitekim İmam-ı Rabbani şu ayeti naklediyor “Zamanınızdaki büyüğe itaat

edin.”(Tevbe,i9) Mevlana Rumî de şöyle der:

Güneşim, Tebriziim, Efendim.

Beni terbiye eden ey mürebbim!

Molla Cezerî (r.a) şöyle der:

Gerçi cennette emru ferman gelmez ki.

Bilhassa müekked sünnet olan teheccüd na¬mazı ile geceyi ihya etmek.

“Sadıklarla beraber olun” ayetinin hükmü gereği tam bir edeple ya cismi ya da hayali olarak şeyhi rabıta etmek Nitekim Mevlana Cami (k.s) şöyle buyuruyor:

Hazır olun. Çünkü dostlar geldi.

Ey gönül! Zahir ve batında dosttan başkasını görme.

Bununla birlikte sohbette üzüntü ve pişmanlık duymak.

Mümkün olduğu müddetçe (yürürken) bütün eş¬yaya bakmaktan kaçınarak bakışı ayak üzerine hasr etmek.

Bidatlardan sakınmak

Nitekim İmam-ı Rabbanî şöyle buyuruyor:

“Her bidat sünneti kaldırır.”

Zikirde riya için bağırmak, raks diye bilinen sema, insanlardan tamamen uzaklaşıp halvete girmek, Al¬lah ve şeyhin dışındaki şeylere gönül bağlamak, ha¬dislerde olmayan zikirleri yapmak bidat olan amel¬lerdir. Bunlara yeme, içme, uyuma, oturup kalkma ve konuşma dışındaki hususlar kıyas edilsin.

Amellerde ruhsattan, tartışmada cedelden ve şeyhlerin münkirlerinden, şeyhleri kötüleyen ve hakir görenlerden uzakta durmak. Eğer bir kimse velayet mertebesinde bulunuyorsa ona münkirlik yapılma¬masıdır.

Dünya ehlinden uzaklaşmak, ilim ehline, fakir¬lere karşı alçak gönüllü olmak ve müminlere karşı su-i zandan kaçınmak.

Hakkıyla eda edememekten dolayı salih amel¬den sonra istiğfar etmek.

Mümkünse önce Allah’a hacetleri arzetmek, böyle yapmak mümkün değilse şeyhe arzetmek.

Süleyman Efendi kardeşimize selam eder, duala¬rını taleb eder ve halinden sual ederiz. Hastalandığı haberi bana ulaştı. Bunu bir nimet olarak kabul edin.

O’nun kahrının ve lutfunun hakiki meftunuyum,

Şaşılacak şey ki ben her iki zıttın da aşığıyım.

Bundan maksat ayrılıkları bir araya getirmektir.

6 Cemazî’lahir 1298

23. Mektup

Bu mektubu Molla Abdulfettah es-Sablağî’ye ihlâs muhabbet ve teslimiyete teşvik için göndermiştir.

Bil ki; yüce Nakşibendî tarikatı ihlâs, muhabbet ve teslimiyet üzerine kurulmuştur. Bunlardan herbiri art¬tığında sahibinin yakınlığı, ilerlemesi ve vuslatı artar. Bunlar tamam olduğu zaman meram olan yakînî iman ve gaybi müşahedeler hasıl olur.

İhlasın en aşağı mertebesi, şeyh kapısı dışında bütün visal kapılarının kapalı olduğunu görmek ve şeyhin kendisine yol göstermeye muktedir olduğunu kabul etmektir.

Muhabbet ise, şeyhin müride malından, evladın¬dan ve canından daha sevimli olmasıdır.

Teslimiyet ise şeyhin emirlerini güzel, çirkin, caiz, haram olduğuna bakmaksızın yerine getirmektir. Sa- dat-ı Nakşibendiye teslimiyetin tam olması için emir¬ler ve edepler koymuştur. Onlar da şunlardır:

– Mümkün olduğunca cismani olarak sohbet et¬mek. Eğer cismani sohbet mümkün olmazsa, manevi sohbet etmek. Manevi sohbet “Sadıklarla beraber oiun”(Tevbe,n9) ayeti gereği rabıtadır. Bu da iki kı¬sımdır.

İcmalî ve hayalî: Bu tür rabıta şeyhi, yeme içme esnasında, dostlar arasında konuşurken, derste, uy¬kudan önce veya sonra devamlı yanında olduğunu düşünmek.

