Ahlak
33. Ahlâk*
Yüce Allah: «Şüphesiz ki sen yüksek bir ahlâk üzeresin». (Kalem, 68/4) buyurmuştur.
Resûlüllah (s.a.) a imanı en üstün olan mümin kimdir? diye sorulmuş. O da: «Ahlâkı en güzel olan», buyurmuşlardı (113).
Şu halde güzel ahlâk, insanın güzel ve örnek davranışlarının en iyisi ve faziletlisidir. insanların cevherleri bu sayede açığa çıkar,
* Ahlâk bahsini krş: îhya, in, 48. 113. İbn Mâce, Zühd, 31.
Yüce Allah Kuranda sahip olduğu özellikler içinde en çok huy güzelliğini ileri (sürerek peygamberini bu vasfı ile övmüş ve: ´Şüphesiz ki sen büyük-•«ok bir ahlâk üzeresin´, buyurmuştur».
Vâsıti şöyle der: «Yüksek ahlâk (huluk-ı azim), kimseye hasım olmamayı ve kimsenin husumetini kazanmamayı sağlayacak derecede Allah Taâlâ hakkında mükemmel bir marifet sahibi olmaktır».
Hüseyin b. Mansur Hallaç, «Yüksek ahlâk, bir kere Hakk´ı mütalâa ve müşahede ettikten sonra artık halkın eza ve cefasının sana tesir etmemesidir», der (sebebe değil, müsebbibe bakmandır).
Harraz, «Yüksek ahlâk Allah Taâlâ´dan başka şeyin himmet ve düşüncesine sahip olmamandır», demiştir (Sadece Allah´ı düşünmek; hareketlerine, Hakk rızâsına uygun bir istikamet vermektir).
Kettâni demiştir ki: «Ahlaken senden fazla olan, tasavvuf yönünden de senden fazladır». (Tasavvuf ahlâktan ibarettir. bir Kimse ahlâkını ziyade kılar ve güzelleştirirse, seni tasavvuf bakımın-dan da geliştirmiş olur).
ibn Ömer´in şöyle dediği rivayet olunur: «Bir köleye, Allah seni rezil etsin, diye hitap ettiğimi duyarsanız, şâhid olunuz ki, o köle hürdür». (Kendilerini tedavi ve terbiye etmek isteyenler hata ve kusur olan davranışları için kendi kendilerini cezalandırmalıdırlar).
FudayL b. İyaz, «İnsan ihsan ve iyiliğin her şeklini yerine getiren, fakat sadece kümesindeki tavuğa kötülük etse yine de muhsin iyi insanlardan olamaz», demiştir. (İhsanda kemâl budur). (Cüneyd´e sorulmuş: Dünya hakkında bir çekirdeği emme ve sormadan başka arzusu olmayan kişi için ne dersiniz? Şöyle cevap vermiş: «Bir dirhem borcu bile kalsa mükâtib köledir»).
Derler ki: İbn Ömer (r.a.) kölelerinden birinin namazı güzel kıldığını görünce onu azâd ederdi. Onun böyle bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu öğrenen köleler riya olarak namazlarını güzel kılarlardı, İbn Ömer de onları âzâd ederdi. Durum kendisine hatırlatılarak: Böyle hareket etmenizin sebebi nedir? diye sorulunca: Allah için bizi kandırmaya çalışanlara kanarız» dedi. (Hüsnü zannınn gereği ne ise ben onu yaparım, eğer onlar riya yapıyorlarsa mesuliyet kendilerine aittir, iyi iş ve netice için bizi aldatmak istiyenlere seve seve aldanırız.
dostluk». (Yüz, güzel olmalı, fakat iffetli ve masun olmalı, söz güzel olmalı, fakat doğru ve tatlı olmalı, iyi bir dostluk bulunmalı, fakat aradaki bağ vefa omalı).
Muhammed b. Hüseyn´in, Abdullah b. Muhammed Râzî´den şunu naklettiğini işitmiştim: «Ahlâk, senden ona olanı küçük, ondan sana olanı büyük görmektir». (Yaptığın ibadet ve ubudiyeti önemsiz saymak, nail olduğun nimeti büyük ve önemli görmektir).
