Kelimat-ı Kudsiyye 3. Bölüm
Abdurrahman Taği hazretleri —Allah ondan razı olsun— hicri 1292 yılında Meyhek köyünde Molla Mahmud Şirnisi’nin «büyükler kamil olmayan şeyhe izin verirler mi?» şeklindeki sorusuna şu cevabı vermiştir:
— «Şeyhlik vakti gelince Şah-ı Nakşibend, Hace Abdülhalık Gecdevanî, Alauddin Attar ve İmam Rabbanihazretlerinden şeyh olacak müridin üstadına izin gelir, o da o müride şeyhlik izni verir. Mükemmellik vakti gelmedikçe şeyhlik vakti gelmez. Sözü geçen büyüklerin izni bu vaktin gelmiş olmasına bağlıdır.»
Abdurrahman Taği hazretleri —Allah ondan razı olsun— Ağıçur köyünden Çukur köyüne gitmek üzereyken İsmail’in evinde Hace Ubeydullah Ehrar hazretlerinin «Bizim tarikatımız, muhabbeti olmayanlar için haramdır» dediğini nakletti. Fakat Gavs-ül Azam hazretlerinin bu sözle ilgili olarak şöyle dediğini anlattı:
— Hace Ubeydullah’ın bu sözü, şeyh küçük olduğu takdirde doğrudur. Oysa büyük şeyhler muridlik için muhabbet aramaksızın saygıyı yeterli görürler.
***
Abdurrahman Taği hazretleri —Allah ondan razı olsun— dedi ki:
— Allah tarafından bir şeyhe gönderilmiş olan murid böyle olmayan muridden daha üstündür.
***
Abdurrahman Taği hazretleri —Allah ondan razı olsun— Tercunk deresinin kenarında şunları söyledi:
- Bu yüce nisbet (bağ) değerlidir, hiç bir şey onun yerini tutamaz. Çünkü o «malın ve evladların faydalı olmadığı gün» de insana fayda sağlar. Bildirildiğine göre ceza (kıyamet) günü seksen bin yıldır. İnsanlar o gün büyük bir hüzün ve korku içinde olurlar. Kur’ân bu korku ve hüznü şöyle anlatıyor:
«O gün emzikli kadınlar çocuklarını unutuverirler. Hamile kadınlar da derhal doğum yaparlar. O gün herkesi sarhoş olmadığı halde sarhoş gibi görürsün. Fakat Allah’ın azabı şiddetlidir.» -Hacc sûresi, 3-
Oysa bu tarikatın bağlıları o günü Kur’an’ın şu tarifi uyarınca geçirirler:
«O kimseler ki, onlar için ne korku ve ne de hüzün vardır.» -Zumer sûresi, 61-
Tüm insanlar güneşin şiddetli sıcaklığı altında kavrulurken bu nisbetin sahipleri Arş’ın gölgesi altında zevk sürecektir. Bundan daha tatlısı onlar için aşıkın maşukla, yani ulu Allah ile buluşma derecesi vardır.
Bu zamanın insanlarına şaşmak gerekir. Çünkü dünya sevgisini bu yüce nisbete tercih ediyorlar. Oysa dünya sevgisinin onlar aleyhinde azab ve hesab gerekçesi olacağını biliyorlar. Ayrıca bu zümrenin kendilerinden daha mutlu ve neşeli olduklarını, yüzlerinin kendi çehrelerinden daha güleç ve parlak olduğunu da görüyorlar.
Fakat gaflet perdeleri kalblerini kat kat örtmüştür. O kalb ki, zaten hardal tanesi kadardır. Bu yüzden büyüklerin sözleri içlerine etki etmiyor ki, dünya ve âhireti bir yana bırakarak tüm varlıkları ile bu yüce nisbete yönelsinler. Öyle bir nisbet ki, misk-ü anberden daha hoş ve şekerden daha tatlıdır. Böyle yapsalar Allah’a yakın olanların en yakınlar olacaklar.