Tafsilî ve sûrî: Namaz oturuşununun aksi oturup, gözleri kapatarak alında bir göz olduğu kabul edilir. Şeyhin yüzünden, nurdan bir şua çıktığı ve kendisine doğru geldiği düşünülür.

– Mümkün olduğunca mutlak bidat ve ruhsatlar¬dan kaçınmakla birlikte, şeriata göre amel etmek.

– Müridin kendisini şeyhte yok etmesi. Müridin nefsini, ilim gibi ihtiyarı olan kemal sıfatlarla veya ka¬le gibi sağlam huylarla muttasıf olduğunu görmeme¬si. Çünkü müridin gayesi, nefsinin gururlanmaması için kemalat elde etmek değil, şeyhin gölgesi altında gölgelenmektir.

4 – Zikr etmek. Zikrin en efdal vakti iki tulu arasın¬daki vakittir. Bütün bu emirler aşağıdaki edeplerle kolay olur.

Nazarı (bakışı) ayak ucuna hasretmek: Sadat-ı Kiram’a göre mutlak nazar, şeriat ehline göre kadın¬lara bakmak gibi gaflete sebep olur. Hatta Sadatdan birisi mutlak nazarın haram kılındığını ve mutlak ola¬rak nisbeti götüreceğini söylemiştir. Bu onlara göre en doğru olandır. Yine sadattan bir kısmı da bunun haram olduğunu, şehvetle olursa nisbeti götüreceğini söylemişlerdir. Çünkü şehvet, nazar edilenle kalbin ilgilenmesi veya elde edilmesi taleb edilen fitnedir.

Dünya sevgisi ve düşüncesinden sakınmak. Mürid salih amellerle sevap elde etmeyi arzula- malıdır. Çünkü dünya sevgisi Allah sevgisine terstir. Sevap elde etmeye rağbet göstermek ise dünya sevgisini yok eder. Bu da nefsin hisselerindendir.

Farz namazlardan sonra 3,15 veya 20 defa is¬tenildiği gibi eda edemedim veya Allah’ın şanına ve büyüklüğüne uygun olmadı ve günah oldu zannı ile istiğfar etmek. Eğer böyle bir hal olursa zaten bun¬dan istiğfar etmek gerekir. Fakat bu zannın namazı terk etmeyi gerektiren zan olduğu düşünülmesin. Çünkü namaz mükellefiyeti her vakit bakîdir. Mükel¬lef namazını her zaman eda etmesi gerekir. Nitekim kul namaza kalktığında, yerine getirmeye mükellef olduğu şekilde kemal sıfatları ile namazı eda ede¬mez. Kul, efendisinin devamlı hizmet etmesini emret¬tiği köle gibi, Allah’a niyaz ve tazarru ile istiğfar et¬mesi gerekir. Çünkü kul hakkıyla namazı eda ede¬mez. Allah’a niyazla boyun eğerse, Allah ta onu af¬fedebilir. Böylece ikinci defa da Allah katında kabul oldu ümidi meydana gelir.

Namazında bir şey gördüğünde istiğfar et. (Mut¬main) olmazsan kalk yeniden kıl. Her ameli salihten sonra böyle yap, bilhassa fakihlerin dersinden sonra. Çünkü ilim Allah’ın ilmidir. Sen ise kendinde alim olduğun zannı ile bir varlık görüyorsun. Bundan do¬layı sana ders ve mutâaladaki gayretinden dolayı ki¬bir gibi zararlı hastalıklar sirayet eder.

d) Alimlere bildiğin soruyu sorma. Aksine onlara bir soru sormak istediğin zaman, bilmediğin şeyi sor.

24. Mektup

Bu mektubu Molla ishak Efendi ve Abdulhakim Efendl’ye sarık sarmaları hususunda yazmıştır.