Ahnefe: Ahlâkı kimden öğrendin? diye sorulmuş. O da, «Kays b. Asım Minkarî´den», demiş. Ona ait ne gibi ahlâkî faziletler biliyorsun? denilince anlatmış: «Bir gün Kays evinde otururken hizmetçisi üzerinde kızartılmış et bulunan şiş getirmişti. Hizmetçi kadının elindeki şiş, Kays´ın oğlunun başına düşmüş, çocuk olduğu yerde can vermiş, manzarayı gören cariye dehşete düşmüştü. Bu durum karşısında Kays kölesine: Hiç endişe etme, Allah Taâlâ´nın rızâsı için seni âzâd ettim, demekten başka bir şey söylememişti». (Affını âzâd ile ikmâl etmişti).
Şah Şucâ´ Kirmânî, «Güzel ahlâkın alâmeti, eza ve cefa vermekten kaçınmak ve verilen eza ve sıkıntıları sineye çekmektir», demiştir. (Kimseyi incitmemek, kimseden incinmemektir).
Resûlüllah (s.a.): «Halkı malınızla memnun etmeniz mümkün değildir. O halde onları güler yüz ve güzel ahlâk ile memnun ediniz», buyurmuştur (114).
Zunnûn Mısri´ye soruldu: Halkın dert ve düşüncesi en çok olanı kimdir? Şöyle cevap verdi: «Huyu en kötü olan». (Kötü huylu kimse sık sık başına dert olan bir mesele çıkarır).
Vehb, «Bir kimse iyi bir huyu kırk gün kendi ahlâkı hâline getirirse, Allah o güzel huyu onun tabiatı (tabii vasfı) haline getirir», der.
Hasan Basri, «Elbiseni temizle» mealindeki âyeti (Müddessir, 74/4) «Huyunu güzelleştir» şeklinde tefsir etmiştir.
Naklederler ki: Zâhidlerden birinin bir koyunu vardı. Bir gün ayağının biri kesilen koyunun üç ayak üstünde durduğunu gördü. Bu hayvana bunu kim yaptı? diye sordu. Hizmetçisi: Ben yaptım, dedi. Niçin yaptın? diye sordu. Seni üzmek için, dedi. Zâhid: Hayır!
114. Süyûtl, I, 101.
ibrahim b. Edhem´e: dünyada hiç sevindin mi • Evet!» dedi. «îki defa sevindim. Bir defasında otururken bir adam geldi, üzerime işedi. Başka bir kere otururken bir kişi geldi, enseme bir sille indirdi».
Hikâye ederler ki: Çocuklar Üveys Karânî´yi gördüklerinde onu taşlarlardı. O ise çocuklara: «Şayet behemehal beni taşlamanız gerekiyorsa, namaza gitmeme engel olmaması için bacağımı kırmayacak kadar küçük taşlar atınız», derdi.
Adamın biri Ahnef b. Kays´ın peşine takılmış, durmadan sövüp sayıyordu. Ahnef kabilesine yaklaşınca adama döndü ve: «Delikanlı bana söyliyeceğin küfür varsa burada söyle, çünkü ileride kabilenin sefih insanları sözlerini işitecek olurlarsa sana mukabele ve
eziyet ederler», dedi.
Hâtem b. Asamm´a soruldu: Bir insan herkese tahammül etmeli midir? Şöyle dedi: «Evet! Nefsi hariç herkese tahammül etmelidir» nefis müstesna herkese müsamaha edilmelidir).
Rivayet ederler ki: Emirulmüminin Ali b. Ebu Talib (r.a.) bir Köleyi çağırmış, fakat köle çağrıya cevap vermemişti. Hz. Ali çağırısını ikinci ve üçüncü kere de tekrarladığı halde cevap alamayınca kalkmış, kölenin yanına gitmiş, köleyi yatar vaziyette görünce, «Ey zalim, sesimi duymadın mı?» demiş. Köle, «Evet, duydum», diye cevap vermiş. Hz. Ali, «Peki, cevap vermemene sebep ne idi? demiş «Nasıl olsa beni cezalandırmazsın, diye ağır davrandım», deyince Hz. Ali, «Hadi git şuradan, seni Allah Taâlâ´nın rızâsı için Azâd ettim», demekten başka bir şey söylememişti. (İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır). ?
