Cömertlik
Ulu ve Yüce Allah: «Onlar ihtiyaçları bile olsa başkalarını kendilerine tercih ederler» (Haşr, 59/9), buyurmuştur.
Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu: Cömert (Allah Taâlâ´-ya yakındır, halka yakındır, Cennete yakındır, Cehennemden uzaktır. Cimri, Allah Taâlâ´dan uzaktır, halktan uzaktır, Cennetten uzaktır, Cehenneme yakındır. Cahil fakat cömert olan kimse Allah katında âbid fakat cimri kimseden daha sevimlidir» (118).
Üstad Kuşeyri der ki: Süfilerin dilinde cûd ile sehâ arasında fark yoktur. Tevkif (nass) bulunmadığı için Hakk Taâlâ sehâ ve semahat ile tavsif edilemez. Cûdun hakikati, insana para ve mal harcamanın zor gelmemesidir (119).
Sûfîlere göre cömertliğin ilk derecesi sehâ dır, sonra cûd gelir.en son mertebesi ise îsârdır. Malının bir kısmını veren, birKısmını kendine bırakan sehavet sahibidir. Malının çoğunu harcayan ve kendine bir parça bırakan cûd sahibidir. Zarar ve sıkıntılara katlanarak kifayet derecede olan maişetine başkasını tercih eden isar sahibidir.
Üstad Ebu Ali Dakkak (r..a) in şöyle dediğini işittim: Esma b. bişr e, «İhtiyacını görmemi isteyen hiç bir kimseyi eli boş çevirmemi arzu etmem, çünkü bu durumdaki şahıs şayet mert ise haysiyetini korumuş, eğer nâmert ise kendi haysiyetimi ondan muhafaza etmiş olurum», demiştir.
Naklederler ki: Muvarrik îcli, muhtaç durumda olan dostlarına yardımda bulunurken çok hoş bir usul takibederdi. (Kalplerini) asla kırmazdı.
• Cömertlik, cûd ve seha bahsini krş: Luma, s. 203; Keşfu´l-mahcûb, 324: Av&rifu´I-maarif, IV, 454; İhya, 117. Müslim, Birr, 24.
118. Tirmizî, Birr, 40; Aclûnl, I, 450.
119. Cûd: Sehâ, semahat, kerem, bezl, cömertlik mânasına gelir. Bu kelimeler arasında bir takım mâna farkları görenler de vardır. Cömert kişiye sahâ, cevad ve kerim denir. Cömertliğin zıttı cimrilik denilen buhldur. Buhul ve bahilliğin aşırı şekline de şuhh ve pintilik denir.
Cömertlik mal, beden, mevki, dünya ve âhiretle olur.
Bir kelamı kibarda: «Takdimüke gayreke alâ nefsike» (Başkasını kendine takdim etmek).
Derler ki: Menbec halkından bir adam Medineli bir şahsa: Nerelisin? diye sordu. Medineliyim, cevabını alınca-, Hakem b. Abdül-muttalib isminde bir zat bize geldi ve bizi âbâd ve zengin etti, dedi. Medineli: Hakem bize sırtında bir yün cübbe ile gelmişti. Başka bir şeyi yoktu, sizi nasıl zengin kıldı? diye sordu. Adam: Bizi mal ile zengin kılmadı, fakat keremi öğretti. Bunu öğrenen halkın zengin olanları fakir olanlarına ikram etmeye başladılar, neticede herkes zengin oldu, dedi. (Hakem; zenginlere ikram ve ianenin lüzumunu, fakirlere ise hakiki zenginliğin gönül zenginliği ve kanaat olduğunu öğretmişti).
