Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Tercunk köyündeki evinde şunları söyledi:
— «Bizim tarikatımızda salikliğin belirli bir süresi yoktur. Nitekim Mevlâna Halid Şehrzurî hazretleri “s a l i k l ik ne zaman sona erer? Şeklindeki bir soruya karşılık “o beşikten mezara kadar sürer” diye cevap vermiştir. Bizim tarikatımız sevgili uğruna ruhu feda etme yoludur. Bu konuda Mürid ne zaman ihmalkâr davranırsa, durum aleyhine döner.»
Şeyh hazretleri sözlerine devam ederek kalbin şeyhin sevgisi üzerine yoğunlaşması ve şeyhin dışında kalan herkesle —kim olursa olsun— ilgisini kesmesi için gayret edilmesine işaret ettikten sonra bu konuda aşağıdaki beyti okudu:
Tevhid yolu iki kıble ile doğru şekilde aşılamaz Ya sevgilinin rızasını veya nefsin arzusunu tercih etmelisin.!
Başka bir sohbet sırasında da bu konuda Alâuddin Attar hazretlerinin şu sözünü delil olarak gösterdi.
«Aşkı daha çok olanın fena alanındaki mertebesi daha yüksektir.»
Şeyh hazretleri daha sonra sohbetlerine şöyle devam etti:
— Gavs-ül Azam hazret ler in i n e ş i ğ i n d e Ali Can ile Sufî Said adlarında iki Mürid vardı. Ali Can, Gavs-ül Azam hazretlerine karşı herkesten çok muhabbet besler, hiç kimsenin muhabbetini onun muhabbetine denk tutmazdı.
O kadar ki, Gavs-ül Azam hazretleri ile birlikte Seyyid Taha hazretlerinin ziyaretine varır, fakat orada asla ne teveccüh halkasına girer ve ne de sohbete katılırdı. Bir gün Gavs-ül Azam hazretleri kendisini «niye teveccühe ve sohbetlere katılmıyorsun?» diye azarlayınca kendilerine «sen buraya yarar sağlamak için geliyorsun, oysa ben buradan hiç bir yarar sağlamak istemiyorum» diye cevap verdi. Bu cevabı üzerine Gavs-ül Azam hazretleri bir daha bu konuda ona başka hiç bir şey söylemedi.
Sufi Said’e gelince, o şeyh hazretlerine karşı Gavs-ül Azama karşı beslediğinden daha büyük bir muhabbet besliyordu. Bu yüzden eksiklik ve hamlık bataklığından kurtulamamış ve Allah’a doğru seyir bakımından kemale erememişti. Buna karşılık Ali Can, hayatı süresince bu mesafeyi aşarak kemale erebilmişti.
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Mihenk köyündeki bir sohbetinde şunları söyledi:
— «Gavs-ül Azam hazretlerinin ölümünden sonra bir ara halifesi Şeyh Halid hazretlerine mektup yazarak şeyhimizin oğlu Celâleddin’i bana karşı işlemiş olduğu bir haksızlıktan ötürü şikâyet etmiştim. Şeyh Halid hazretleri bana gönderdiği cevapta şöyle yazmıştı: «Muhabbetin sultanı ortaklık kabul etmez. Sen madem ki, Gavs-ül Azam hazretlerine karşı muhabbet beslediğini iddia ettin, mutlaka başına bazı belâlar gelmeli ki, kalbin başkasına meyletmesin.»
Abdurrahman Tağî hazretleri daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
— «Ruh, nefis gibi, sıkıntılardan ve elemlerden etkilenmez. Tersine ruh nefsin elem ve sıkıntılara maruz kalmasından sevinç ve ferahlık duyar. Çünkü ruh ile nefis arasında düşmanlık vardır ve düşmanın başına gelen belâ düşman için şükür vesilesidir. Fakat ruh önceleri zillet alanında nefsi takip eder, fakat daha sonra ondan ayrılır.
Meselâ Gavs-ül Azam hazretleri ölüm öncesi hastalığı sırasında ızdırabının ağırlığına rağmen sohbet ederken hiç hasta değilmiş gibi idi. Muhterem eşi de son hastalığı sırasında ağır acısına rağmen gülümseyen bir çehre ile etrafına bakıyordu. Çünkü acı muhabbeti bastıramaz. Nitekim Ali Can ve Sufi Ahmed Kelpikî de öyle olmuştu. Fakat ruhun elemi gaflet ve gayeden geri kalmaktır, yoksa nefsin elemi onu üzmez.»
Abdurrahman Taği hazretleri «-Allah ondan razı olsun- Tercunk köyündeki sohbeti sırasında şöyle dedi — Tarikat insanlar arasında dolaşır ve şeriata bağlı olanın da olmayanın da koynuna girer. Fakat bir süre sonra şeriata bağlı olanın koynunda kalırken şeriata bağlı olmayanın koynundan çıkıverir.