Naklederler ki: Maruf Kerhî Dicle nehrinin kenarına inmiş, Mushafını ve elbisesini bir kenara koyarak abdest almaya başlamıştı. Bu esnada bir kadın gelmiş, eşyalarını alıp götürmüştü. Durumu farkeden Maruf kadını takip etmiş ve ona: «Hemşire hanım, bana Maruf derler. Bunları götürmende benim için bir mahzur yok, bunlar senin olsun) fakat Kur´an okuyacak çocuğun var mı?» diye sorunca hayır! cevabını alınca: «Peki, kocan var mı?» diye sormuş. Yine hayır! cevabını alınca: «öyleyse mushafımı ver de, elbise senin olsun demişti.
Bir kere hırsızlar Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi´nin evine zorla girmişler, bulduklarını alıp götürmüşlerdi. Bu hadiseden sonra arkadaşlarımızdan biri Sülemi´nin şunu söylediğini nakletmişti: «
Ebu Hafs´a, ahlâk nedir? diye sorulmuş, o da: «Affı al ve iyiliği emret». (A´raf, 7/199) âyeti kerimesi ile, Aziz ve Celil olan Allah´ın Resulü (s.a.) için tercih ettiği davranış şeklidir, demişti.
Derler ki: Ahlâk halka yakın olmak, fakat aralarında garip olarak bulunmaktır, (zahirde halk ile bâtında Hakk ile bulunmaktır).
Demişlerdir ki: Ahlâk, halktan ve Hakk´ın kaderinden gelen eza ve cefayı hiç üzülmeden ve sızlanmadan (gönül hoşluğu ile) kabul ederek sineye çekmektir.
Naklederler ki: Ebu Zer bir oluktan develerine su içiriyordu. Adamın biri koşarak geldi ve oluğu kırdı. Bunun üzerine Ebu Zer yere oturdu, az sonra da yattı. Neden böyle hareket ettin? diyenlere: Resûlüllah (s.a.) bize şöyle emir vermişti, dedi: «Bir insan kızdığı vakit otursun, eğer öfkesi geçerse ne âlâ, aksi halde yatsın İncil´de, «Kulum, öfkelendiğin zaman beni zikret ki, ben de ga-zaplandığım zaman seni hatırlayayım», diye yazılı olduğu nakledilir.
Kadının biri Mâlik b. Dinar´a: Ey müraî, diye bağırdı. Mâlik dedi ki: «Hanım! Basralıların yitirdikleri ismimi sen buldun!»
Lokman, oğluna şöyle demişti: «Üç şey vardır ki, diğer üç şey olmadan bilinmez: Halim-selim kişi öfke anında, cesur kişi savaşta ve dost kendisine muhtaç olunduğunda bilinir».
Musa (a.s.) şöyle dua ederdi: «ilâhi; hakkımda, bende bulunmayan şeyin söylenmemesini sağlamanı niyaz ediyorum». Hakk Sübhanehu ve Taâladan vahiy geldi: «Ya Musa, bunu kendim için bile yapmadım, senin için nasıl yaparım!» (Kişi ne kadar kâmil olursa olsun hakkında dedikodu mevcut olur, bu kötü oluşuna delâlet etmez).
115. İbn Hanbel, V, 152.
Fudayl b. lyaz, «Kötü huylu âbid birinin bana arkadaş olmasından ziyade, güzel huylu fâcir birisinin arkadaş olmasını arzu ederim», der. (Çünkü fâcir günahkârdır, böyle olduğunu bilmektedir, onun için ikazlarımı dinler, tutumunu değiştirebilir, âbid ise İbadetine ve taatına güvendiğinden ikazlarımı dinlemez, inat eder).
Güzel ahlâk; güzel müdârâ ve iyi idare tarzı ile sıkıntıları göğüslemektir, denilmiştir.
Hikâye edilir ki, İbrahim b. Edhem sahrada giderken bir askerle karşılaştı, asker ona: Mamur ve meskûn yerler nerede? diye sordu. İbrahim mezarlığı işaret etti. (Kendisi ile alay edildiğini zanneden) asker İbrahim´in başına şiddetle vurdu, sonra savuşup gitti. Askere: Dövdüğün zat Horasan zahidi İbrahim b. Edhem´dir, denilince geri döndü, özür diledi. İbrahim b. Edhem, «Sen bana vurunca, ben Allah Taâlâ´dan senin için Cennet niyaz ettim», dedi. Asker: Niçin? diye sordu. İbrahim, «Dövülmeye sabrettiğim için sevap ve ecir aldığım bana bildirilmişti. Onun için bu karşılaşmadan benim karlı çıkmamı, senin ise zarar görmeni istemedim», dedi.