Üstad Ebu Ali´nin şunu anlattığını duydum: Gulam Halil sûfileri Halife´ye gammazladığı zaman Halife bunların idamını emretmişti. Cüneyd ise fıkıh ile gizlenmişti. (Yani fıkıh perdesi altında tasavvufî telkinatta bulunuyordu). Ebu Sevr mezhebine göre fetva vermekte idi. (Onun için serbest bırakılmıştı). Şahham, Rakam, Nuri ve bunlardan başka bir cemaat ise yakalanarak idam mahalline getirilmişlerdi. Boyunlarının vurulması için sahtiyan döşek serilince Nuri derhal ileri atıldı. Cellâd sordu-. Neye teşebbüs ettiğinin farkında mısın? Nuri, «Evet!» dedi. Cellâd: O halde neden acele ediyorsun? diye sordu. Nuri, «Kısa bir müddet bile olsa dostlarımın benden çok yaşamalarını tercih ediyorum», dedi. Bunun üzerine cellâd hayrete düştü, durumu Halifeye ulaştırdı. Halife (durumlarının açıklığa kavuşması için) tekrar muhakeme için Kadının huzuruna çıkarılmalarını emretti.
Kadı, Ebu Hüseyin Nuri´ye birçok fıkhî meseleler sordu. Nuri bunların hepsini cevaplandırdıktan sonra dedi ki: «Bundan sonra şu hususu da arzetmek isterim-. Şüphe yok ki Allah´ın öyle kulları vardır ki, ayağa kalktıkları zaman (kendi kendilerine değil), Allah ile kalkarlar, konuştukları zaman Allah ile konuşurlar». Nuri bu minval üzere o kadar güzel sözler serdetti ki Kadıyı ağlattı. Kadı gönderdiği bir elçi vasıtasıyle Halifeye dedi ki: Eğer bunlar da zındık ise yeryüzünde müslüman diye bir kimse yoktur!
Hikâye ederler ki, Fudayl b. îyaz mahallesindeki satıcılardan
Cebeleye bir cariye göndermişti. Cariye geldiği zaman Cebele muhabbet ediyordu. Cebele yanındakilere, «Siz burada iken gelen cariyeyi şahsıma tahsis etmek çirkin bir şey olur, cariyeyi gönderenin, hepinizde hukuku ve hürmeti varken, cariyeyi birinize tahsis etmek de hoşuma gitmiyor, cariye taksim edilecek bir şey de değildir», dedi. Orada seksen kişi bulunmakta idi. Cebele herbirine bir cariye veya hizmetçi verilmesi için emir verdi.
Naklederler ki: Bir kere Ubeydullah b. Ebu Bekir, yolda giderken susamış, bir evdeki kadından su istemiş,” kadın bir testi su çıkarmış, kapının arkasından: Ben bir Arap kadınıyım, onun için kapıdan uzaklaşınız, suyu hizmetçileriniz alsın, benim hizmetçim öleli çok oldu, diye seslenmişti. Ubeydullah, hizmetçisinin getirdiği suyu içtikten sonra, kadına onbin dirhem ver, diye emir verdi. Kadın verilen paranın fazlalığını görünce, Sübhanellah benimle dalga mı geçiyorsun? dedi. Bunun üzerine Ubeydullah hizmetçisine, yirmibin dirhem ver, diye emir verdi. Kadın tekrar: Dalga geçmeniz karşısında Allah Taâlâ´dan af ve afiyet dilerim, dedi. Ubeydullah kölesine: Otuz”bin dirhem ver, dedi. Bu durum karşısında kadın-. Yazık sana, dedi ve kapıyı yüzüne kapattı. Fakat otuzbin dirhem götürülüp kadına teslim edildi. Otuzbin dirhemi alan (ve böylece zenginleşen) kadının, daha akşam olmadan birçok talipleri ve dünürleri peyda oldu.
Cûd. ilk hâtıra icabet etmektir, denilmiştir. (însan, ilk defa içinde uyanan arzuya uyup derhal cömertlik yapmazsa niyeti ve iyi duyguları değişebilir).
Ebu Hasan Bûşenci´nin müritlerinden birinin şöyle dediğini işit-miştim-. Ebu Hasan Bûşenci helada iken talebelerinden birini çağırmış ve kendisine: «Şu gömleğimi çıkar ve falana ver», diye emir vermişti. Heladan çıkana kadar sabretseydin olmaz mı idi? denilince: «Gömleğim hususunda içime doğan arzuyu infaz etme kararımdan cayma konusunda nefsime güvenemedim», dedi (ve derhal ilk hâtıra icabet etti).