Bil ki, yüce Nakşibendî tarikatı ihlâs üzerine bina edilmiştir. İhlas hidayetin -dünya, evliya ve kutublarla dolu olsa da- Rabbi’nin ikramıyla şeyhin eliyle oldu¬ğunu bilinendir. Bu da İhlasın en aşağı mertebesidir. Ebedi hayat ve fuyuzat-ı ilâhi onun vesilesi ile elde edildiği için şeyhin muhabbeti, anne, baba, evlad ve can muhabbetinden üstün olmalıdır. Teslimiyet ise ölünün, ölü yıkayıcısının elinde olduğu gibi (müridin) şeyhin elinde olmasıdır. Bunların yanında bir takım işlerden de sakınmak gerekir. Şöyle ki;

1- Bidatlardan sakınmak: Bidatlar cehr-i zikirler gi¬bi tarikat bidati olur. Mevlana Maksud Ali el-Halhalî “Bukencine Cevahir” adlı eserinde mürid iki şeyle tarikatten reddedilir, demiştir:

Cehr-i zikir

Şeyhi vefat etmedikçe şeyhini red etmesi ile.

Mevlana Seyyid Taha (k.s) cehr-i zikirden şunları

istisna etmiştir: Namazlardan sonra lailâhe illallâh demek, ölüye telkin okumak ve aksırana yerhe- mukellah demek.

Gavsu’l Azam’ın halifesi Mevlana Halid (k.s) dağın tepesine çıkma anında Allahu ekber demenin, dağ¬dan vadiye inme esnasında da Subhanallah de¬menin, cehr-i zikirden istisna edildiğini nakletmiştir.

Ramazanda yapılan meşhur salavatlar, dua eder¬ken çokça yapılan sesli zikirler, halvet, seferde iki na¬maz arasında cem yapmak, şeyhi varken şeyh seya¬hatine çıkmak, şeyhlerin bir yerden çıkış anında ve¬ya köylere giriş anında salavat getirmek, bayram günleri ve teşrik tekbirleri dışında sesli tekbirler getir¬mek, raks ve sema yapmak, isteyerek vecde gelmek, insanların önünde hatme duasını okumak, insanların önünde teveccüh yapmak ve yalnız yemek yemek, bütün bunların hepsi tarikat bidati olarak kabul edil¬mektedir.

Bidatların ister hasene ister kabiha olsun şer’i bid¬at olan bölümü vardır. Şer’i bidatlar, hakkında ayet, ic- ma ve kıyas bulunmayan hususlarda söz konusudur.

Kişinin kendini ehl-i şeriat, ilmi ile amil, abid, akıllı ve hatta ilmi olmayan cahil kimselerin sıfatların¬dan uzak olduğunu görmesi yasaklanmıştır. Ancak bütün hasletlerin şeyhin himmeti ile olduğunu bilmesi gerekir.

Edebin güzel olmaması. Çünkü bu varlık duy¬gusunun sebeplerindendir.

Kişinin kendi nefsini beğenmesi. Ubeydullah Ahrar (k.s) şöyle buyurmuştur: “Kim tarikatta kendi nefsinin hayvanattan daha iyi olduğunu görür de bu hal ona zarar vermezse, o hal istidraçtır.”

Şeyhin emri olmayan zikir ve amel ile meşgul olmak.

Zikri sohbetten daha hayırlı görmek.

Şu edeplere de uymak gerekir:

a- Şeyhin huzurunda ve gıyabında edepli olmak. Nitekim Mevlana Cami (k.s) şöyle buyuruyor: “Şey¬hin yanında ancak şeyhe cevap vermek maksadı ile konuşmalı. Onun yanında yüzü sağa sola çevirme- meli, eldeki teşbih ve yüzük ile oynamamalı.”

b- Farzlar dışında şeyhin huzurunda namaz kıl¬mamak, ancak onun izni ve onunla beraber kılın- abilir.

c- Sohbette müridin kalbinin şeyhinden başkası ile meşgul olmaması. Bu mühimdir. Çünkü kalb o anda isteyici gibidir. Kalb gafil olduğu zaman şeyhi kutub da olsa ona ilâhi feyz gelmez.

d- Şeyhin makamına oturmamak, ibriği ile abdest almamak, onun kabından yememek, içmemek, ab¬dest alırken onun yukarısında akan sudan abdest al¬mamak, aralarında kısa mesafede olsa ayağını şey¬hin tarafına uzatmamak, sırtı şeyhe döndürmemek, sesini şeyhin sesinden fazla yükseltmemek, şeyhin tarafına tükürmemek.