Hikâye edilir ki; Bir zat Ebu Osman Hîri´yi yemeğe davet etmişti. Ebu Osman davet edildiği evin kapısına varınca, adam: Üstad, şimdi içeri giremezsin, seni davet ettiğime pişman oldum, geri Kit, dedi. Ebu Osman geri döndü. Evine vardığı zaman adam arkamdan koştu, yetişti ve: Üstad, yaptığıma pişman oldum, dedi ve özür dilemeye başladı. Buyurun hemen gidelim, dedi. Ebu Osman kalktı, adamla birlikte tekrar evine gitti. Kapının önüne varınca adam ilk hareketini tekrar etti. Üçüncü ve dördüncü defalar da aynı şeyler tekrarlandı. Ebu Osman adamın evine gidiyor ve geri dönüyordu. Birkaç defa tekerrür eden bu hareketlerden sonra Ebu Osman yine de adamın evine gidince: Üstad, seni denemek istemiştim, dedi ve bir yandan özür dilemeye, bir yandan da onu methu sena etmeye başladı. Bunun üzerine Ebu Osman, «Köpeklerde bile bulunan bir huydan ötürü beni övme, köpek de çağırıldığında gelir, azarlandığında uzaklaşır», dedi.
Derler ki: Ebu Osman bir gün öğle sıcağında bir sokaktan geçerken üzerine bir evin damından bir leğen kül döküldü, yanında ulunan dost ve müritleri bu işe bozulmuşlar ve külü dökene ileri geri söylenmeye başlamışlardı. Ebu Osman onlara engel oldu.
Derler ki: Dervişlerden biri Cafer b. Hanzala´ya misafir olmuştu. Derviş, Cafer´in kendisine ikram ve hizmette kusur etmediğini görünce: Yahudi olmasan ne kadar iyi bir insansın, dedi. Cafer: «Yahudi olmam muhtaç bulunduğun hizmeti yapmama engel olmuyor, şu halde (sen peşin fikirli olma hastalığına tutulup Yahudi olmama hükmettiğin için) kendine Allah´tan şifa, bana da hidayet dile», (böylece iyiliğe mukabele etmiş olursun) dedi.
Nakledilir ki: Abdullah Hayyat´ın Mecusî bir müşterisi vardı Mecusî elbisesini ona diktirir, fakat bozuk (ve geçmez) para verirdi. Abdullah da bu paraları kabul ederdi. Abdullah bir işi için dükkânından ayrıldığı zaman tesadüfen Mecusi getirdiği paraları çırağa vermek istedi, fakat çırak bu paraları kabul etmedi, bunun üzerine Mecusi sağlam para vermeye mecbur oldu. Terzi Abdullah dükkâna dönünce çırağına, «Mecusinin gömleği nerede?» diye sordu. Çırak da durumu anlattı. Terzi, çırağına: «Çok fena bir iş yapmışsın, Mecusî epeyden beri bana bu şekilde muamele yaptığı halde, bu bozuk paralara benden başkası kanmasın diye sabrediyor, aldığım kalp paraları götürüp kuyuya atıyordum», dedi.
Derler ki: Kötü huy sahibinin kalbini sıkar, çünkü kötü huylunun kalbine kendi arzu ve irâdesinden başkası sığmaz. Nitekim dar bir yere de sahibinden başkası sığmaz, (canı darlık kötü huydur, vasia-i sadr, yani gönül genişliği güzel huydur). Güzel huy; (namaz kılarken) yanındaki safta, (zengin, fakir, hür, köle) kim durursa dursun bozulmamandır, (herkesi kendine eşit bilmendir) denilmiştir.
Gözünün, başkalarının kötü huylarını görmesi kötü huylu olduğun içindir, denilmiştir. (Çünkü yâ hüsn-i zan sahibi değilsin veya kendi halini düzeltmekle meşgul değilsin de ondan başkalarının kusur ve ayıplarını görüyorsun).
Resûlüllah (s.a.) a uğursuzluğun ne olduğu sorulunca: «Kötü huy», demişti (116).
116. Ebu Davud, Edeb, 124.