Kays b. Sa´d b. Ubâde´ye-. Senden daha cömert birini gördün mü? diye sorulunca: «Evet!» dedi ve anlattı: «Bir kere çölde bir kadına misafir olmuştuk. Biraz sonra kadının kocası gelmiş ve kadın ona: İki misafirin geldi, deyince adam hemen bir deve getirmiş kestirmiş ve misafire taze olmayan) et yedirmem, demişti. Şiddetli yağmurlar sebebiyle orada üç gün kalmış, her gün aynı muameleyi görmüştük. Adamın bulunmadığı bir sırada ayrılırken eve yüz dinar bırakmış ve kadına, bizim için kocandan özür dile, demiş ve yola çıkmıştık. Bir müddet gittikten ve epey yol aldıktan sonra arkamızdan bir adamın: Ey nâmert kervan sahipleri! durunuz; misafirperverliğimin fiyatını ve faturasını ödediniz! (keremimi satın alıp gittiniz) diye bağırdığını işittik, yavaşladık, adam bize yetişti ve şu parayı behemehal alacaksınız, aksi halde şu mızrağımı size saplarım, dedi. Parayı almaya mecbur olduk, adam şu şiiri söyleye söyleye geri döndü: İhsan ettiğim şeyin karşılığını alırsam, ihsana nail olanın bu yüzden duyacağı keder kâfidir!»
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi (r.a.) nin şunu anlattığını işit-miştim: «Ebu Abdullah Ruzbârî müritlerinden birinin evine gitti, müridin orada olmadığını, evin kapısının ise kilitli olduğunu görünce: Vay anasını, adam hem sûfî, hem de evinin kapısı kilitli!, diye acı acı söylendi, sonra müritlerine, kırın bakalım şu kilidi, dedi. Kilidi kırdılar. Emretti, evde ve ocakta ne var ne yok pazara döktüler ve sattılar, elde ettikleri para ile ihtiyaç duydukları bir takım şeyler satın alarak vakitlerini ve hallerini düzelttiler. Sonra gelip eve oturdular. Bir müddet sonra evin sahibi olan sûfî geldi, durumu gördü, fakat bir şey söylemeye imkân bulamadı. (Çünkü yapılan işe memnun olmuştu). Daha sonra sûfînin karısı, üzerinde bir çarşafla içeri girdi. Çarşafını bir tarafa attı ve: Dostlar, bu da eşyalarımızdandır. Bunu da satın, dedi. Kocası: Bunu neden arzunla teklif ediyorsun (nasıl olsa bunu alamadılar, elde bir bu kaldı) deyince kadın: Sus, böyle bir Şeyh bizi memnun etmek için evimize geliyor, malımızda tasarrufta bulunuyor, hal böyle iken biriktirdiğimiz bir şeyi nasıl yanımızda alıkoruz, dedi».
Bişr b. Haris Hâfî, «Cimriye bakmak kalbe kasvet verir», demiştir. .
Derler ki: Bir kere Kays b. Sa´d b. Ubâde hastalanmış, fakat dostları kendisini ziyarette ağır davranmışlardı. Kays dostlarını soruşturmuş, fakat sana borçlu oldukları için utanıyorlar, cevabını almış, bunun üzerine: «Dostlarımın beni ziyaret etmelerine engel olan bütün alacaklarımdan vaz geçtim demişti.
Sufilerden birine (çok veriyorsun, az alıyorsun) denilince, «Malımı cömertçe, fakat (şerefimi ve) aklımı cimrice, harcıyorum, demişti.