Mevlana Celaleddini Rumî (k.s) buyuruyor: “Edep¬ten mahrum olan Rabbin lütfundan da mahrumdur.

e- Şeyh’ten sadır olan her şeyin -kendi düşüncesi¬ne göre şer olsa da- hayır olduğunu görmek. Şeyhi¬nin onun halini yakinen haberdar olduğunu düşün¬mesi, şeyhe halini söylemesi ve kendi ilmi ile yetin- memesi gerekir.

f- Cuma ve cemaate devam etmek, g- Büyük rükün olan teheccüd namazı kılmak, i- Akşam ile yatsı arasını rabıta ile iki tulü’ vakti arasını zikirle ihya etmek.

h- Müekked sünnetlere, kuşluk ve vitir namazına devam etmek.

k- Şeyhin emrettiklerini, yapılması gereken şeyler, nehyettiklerini yapılmaması gereken hususlar oldu¬ğunu bilmek, h. 1294

25. Mektup

Bu mektubu Seyyid Ubeydullah’ın halifesi Molla Abdussamed’e göndermiştir. Mektup Molla Abdus- samed’in (r.a) Nehri’ye gitme isteğini bildirmesi için gönderdiği mektuba cevabtır.

Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve gökteki- ler, herşey O’nu teşbih eder.” (isra, 44) Salat ve se¬lam Allah’ın Nebisi Hz. Muhammed’e (s.a.v), aline ve ashabına olsun.

Bu dergahın hizmetçisinden, Nakşibendî halifesi sevgili, sadık Molla Abdussamed Efendiye. Muhab¬bet kokan çok değerli mektubunuz bize ulaştı. Hamd ve şükrü ikram eden; ye’si, reca ve ümit ile değiştiren Allah’dır. lakin bu mektup yüce kapıda zuhur eden acaıb işlerin bazısını haber vermektedir. O yüce za¬tın yanında malumdur ki; Gavsu’l Azam’ın (k.s) ağlıları kendisine uymakta ve bağlılıklarında de- amlıdırlar; fakat tanınmış hocalardan Seyyid Ubey- dullah-ı Sanî’yi zamanın meşayıhlerinin en büyüğü saydılar. O’na sevgide bağlı ve hizmetinde köle gibiydiler. Nefisleri ile ona uydular. O’nu kendileri için şeyh gördü-ler. Halbuki şeyhlerinin feyz ve keremli olması Gavsu’l Azam’dan gelmektedir. Aynı zamanda bu durum, sadık halife ve kendisine saygılı Salih Molla Nur Muhammed Emin’in bu hizmetkara sebep olmasından gelmektedir. Sonra zat-ı şerifiniz bu hizmetçi ile Seyyid Ubeyduilah arasında vasıta oldu. Bana onun bir mektubunu verdiniz.

İsmi Aziz olan vekil hatme ve teveccühlere girdi, nefsi kendisine tabi olduğundan kendisinde değişme meydana geldi.

Bundan sonra söylenenler söylendi (dedi kodu yapıldı). Ayrılık, fitne ve düşmanlık ortaya çıktı. Bu hizmetkar ve arkadaşları için harama baktığı, halvet ve zinayı helal saydığı söylendi. Öyle ki bu durumun onun yüce eşiği yanında zikredilmesi -Subhanellah- ne acaib bir iştir. Bu durum karşısında hayrete düştük. Neticeyi Allah’a tevekkülde bulduk. O bize yeter ve O ne güzel vekildir.

Kardeşim, biz önceki zamanlarda nasıl isek öyle¬yiz. Şayet, Gavsu’l Azam’ı (k.s) terkediniz, derseniz, bu hiç olmayacak şeylerdendir.

Bize, geliniz ve yüce eşiğe intisab ediniz, derse¬niz, biz de gördüğün şeriata muhalif şeyleri ve bidat- ları terketmeyi bize emretsin, biz de onlardan tövbe edelim, deriz.

Şayet, dergahı ziyaretle şereflenmeniz uygun olandır, derseniz, bu dergah ucub ve riya için gelme¬ye uygun değildir. Bilakis oraya muhabbet ve cez¬beyle gelmek uygun düşer. Bu durumda Gavsu’l

Azam (k.s) ve yüce etba’ı hakkında duyduğu şeyler¬den bu hizmetçinin ruhu her gün incitilirken, nasıl olur da kalb cezbeyle inşirah bulur. Bu sözleri söyle¬yenler irşad dairesinin kutbu Seyyid Taha’dan (k.s) haya etmezler mi? Halifesine nasıl kötü lakab takar¬lar? Bununla beraber Seyyid Ubeydullah’ın bizden batinen (manevi) muhabbeti kesmediği hususunda şüphemiz yoktur. Çünkü muhabbet, cezbe her gün artmaktadır. Bu hizmetçinin kalbindeki engelleri kal¬dırmak henüz vaki olmamıştır. Çünkü nifak bu za-manda çoktur.