Öyle oldu ki, zamanımızda büyüklerin ve efendilerin kapılarında bir tek “müride bile rastlanmıyor. Oysa insanlar büyük kalabalıklar halinde büyüklerin kapılarında birikmekte, onlara karşı büyük bir şevk beslemektedir. Bugün büyüklerden yarar sağlayanlar başka maksadlar peşinde koşan kimselerdir. Zamanımızda büyüklerden yararlanmanın tek gerekçesi tam ayar bir kıskançlıktır.
Yoksa muridliğin kökleri kurumuş, muridlerin izleri silinmiş ve ateşleri sönmüştür.
Allah’ım! Kendi faziletinle onların nurunu parlat ve ateşlerini tutuştur. Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Bu zamanda iman nuru sadece kıskançlığa dayanıyor. Bu zamanın velisi gece ve gündüz, büyük günahlardan uzak duran ve şeriatın farzlarım yerine getiren kimsedir.
***
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— dedi ki:
— «Tarikatte tefrika vardır. Oradaki birlik ve ganiler arasında elde edilen nisbet murid için kârdır. Makbul olan murid, amel mürididir, yoksa şevk müridi değildir. Çünkü şevk yüzünden bu yola koyulanlara güvenilemez.
Bir zamanlar bir şeyh muridlerinde şevk ateşi tutuşturmuştu. Fakat o şeyhin ölümünden sonra muridleri en fasık kimseler olmuştur. Başka bir şeyh de muridlerinde öyle güçlü bir şevk uyandırdı ki, kendisi ata binse onunla birlikte yirmi bin kişi de ata binerdi. Sonunda bu aşırı şevk yüzünden iş şeyhin evini yakarak kendisini ve ailesini helak etmeye kadar vardı.
Buna göre amel etmeye gayret sarfetmeli ve şevk dizginini ölçülü şekilde salıvererek bu halin gereğine göre hareket etmelidir. Bilmek gerekir ki, yalın ve sade cezbenin talibleri çok enderdir.»
***
Bir gün Molla Halil Cukreşi muridlikten ayrılarak evine dönmek istedi. Daha sonra bu niyetinden tevbe edince Abdurrahman Tağî hazretlerine «şevkim azaldı, amel işleme şevkimin tekrar geri gelmesi için sizden meded istiyorum» dedi. Bunun üzerine Şeyh hazretleri «Camiul Usûl» adlı kitaba dayanarak ona şunları söyledi:
— «Amel etme şevki sönen murid önce abdest tazeleyerek iki rekât istihare namazı kılmalı ve arkasından şevkini geri vermeleri için büyüklere yönelerek onlara yalvarıp yakarmalıdır.»
Sözlerinin burasında kendileri ile aramda geçen karşılıklı konuşmalardan anlaşıldığına göre büyüklere yönelmekten maksad, şeyhe yönelmektir.
***
Bir gün arkadaşlarımızdan biri Abdurrahman Tagi hazretlerine «ben falanca facirden rahatsız oluyorum» deyince şeyh hazretleri ona şöyle cevap verdi t
— Böyle bir rahatsızlık duymak müridin görevlerinden değildir. Rahatsızlık iki türlü olur. Biri, yanında müridin amelinde gevşeklik getirir ki, bu rahatsızlık mel’un şeytandandır. Bu durumda mutlaka abdest alıp istiğfar etmek gerekir ki, amel işleme şevki tekrar tazelensin. İstiğfardan murad, müridin kendini kusurlu görmesi ve islemiş olduğu kusur karşısında pişmanlık duymasıdır. Rahatsızlığın öbür türlüsü şevki ve gayreti artırır. Rahatsızlığın bu kısmına makbul olan gayret (kıskançlık) rahatsızlığı denir. Nitekim Molla Ali Cumani, Seyyid Taha hazretleri ile ilgili bir yazısında «çekingenlik iki türlüdür: Biri insanı amel işlemekten alıkoyar ki, bu mel’un şeytandandır. Öbür kısmı ise amele engel olmaz ki, o da rahmanidir. Allah’ım, bizleri şeytanın hile ve tuzaklarından koru, amin!