Nitekim Tahek köyünde şeriata bağlı bir kadın vardı. Diğer kadınlar ona «sen ne biçim sufiyesin? Sufiye gibi amel işlesene, sen nerede, muhabbet davası nerede» derlerdi, Böyle diyen kadınları Gavs-ül Azam hazretlerinin zamanında şevk, zevk, muhabbet ve aşk iddiasında bulunurlarken o kadın onlar gibi davranmıyordu.
Fakat Gavs-ül Azam hazretleri ölünce köyün kadınlarındaki aşk kayboldu, Müridlik güneşleri sönüverdi. Ama o beğenmedikleri kadın onlar gibi olmadı. Tersine onun kandilinin ışıkları yeniden tazelendi ve tarikatı devam ettirdi.
Ayrıca Behtan köyü halifeleri, büyüklerden olmadıkları halde, sırf şeriate bağlılıklarından dolayı tarikatı aralarında yaşatabilmişlerdir.
Gözden uzak olana (gaibe) karşı özlem ve şevk olur. Muhabbet ise görünene, hazır olana karşı belirir. Buna göre muhabbet ve huzur yolu ile zikretmek gerekir. Çünkü bu durum yolu kısaltır. Özlem ve gözden ırak olana bağlanarak zikretmek doğru değildir. Çünkü bu durumda aşılacak yol uzar. Zaman gaflet ve bid’at zamanı olduğu için yolun kısasını tercih etmek gerekir.
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— hicrî 1293 yılında Tercunk köyündeki bir sohbeti sırasında dünyanın kötülüğü ile ilgili olarak İmam-ı Rabbani hazretlerine dayanarak şöyle dedi:
— Dünyayı sevmek manevî küfürdür. Çünkü Peygamber Efendimiz —salât ve selâm üzerine olsun— dünyasız yaşamak mümkündür, dediği halde Nemrud ve Firavun «dünyasız yaşamak mümkün değildir» demişlerdir. Buna göre dünyayı sevmek Peygamber Efendimiz ile görüş birliği halinde olmaktan çıkarak Nemrud ile Firavun’a hak vermek demektir. Dünyayı seven kişi Peygamberimizin aklını beğenmemiş ve hal dili ile «o delidir» demiş olur ve buna karşılık Nemrud ile Firavun un aklını beğenmiş olur.
Nitekim dünya ile ilgili olarak «gerek dünya ve gerekse dünyada bulunan her şey mel’undur, yalnız Allah’ı zikretmek müstesna» denmiştir. Ayrıca bilindiği gibi dünya nefsin sevgililerinden biridir. Nefis de Allah’ın düşmanı olduğuna göre düşmanın sevgilisini sevmek ulu Allah’a karşı düşman olmayı ifade eder. Ömrüm hakkı için, bana göre ıslak bir köpekle yanyana yatmak bir dünya tutkunu ile yanyana yatmaktan daha iyidir. Gavs-ül Azam hazretleri bize şunları söylemişti:
«Müridliğimin ilk dönemlerinde veliler yurdu olan Ervas mescidine gelip de Ervas’lıların gafil olduklarını görünce onların arasında barınamadığım için, onların kokusundan uzak kalayım diye helâ kapısı yanında zaman geçirmeyi adet edinmiştim.»
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Tercunk köyündeki evinin damında şunları söyledi:
— Gerçek Müridlik ancak doğru niyetle olabilir. Doğru niyet de şudur: Müridin gayesi, sadece varlıktan tamamen sıyrılmak, verilen ameli yapmak, şeriate ve ehl-i sünnet itikadına kesinlikle uymak olmalıdır. Mürid için en zararlı şey, başa geçme sevdasıdır. Bıhtan köyünde tarikatın kökünün kurumasının sebebi oradaki müridlerin halifelik sevdasıdır, onlar sadece halife olmak gayesi ile amel işliyorlardı. Oysa Müridlik, müridin şahsi iradesini şeyhinin iradesine teslim etmesinden başka bir şey değildir. Buna göre niyetlerinizi doğru yapınız ve hizmeti seçiniz.
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Hinne’de niyet konusunda şunları söyledi:
— Müridlikten maksad, varlık duygusundan sıyrılmaktır. Bu yüzden şeyhin biri şöyle yapardı: Yakın müridlerinin cariyesine sarkıntılık ettiklerini ileri sürerek onları hükümete şikâyet eder, onları hapse attırır, dövdürür ve hakarete maruz bırakırdı.
Müridler de mahkeme sırasında, aslında öyle şeyler olmamış olmasına rağmen, şeyhlerinin sözlerine karşı çıkmazlardı. Çünkü şeyhin sözünü reddetmek, —Allah korusun— inkarcılıktır. Ayrıca sözü geçen şeyh ölmeden önceki son hastalığı sırasında seçkin Müridleri için «bunlar benim müridlerim değildir, hepsi merduddur» demiştir. Böyle demesinin sebebi, onların varlık duygusundan tamamen sıyrılmalarını sağlamaktır. Yoksa hiç bir şeyhe fena mertebesine ermiş bir müridi reddetmek yakışmaz. Nitekim «fani reddedilmez» denmiştir. Ayrıca Gavs-ül Azam hazretlerinin halifesi Şeyh Halid de böyle demiştir.