Derler ki Abdullah b. Cafer çiftliğine giderken bir aşirete ait hurmalıkta konakladı, burada siyah bir işçi köleye rastladı. O sırada köleye azığı getirilmişti. O esnada bahçeye bir köpek geldi ve köleye yaklaştı. Hizmetçi somunun birini köpeğe attı, köpek bunu yeyince ikincisini, daha sonra da üçüncüsünü attı, köpek bunların hepsini yedi. Abdullah b. Cafer köleye baktı ve: «Bir günde sana ne kadar erzak gönderilir?» dedi. Köle: Gördüğün kadar, (yani üç somun), deyince: «Peki, neden bu köpeği kendine tercih ettin», dedi. Köle: Burası köpeklerin bulunduğu bir bölge değildir, bu köpek bir avcı topluluğunun peşine takılarak uzak bir yerden ve aç bir şekilde buraya, gelmiştir. Köpeği geri çevirmek hoşuma gitmedi, dedi. Abdullah: «Peki, bugün sen ne yapacaksın?» diye sordu. Köle: Bu gün acımdan kıvranacağım, dedi. Abdullah: «Doğrusu bu köle benden daha cömerttir. Durum budur, diye benim cömertliğim kusur ve tenim konusu mu olacak?» dedi ve köleyi, bahçeyi ve oradaki âlet ve edevatı satın. aldı. Köleyi âzad ederek bahçeyi ona hibe etti.
Derler ki: Adamın biri dostuna geldi. Kapısını çaldı, dostu kapıya çıktı ve ziyaretinin sebebini sordu. Adam: Dörtyüz dirhem borç altında olmam beni buraya getirmiştir, dedi. Ev sahibi içeri girdi, dörtyüz dirhemi tarttıktan sonra getirdi, adama teslim etti, sonra ağlıya ağlıya evine girdi, durumu gören karısı: Parayı vermek bu kadar zoruna gidiyordu ise mazeret beyan etseydin dedi.
Adam: Ben onun için ağlamıyorum. O bana başvurmadan evvel ben niye onun hâlini araştırmadım, diye ağlıyorum, dedi.
Mutarrif b. Şuhayr, dostlarına, «Birinizin bir ihtiyacı olursa, unu bir pusula ile bana bildirsin, çünkü ben ihtiyaç sahibini yüzünde ihtyaç zilleti olduğu halde karşımda görmekten hoşlanmam demişti.
Derler ki Adamın biri Abdullah b. Abbas´a zarar vermek ve itibarını silmek için şehrin âyân ve eşrafına gitmiş: îbn Abbas, bu gün yemeği bizde yiyelim, diyor, demiş. Bu zevatı alarak İbn Abbasın evine götürmüştü. İbn Abbas bunca insanı karşısında bulunca; elinden geldiği kadar ikramda bulunup «O halde şu zevat her gün yemeklerini bizde yesin», demişti. (Hasedçi maksadının zıttı bir netice almış, İbn Abbas´ın değerini küçültmek istemiş, fakat Allah onun derecesini yükseltmişti).
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi (r.a.) nin şöyle dediğini işitmiştim: «Her gün evinin avlusunda abdest almak üstad Ebu Sehl Su-lûkî´nin âdeti idi. Bir gün abdest alırken biri geldi ve bir miktar dünyalık istedi. Yanında verecek bir şeyi olmadığı için abdesti bitirinceye kadar sabret, dedi. Adam beklemeye başladı. Abdesti bitiren Ebu Sehl adama: Şu bakır ibriği al ve hemen savuş git, dedi. Adam ıbrıkı aldı ve oradan uzaklaştı. Ebu Sehl ibriği alıp giden adama artık yetişilmez, diye kanaat getirecek bir süre bekledikten sonra: Bir adam geldi, ibriği çalıp gitti, diye bağırdı. Bunun üzerine adamın arkasından koşanlar oldu, fakat yetişemediler. (Ebu Sehl´in) böyle yapmasının sebebi, çok ihsanda bulunuyorsun diye kendisini kınayan hanesi halkının tenkidinden kurtulmak idi».