Muhalif olanlar her zaman Gavs’ın, bu hizmetçiye olan geniş lutfunu görüyorlar. Hasedlerinden O’na yapacaklarını yapıyorlar. Bu olay Allah’a bırakılmıştır. Mahşer günü gerçek açığa çıkacaktır.

Şahid olarak Allah yeter ve selam hidayete tabi olanlara ve Hz. Mustafa’nın (s.a.v) şeriatına sıkı sıkı¬ya bağlı olanların üzerine olsun.

26. Mektup

Bu mektubu halifesi Molla Abdulkadir’e, insanların onun elinde tevbe etmesi, sebebiyle teşekkürü etme ve bunun gibi meselelerle ilgili olarak göndermiştir.

Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve gökteki- ler, herşey O’nu teşbih eder.” (isra, 44) Allah’ın ve O’- nun aline salatu selam ederiz.

Aciz hizmetkardan, bilgili kardeşi Molla Abdulka¬dir’e. Arkadaşlarınız bize, insanların tevbe etmeye düşkün olduğunu ve bu konuda gayret gösterdikleri¬ni, Şeriat amellerini yerine getirmeye davet ettiğinizi, Sadat-ı Kiram’dan yardım istediğinizi, insanları Al¬lah’a tevbe ettirmeye sevkettiğinizi ve onları Gavsu’l Azam’ın gölgesi altına soktuğunuzu bildirdiler. Nimeti bol veren ve ihtiyaçları ziyadesiyle gideren Allah’a hamd olsun.

Allahım! Yüceliğine uygun olacak şekilde hamd sanadır, şükür sanadır. Ben senin nimetlerini itiraf ederim, sana övgü saymakla bitmez. Sen yüce zatını övdüğün gibisin. Varlık duygusu kendisini helak etmesin diye meydana gelen güzellikler sebebiyle bu hizmetkar çokça istiğfar etmiştir.

Sizin istiğfar, hamd ve şükür ile meşgul olmanız ve Gavsu’l Azam’ın gölgesinde nefsinizi fenaya ulaş¬tırmanız gerekir. Sen ve oradaki vekil, yani ikiniz (de¬vamlı olarak) şu ayeti okumanıza rağmen nasıl hi¬dayet edici olabilir siniz?: Bu ayette Allah şöyle buyu¬ruyor: “Sen istediğin kimseyi hidayete erdiremez¬sin. lakin Allah dilediğini hidayete erdirir,”(Kasas 56)

Peygamberimiz (s.a.v) için böyle olunca ikiniz için durum nice olur? Bununla beraber mecazi hidayet (hidayete vesile olma) aynı şekilde ikinizin eliyle ol¬maz. Daha doğrusu Gavsu’l Azam ve Saadat-ı Ki¬ramın duasıyla olur. Onlardan size himmet ve nisbet olduğunda haklarını nasıl ödersiniz? Mülkünde dile¬diği gibi tasarrufda bulunan ve dilediği şeye hüküm veren Allah’ı teşbih ederim. Hakiki hidayet Allah’a mahsustur.

Hastalığın bu hizmetkara bildirildi. Şifa Allah’tan¬dır. Bu durum aynı şekilde hamd ve şükrü icab ettirir. Sizin için akideyi öğretmek, Fatiha ve teşehhüdü öğretmekten ve eğitimini yapmaktan başka bir şey yoktur. Eğer siz bunları yerine getirmezseniz, ahiret- te sual anında haliniz nice olur?

Her gün 300 adet nefy-u isbatı la faile illellah man¬ası üzere kendine vird yap ve hergün bir saat şükür rabıtası, diğer bir saatte niyaz et ki, muhabbet ve şevkinin artmasına sebep olsun. Şayet onun kalbini, tam selamette olduğunuz müjdesi ve güzel sıh¬hatiniz haberini göndermek suretiyle sevindirirsen bununla bu hizmetkara iyilik etmiş olursun.