Gavs-ül Azam hazretlerinin Molla Muhammed Pesyayi adında bir müridi vardı. Bu zatın baş Mürid olacağı sanılıyordu. Fakat önceden tahmin edildiği gibi yükselememiş, hatta hamlık ve noksanlık bataklığından bile çıkamamıştı. Bunun sebebi şuydu: Bu zat bir üzüm bağı satın almıştı. Bu bağı o kadar çok sevdi, kalbini ona o kadar çok bağladı ki, sırf bu yüzden kendisi için mümkün olan dereceye yükselemedi.
Tarikatın dayanağı ihlâs, muhabbet ve şeriate bağlılıktır. Tarikatın gayesi marifetin karmaşık problemlerini açıklığa kavuşturmak ve şeriat hükümlerinin detaylarım öğretmektir. Meselâ Mürid, neden abdestin bazı azaları ilgilendirmesine karşılık gusülün tüm bedeni ilgilendirdiğini öğrenir. Bu sorunun cevabını alırken öğrenir ki, abdest ve gusülden maksad bazı hareketlerden doğan kirliliği gidermektir ve bazı hareketlerin yol açtığı kirlilik diğer bazı hareketlerin yol açtığı kirlilikten daha ağırdır.
Kerametlerin en üstünü ve en büyüğü istikamet ve cezbedir. İnsanlardan yüz çevirip sadece ulu Allah’a sığınan kimse mutlak mânâsı ile velidir.” İnsan kılmadığı’bir tek namaza karşılık seksen bin yıl cehennem azabı çeker. İnana sağlam olmayanın veya Kelime-i Şehadeti doğru şekilde dile getirmeyenin imanı yoktur. Fatiha süresini doğru okuyamayan kimsenin de nikâhı batıldır, geçersizdir. Buna göre kendisi zinakâr olduğu gibi çocuğu da zina çocuğudur, kendisine varis olamaz.
Abdurrahman Tağî hazretleri —Allah ondan razı olsun— Kaskanî köyünde bu yüce nisbeti teşvik etmek ve her zaman parçasının nisbetinin ayrı olduğunu belirtmek üzere şunları söyledi:
— «Vakitlerin, yerlerin ve aralarında bulunulan kimselerin değişmesi ile nisbet de değişir. Bi r vaktin nisbeti başka bir vaktin nisbetinden farklıdır. Buna göre farklı vakitleri gözetmek gerekir. Her köyün nisbeti başka bir köyün nisbetinden farklıdır.
Meselâ tüm halkı Mürid olan köyün nisbeti başka, halkı arasında hiç bir Mürid bulunmayan köyün nisbeti başka, halkının tümü inkarcı olan bir köyün nisbeti başka ve tüm halkı kâfir olan bir köyün müridi de daha başkadır.
Daha önce gelip göçen şeyhler kendilerinden sonra gelenlerden nisbet beklerler. Hiç kimsenin nisbeti başkasının nisbetine benzemez. Mürid başkasından nisbet almak isteyince kendi nisbetinden sıyrılarak nisbet almak istediği kimsenin haline bürünmelidir. Mürid her vakit ve her yerde kendi nisbetinden sıyrılmalıdır.»
Sözlerinin burasında kendilerine «Mürid kendi nisbetinden nasıl sıyrılır?» diye sordum. Sözlerine şöyle devam etti:
— Müridin kendi nisbetinden sıyrılmasının mânâsı kemal sıfatlara talip olmaktır. Evin nisbeti, odanın nisbetinden farklıdır. Buna göre eğer ben evin nisbetinden sıyrılamazsam, odanın nisbetini göremem. Bunun tersi de doğrudur. Evin ve odanın dışında da farklı bir nisbet vardır. Cahillerin nisbeti alimlerin nisbetinden farklıdır. Bunların ayrı ayrı olmaları ile bir odada bir arada bulunmaları halleri için de ayrı ayrı nisbetler vardır.
Alimler cahiller ile birlikte toplanırsa nisbetleri başka, buna karşılık kendi aralarında buluşurlarsa nisbetleri daha başkadır. Ben bazan alimlerin avamla birlikte teveccühe katılmalarını tercih ederim. Çünkü feyizler teveccühe katılan kişilerin sayışına göre gelir. Bazen de alimlerin ayrıca teveccühde bulunmalarını tercih ederim. Çünkü onların teveccühü avamınkinden farklıdır. Alimler avamla birlikte biraraya gelince kıskançlık ihtimalinden şüphelenmedikçe birarada olmalarını tercih ederim. Buna karşılık kıskançlık ihtimalinden kuşku duyduğum takdirde ayrı ayrı. toplanmalarını isterim. Çünkü cahillerin teveccühü ile alimlerin teveccühü arasında fark vardır. Bazan birinin teveccühü bir saat sürerken öbürünün teveccühde bulunmaması mümkündür.