Yine Sülemi´den dinlemiştim: «Üstad Ebu Sehl bir kış mevsiminde cübbesini adamın birine hibe etmişti. Bu sebeple, ders vermek için gittiği zaman kadınların cübbesini (hırkasını) giyiyordu. Çünkü başka bir cübbesi yoktu. Bir kere İran tarafından tanınmış kişilerin teşkil ettiği bir heyet gelmişti. İçlerinde fıkıh, kelâm ve nahiv âlimi olan imamlar vardı. Ordu komutanı Ebu Hasan, Ebu Sehl´e bir ata binip bu heyeti karşılamasını emretti. Ebu Sehl kadın cübbesi üzerine bir kaftan giydikten sonra ata süvari olup heyeti karşılamak istedi, fakat komutan, bölgemizin dini lideri kadın elbisesi ile ata binmek suretiyle beni hafife alıyor, diye söylenmişti. Heyet içinde her biri bir ilimde ihtisas yapmış âlimler vardı. Ebu Sehl bunlardan her biri ile ayrı ayrı ve mütehassısı bulundukları ilimler konusunda münazara yaptı, sözü hepsinin sözünden üstün geldi, hepsini mağlup etti». (Fazilet mal ve kıyafet ile veya kürk ile değil, ilim ve diyanetledir).
Yine Sülemî anlatmıştır: «Üstad Ebu Sehl eliyle hiç bir kimseye bir şey vermezdi, vermek istediği şeyi yere atar. alan kimse oradan alırdı, şöyle derdi: Dünya, elimi başka birinin elinden üstün görmem gerektirmiyecek kadar önemsizdir. Bilindiği gibi Resûlüllah (s.a.): ´Üstün el, aşağı elden, veren el alan elden hayırlıdır”, buyurdu.
Bir gün Ebu Mirset şair bir adama beni götür, benden onbin dirhem alacaklı olduğunu iddia et, ben de bunu
İkrar edeyim, sonra beni hapsettir, hiç şüphe etme ki, ailem beni.
hapiste bırakmaz», dedi. Bu şekilde hareket edildi ve daha akşam
olmadan şaire on bin dirhem verildi, böylece Ebu Mırsed hapisten çıkarıldı.
Naklederler ki: Adamın biri Hz. Ali´nin oğlu Hz. Hasan (r.a.) dan bir şey istemiş, Hz. Hasan da ona ellibin dirhem ile beşyüz dinar vermiş, sonra, «Git bunları evine götürecek bir hammal getir», demiş. Adam gitmiş bir hammal getirmiş, Hz. Hasan kaftanını hammala verdikten sonra, «Hammalın ücreti de benden olsun», demişti.
Fakir bir kadın Leys b. Sa´d´dan bir bardak bal istemiş, fakat Leys ona bir kavanoz bal vermişti. Neden bu şekilde davrandın? diyenlere: «O ihtiyacı kadar istedi, biz ise elimizde bulunan nimete göre veririz», dedi.
Bir zat diyor ki: Borçlumu aramak için gittiğim Kûfe´de Eş´as Mescidi´nde sabah namazını kılmıştım, selâm verince namaz kılan her şahıs gibi benim önüme de bir hülle ve bir çift nalin konuldu. Bu nedir? diye sordum. Dediler ki: Eş´as Mekke´den döndü, mescidinde namaz kılanların her birine bunların verilmesini emretti. dediler. Dedim ki: Öyle ise ben borçlumu aramak için geldim, caminin cemaatından değilim, fakat burada bulunan herkese bu verilir cevabını aldım.
Naklederler ki: İmam Şafii (r.a.) nin vefatı yaklaşınca, cenazemi falanca şahıs yıkasın, diye vasiyet etti. Adam o sırada şehirde değildi, geldiği zaman durum kendisine bildirildi. Adam Şafiî´nin not defterini getirttirdi. Yetmişbin dirhem borcu olduğunu gördü borcu ödedi ve: Benim onu gasletmem budur, dedi. (Böylece adam Şafii´yi hem manen, hem de maddeten yıkamış oldu).