Selam size, yanınızdakilere ve Hz. Mustafa’nın (s.a.v) şeriatına sımsıkı sarılanların üzerine olsun.

Allahım! O’na, aline, ashabına ve zürriyyetine rah¬met ve bereket ver. (Amin) Hamd Alemlerin Rabbi Al¬lah’adır.

27. Mektup

Bu mektubu Gavsu’l Azam ve Kutbu’l Efham’ın oğlu Seyyid Nur Muhammed’e göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, herşey O’nu teşbih eder.” (isra, 44) Nebiyy-i Zişan’a ve aline salat u selam ederim.

Gavsu’l Azam’ın dergahının hizmetçisinden, hi¬dayet ağacının meyvesi ve onun nurlu bahçesinin özü, iyi kalbfi kimselerin sevgilisi Mevlana Şeyh Seyyid Nur Muhammed’e. Allah onu dünya sıkın¬tılarından uzak eylesin.

Size bu mektupta acaib bir hadiseden bahsede¬ceğim. Seyyid Şeyh Ubeydullah Van’a geldiği za¬man; Şeyh Muhammed Kufrevî, halifesi Molla Ab- dussamed en-Nafikî ve etbaları onun huzuruna çıktı¬lar. Ona söyleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine Seyyid Ubeydullah onların sözlerinden dolayı celale ve gazaba geldi. Söylendiği gibi sizin Kakaş’a gelme¬niz ve ona uğramayışınız onun celalini artırmış ve bu hususta ona şöyle denilmiş: “Seyyid Muhammed Kakaş’da düşmanlarınıza uğradı ve geçmiş zaman¬da Gavsu’l Azam (k.s) hakkında söylediklerinizi tafsi¬latıyla anlatarak lisana uygun olmayan şeyleri ak¬tardı.” Allah’ın bilmesi ona kafidir. Daha sonra Gavs (k.s) halifelerine, ona tabii olanların hepsine, Şeyh Muhammed Kufrevi’ye ve onun etbaına, gönül birliği içinde olmalarını emretti. Çünkü onlar Gavsu’l Aza- m’ın (k.s), hidayete vesile olması sebebiyle ufukta yayılan Allah’ın nurunu söndürmek istemişlerdir. Oy¬sa “Allah nurunu tamamlayacaktır.”(Saf,6) Bunun üzerine halifelerini Cenceçor’a onun peşinden gön¬derdi ve onlara yardımcı olmalarını söyledi. Allah gerçeği ortaya çıkaracaktır. Gavs’a (k.s) düşman olanlar bütün gayretleriyle uğraşarak Patnos ve Hay- deran’da Şeyh Celaleddin’e intisab eden bazılarını doğru yoldan çıkarttılar. Nice kimseler şimdi hüsran¬da ve günah içindeler. Onları tanımıyoruz. Allah’a hamd olsun ki, ne Şeyh Celaleddin ne de diğerlerinin etbaından olup da bu tarikatın sohbeti kendilerine ulaşan kimseler onlara iltifat etmedi. Mektubu tafsi¬latla karalamak istemiyorum, geri kalan söz, bu mek¬tubun taşıyıcısı Molla Mahmud ve Halid Bey’le be-raberdir.

Selam Hz. Mustafa (s.a.v) şeriatına yapışana, ali¬ne ve ashabı üzerine olsun.

28. Mektup

Bu mektubu Gavs (k.s) değerli kardeşleri olan Muhammed ve Hurşid Beylere amcalarının oğlu Halid Bey ve diğerleriyle biraraya gelmeyi emretmesi

ile ilgili olarak göndermiştir.

Zatı şerifleri isimleri gibi olsunlar. Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun. Aramızda olan ayrılığın vukuundan bir müddet geçince ve kavuşmanın arzusuyla bu mektubu yazıya geçirdik. Gerçekten mektuplaşmak, haber alabilmek, sıhhat ve selame¬tinizin nasıl olduğunu öğrenmek kavuşmanın (vus-latın) yarısıdır. Allah, Seyyid-i Kainat’ın (s.a.v), Gav- su’l Azam ve cümle sadatın (k.s) yüzü suyu hürme¬tine sizleri afetlerden muhafaza eylesin.