***
Hicrî 1292 yılında bir gün Abdülbaki Ağa’nın evinin damında toplanmıştık. Sohbet halka açıktı. Güney tarafından esen bir rüzgâr dalgası beraberinde bir köpek leşinin kokusunu getirmişti. Bunun üzerine Abdurrahman Taği hazretlerine —Allah ondan razı olsun— «kalb erbabının nazarında dünyaya bağlı kimselerin kokusu ölü köpek kokusu gibi midir?» diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
— «Dünyaya bağlıların kokusu onlar için köpek leşinin kokusundan daha iğrençtir. Nitekim onların biri dünya tutkunlarının kokusuna dayanabilmek için daha önce köpek leşi koklardı. Başka bir kalb ehli de ondan kemal elde etmek için köpekle arkadaşlık ederdi.
İki uyanık murid düşünelim. Bunlardan biri ölü köpek koklamış olsa ve öbürü de arkadaşı ile ayni sürede bir dünya tutkununun kokusunu alsa dünya tutkununun kokusuna maruz kalan müridin arkadaşından daha çok rahatsız olduğunu görürsün.
Nitekim Gavs-ül Azam hazretleri ”muridliğimin ilk zamanlarında dünya tutkunları ile birarada bulunmaya dayanamadığımı için helaya kapanır ve uzun süre orada kalırdım” demiştir. Bu yüzden Gavs-ül Azam hazretleri muridlerini herkesin bildiği şekilde tenha yerlere kapanmaktan alıkoymuş ve başkaları ile rahatça düşüp kalkmaya alışsınlar diye onlara insanlarla birlikte yaşamayı emretmiştir. Aslında mânâ itibarı ile dünyadan daha pis bir şey yoktur.»
Sözlerinin burasında kendilerine «şeytan ondan daha pis değil mi?» diye sorunca sözlerine şöyle devam etti:
— Şeytan da dünyadandır. Dünya ve dünyadaki her şey mel’undur. Nitekim İbn-i Hişam kalb ehli bir gurubun sohbetine varmıştı. Baktı ki, dünyanın kötülüğü hakkında konuşuyorlar. Bunun üzerine yanlarından ayrılmak istedi. Kendisine sohbetten niçin ayrılmak istediğini sordular. «O pis şeyden, yani dünyadan bahsettiğiniz için» diye cevap verdi. «Ama biz onun kötülükleri hakkında konuşuyoruz» cevabını alınca karşısındakilere; «onu bir şey sayıyorsunuz da aleyhinde konuşmaya lâyık görüyorsunuz ya, bu yeter» dedi.
Kalb ehline göre dünya tutkunlarının evlerinde misafir kalmak bile çirkindir. Bu yüzden onlar dünya tutkunlarının evinde kalacaklarına fakir bir kâfirin evinde misafir olmayı tercih etmişlerdir.
Zahidleri eğitmek için yazılan bir kitapta dünya tutkunlarının ekmeğini yemek, sularını içmek, evlerinde oturmak ve kuyularından abdest almak yasaklanmaktadır. Fakat ulu Allah bu yüce tarikatın mensuplarına şöyle bir bağışta bulunmuştur. Dünya tutkunları onların sohbetlerine katılınca çabucak bıkmakta ve soğumaktadırlar. Böyle olmasa bu tarikatın mensupları dünya tutkunları aralarındayken sohbet edemezlerdi.
***
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Tercunk nehrinin öte yakasında kendisi için kurulan çadırda Hafız-ı Şirazî’nin aşağıdaki beytini şöyle açıkladı :
Sevgilinin cemali olmaksızın canın cihana karşı meyli yok
Berikine sahip olmayan, gerçekten, ötekine de sahip değildir.
Yani insan şeyhini veya Allah’ı sevmedikçe şeyhinin semtini veya misâl (mânâ) âlemini sevemez. îlk iki şeyin birine sahip olmayan kimse son iki şeyin birine de sahip olamaz. Şeyhin semtinin sevgisi misâl âleminin sevgisinden ileri gelir. Çünkü şeyhin mahallesinin sevgisi şeyhin sevgisinden ileri geldiği gibi misâl âleminin sevgisi de Allah içindir ve Allah sevgisi de misâl âlemini sevmeyi gerektirir.