Derler ki: îmam Şafiî Sana´dan Mekke´ye geldiği zaman onbin dirhemi vardı. Bu para ile bir mal alsan da saklasan, denildi. O ise Mekke dışında bir çadır kurdu, paraları buraya yığdı. Çadırına her gelene avuç avuç para verdi, öğle namazı vakti gelince ayağa kalktı ve Para kesesini silkeledi. İçinde hiç bir şey kalmamıştı.
müsned olarak rivayet edilen bir hadiste: ´İki müslüman karşılaştıkları zaman yüz rahmet aralarında taksim edilir, bunlardan doksan rahmet daha fazla güler yüzlü olana verilir´, buyurul-muştur. İstedim ki daha çok o sevap alsın», diye cevap vermişti (121).
Hikâye ederler ki: Bir gün Emirülmüminin Hz. Ali (r.a.) nin ağladığı görülmüş, sebebi sorulunca; «Çünkü yedi gündür evime misafir gelmedi, Allah Taâlâ derecemi tenzil mi etti, diye korkuyorum», demişti.
Enes b. Mâlik (r.a.) in, «Evin zekâtı; içinde, misafir için bir oda bulundurmaktır», dediği rivayet edilir.
Hakk Taâlâ´nın «İbrahim (a.s.) in ikramına mazhar olan konukların haberi sana geldi mi?» (Zariyat, 51/24) kavli; «İbrahim (a.s.) in bunlara gösterdiği büyük ilgi», diye tefsir edilmiştir. Kerem sahibinin misafiri de kerem sahibi olur, denilmiştir.
İbrahim b. Cüneyd anlatıyor: «Şeref ve haysiyet sahibi bir zat şu üç şeyi yapmaktan kaçınmaz-, başkomutan bile olsa bunları bizzat yapar: Babası meclise gelince ayağa kalkar, misafirine ve ilim tahsil ettiği hocasına bizzat hizmet eder, bilmediği şeyi sorar ve öğrenir».
«Toplu olarak veya ayrı ayrı yemenizde bir mahzur yoktur». (Nûr, 24/61) âyetinin tefsirinde İbn Abbas (r.a.), «Ashab, (misafir-siz), tek başlarına yemek yemeyi mahzurlu (günah) görmekte idi. Âyet onlara bu hususta ruhsat vermiştir», demiştir.
Derler ki Abdullah b. Amr b. Kureyz bir kişiyi misafir etmiş ve çok güzel ağırlamıştı. Fakat adam oradan ayrılırken, hizmetçilerini adama yardım için koşturmadı. Ağırladığın zata giderken neden ilgi göstermedin ?diyenlere Abdullah: «Hizmetçilerim evimizden ayrılanlara yardım etmezler», (misafir keşke gitmese, biraz daha kalsa diye) dedi. >
Sûfi Abdullah b. Bekâveyh, «Şair Mütenebbî bize şu mealde bir şiir okudu», dedikten sonra aşağıdaki şiiri inşâd etti:
«Kendilerinden ayrılmamaya kadir olan (seni misafir edecek malî kuvvete sahip olan) bir kavimden göçüp gittin mi (bunlar ayrılışına o kadar üzülürler ki) hakikatte vatanlarını bırakıp göçenler olur».
Sufilerden biri anlatmıştır-. Şiddetli soğukların hüküm sürdüğü kış gününde bir kere Bişr b. Haris Hâfî´nin evine gitmiştim. Elbisesinin içinde titrer bir halde gördüm. Ey Ebu Nasr, halk bu gibi
illerde daha çok elbise giyer, sen ise daha az elbise giyiniyorsun,
bunun sebebi nedir? dedim. Şöyle dedi: «Fakirleri ve içinde bulundukları
durumu hatırladım, fukaraya yardım olsun diye verecek bir şeye
sahip olmadığım için hiç olmazsa soğuğun sıkıntîsını çekmede onlara arkadaş ve onlarla hemhal olayım», istedim.
Dakkak diyor ki: «Varlıklı kişinin yoksula vermesi sehâ değil-
sehâ yoksulun varlıklı kişiye vermesinden ibarettir» İsâr, yani kulun dilenmemesi verileni de kabul etmemesidir).