Hacı Ali Bey’i, Şerif Bey’i, Hamid Bey’i, Eyyub Han Bey’i ve ev halkını muhabbetle selamlarım. Malu¬munuzdur ki Halid Bey, evini sizin yanınızdan taşı¬mak için bize teşrif etti. Ben buna razı olmadım ve onu bundan men ettim. Çünkü biliyorum ki, buna Gavsu’l Azam (k.s) razı değildir. Sizin de onun evin¬den çıkmasına razı olmamanız gerekir. Daha doğru¬su sizin onun hatırını hoş tutmak, onunla uyumlu ol¬mak, ona kin ve nefret etmemek görevinizdir. Sakın, sakın sizden bir çekişme ve aranızda bir düşmanlık ortaya çıkmasın. Biliyorsun ki, ittifakın olmaması, memleketin harabına, halkın dağılmasına ve emelle¬rin parçalanmasına sebebtir.

İttifak, güzellikle birleşmedir. Ülfet ise, bunların tamiri için sebepdir. Çünkü Allah ve Rasûlünün adeti böyle cereyan etmiş, böyle gerçekleşmiştir. Gördü¬ğüm ve yakinen anladığım kadarıyla fayda, Molla Mahmud’un sözüne itimad etmenizdedir. Çünkü o- nun sözü, bizim sözümüzdür. Bu konuda ne emre¬derse, bizim emrimizdir.

Emredilen şeyleri yapın “Çünkü O (Allah) yaptık¬larınızı hakkıyla bilendir.”(Ai-i İmran,i53) 23-Şaban-1298

29. Mektup

Bu mektubu bazı işlerle ilgile olarak halifesi Molla Ahmed’e göndermiştir.

Mektubuma Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, herşey O’nu teşbih eder.” (isra, 44)

Salat ve selam O’nun Nebisi (s.a.v) ve Nebisinin ailesi üzerine olsun.

Gavsu’l Azam’ın (k.s) bana olan mektubunu oku¬dum ve Allah’a hamd ettim. Acz ve taksiratımı itiraf ederek şükredenlerden oldum. Sabırdaki maslahatın Allah indindeki bilenen vakte kadar olduğunu gör¬düm. Eğer bu köylere ve bu tarafa gelme isteği kal¬binizde varsa, bu isteğinize uymanız çok güzel bir şeydir. Çünkü sohbet (farzlar ve vacipler dışında) olan ve olacak olan hiçbirşeye denk değildir.

Şunu burada belirtmek gerekir: Öncelikli olarak Rum liderlerinden çekinerek insanları Acemlerle mu¬harebeye teşvik etmek için birkaç gün beldenizde is¬tirahat ediniz. Çünkü Seyyid Ubeydullah (konuyla il¬gili olarak) iki mektub gönderdi. Birinci mektub Gav¬su’l Azam’a (k.s) muhabbet vesilesi ile kavuşmaya özlem mektubu, ikincisi cihada teşvik mektubu. Bu hizmetkar inşaallah bu iki hususa da uyacaktır. Eğer sabredemezseniz gelme hususunda sizin için ruhsat vardır. Sabahleyin yemekten önce bal yemek, baş üzerine rabıta yapmak sizin için şifadır. Ezeli olan Al¬lah’ın inayeti ve üstadın iltifatı size tesir etmiştir ve hatta çoğu vakitlerde sizinle beraberdir..

Selam size, yanınızdakilere ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) şeriatına uyanlar üzerine olsun.

30. Mektup

Bu mektubu Kışlık kazasına bağlı Vlrköy’ün tasfi¬yesi hususunda halifesi Molla İbrahim’e göndermiştir.

Allah için kardeş Molla İbrahim’e.

Size ve ailenize selam ve dua ederim. Kışlık kaza¬sına bağlı Virköy’le ilgili mektubu getiren Mahmud ile birlikte arkadaşı Hüseyin bize geldi.

Durumu tam bilmiyoruz. Benim oraya gelmem mühlet verilmesi için onlara faydalı ise veya bizim tarafımızdan Süleyman Bey’e mektup göndermeniz size göre uygunsa bunu yapınız. Eğer böyle değilse meseleyi Fakih Ahmed’le konuşunuz, duruma göre işi hallediniz hızlı ve acil bir şekilde Ali Efendi’nin fet¬va kitabını bana gönderiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.